“Mario LEVİ / Öykü / Everest Yayınları / Nisan 2016 / 125 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR –
Mario Levi, 25 Şubat 1957 günü İstanbul’da dünyaya geldi. Tam adı Mario Moris Levi’dir. Polet Leyla Hanım ile Tüccar Eliya Levi’nin oğludur. Şişli 19 Mayıs İlkokulu ve Saint Michel Lisesi’ni bitirdi. 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız ve Roman Filoloji Bölümü’nden mezun oldu. Yazarlık mesleğinin dışında Fransızca Öğretmenliği, Radyo Programcılığı, Reklam Yazarlığı yaptı ve ithalatla uğraştı. Şalom gazetesinin kültür-sanat sayfasını bir yıl süreyle yönetti. 9 sayı yayımlanan Hokka dergisinin yayın kurulunda yer aldı.
Mario Levi, PEN Yazarlar Derneği üyesidir.
İlk yazısı olan “Franz Kafka’nın Değişim’i üzerine bir deneme” 1984 yılında Şalom gazetesinde yayımlandı. Şalom, Stüdyo, Gösteri, İmge, Hokka, Cumhuriyet Sanat, Milliyet Sanat, Gergedan, Yeni Gündem, Varlık, Argos gibi gazete ve dergilerde öykü, deneme ve eleştirilerinin yanı sıra klasik ve çağdaş müzik üzerine yazıları çıktı. Hokka dergisinde “Karşı Çık-ma’lar” adı altında yer yer aforizmayı andıran yazılar yazdı. 1975 yılından sonra kaleme almaya başladığı öykülerinde İstanbul’da yaşayan azınlıkların çevrelerine uyum sağlayamamalarından kaynaklanan yalnızlık ve hüzünlerini dile getirdi. Kendi yaşamından yola çıkarak etnik, kültürel ve dinsel azınlık coğrafyasının insanlarını ele aldığı “İstanbul Bir Masal’dı” adlı romanında “azınlık duygusunu” işlemeye çalıştığını belirtti. “Bir Yalnız Adam” adlı kitabında ise Belçikalı besteci, söz yazarı ve şarkıcı Jacques Brel’in yaşamını ve sanatını anlattı.
Mario Levi, “Bir Şehre Gidememek” adlı öyküsü ile 1990 Haldun Taner Öykü Ödülü; “İstanbul Bir Masaldı” ile 2000 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü (Celal Pamukçu ile birlikte) aldı.
TRT-3 ve Açık Radyo’da uzun yıllar dünya müzikleri üzerine programlar hazırlayıp sundu. NTV’de İskender Pala ve Ahmet Ümit’le birlikte hazırladığı “Önce Söz Vardı” adlı programda edebiyat sohbetleri yapıyor. Yazar, halen Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde ‘Yazı Yaratımı’ dersleri veriyor.
Levi; “Birileri bana hikâyelerini anlatmam için kendilerini gösterdi, hatta hayatıma girdi… Ben de var olmamızın sebebi dili, varolma sebebim Türkçe’yi kullanarak bu hikayeleri okuyucuya taşıdım” diyor.
Bir başka paylaşımında ise şunları söylüyor:
“Hrant Dink’in katledildiği gün, akşam televizyon seyrederken ‘Bu ülkeden gitme vaktin geldi Mario’ diye çok ciddi bir biçimde düşündüm ve ağladım. Sırf böyle düşündüğüm için ağladım ve kendime şunu söyledim: ‘İnşallah bir daha bunu hiç düşünmem, inşallah bu duyguya hiç kapılmam’ …”
Eserleri
Yazarın, çoğu tüm dünyada tanınan eserleri şunlardır: Bir Yalnız Adam: Jackues Brel (1986), Bir Şehre Gidememek (1990), Madam Floridis Dönmeyebilir (1991), En Güzel Aşk Hikayemiz (1992), İstanbul Bir Masaldı (1999), Lunapark Kapandı (2005), Bir Yaz Yağmuruydu (2005), Karanlık Çökerken Neredeydiniz? (2009), İçimdeki İstanbul Fotoğrafları (2010), Size Pandispanya Yaptım (2013), Bu Oyunda Gitmek Vardı (2015), Bir Cümlelik Aşklar (2016), Yanlış Tercihler Mahallesi (2017).
Levi, Kitabın ‘Giriş’ bölümünde şöyle yazmış;
“Nefesiniz.
Hislerinizle dokunuşlarınız.
Aşk için.
Aşk için.
Aşk için.
Ne yapıyorsanız yapın aşkla yapmak ve yaşamak için.
Birilerinde unutulamayacak bir hikâye bırakmak için.
Anılmaya değer bir hikâye.
Çünkü er ya da geç başka bir âleme karışma vakti de gelir.” (sayfa 16)
Yanlış Balonlar
Kadıköy’ün, hayatın herkes için farklı kaygılar, küçük hesaplar, gizli sevinçler ya da saklı kederlerle devam ettiği sokaklarının birinde, yirmilerinin ancak başlarında görünen o kadınla erkeğin, daha doğru bir deyişle de erken büyümek zorunda kalmış kızla oğlanın, belki Suriyeli belki de herhangi bir başka acılı coğrafyaya ait kimlikleriyle, bir köşeye oturup nerdeyse birbirlerine sığınarak dilenmeleri, yine içte kalmaya yargılı o isyanlara rağmen olağan, hatta sıradan karşılanabilirdi de, kucaklarında yatan iki bebeği, daha da önemlisi ağır bir şaka gibi ellerinde tuttukları balonları, silahlı savaşların bedelini en çok başka savaşlarda yenik düşen silahsızların ödediği gerçeğini de birilerinin zaaflarımızdan her zaman yararlanabileceğini de unutmaksızın, o iktidar oyunlarının hangi dekoruna koymak gerekiyordu? (sayfa 72)
Silah Sesleriyle Yaşamak
Büyük şehirlerin ışıltılarına her bakımdan ırak Karadeniz kıyılarındaki o küçük kasabada, fırıncı babasıyla beraber, bilenlerin lezzetini anlata anlata bitiremediği peynirli ve kıymalı poğaçalar yapması, mütevazı bir çay ocağı işleten, yolu çok uzaklardan bu yere düşmüş, kimsesiz, birçok benzeri gibi sıradan bir eğitim almış delikanlıyı, okuması için verdiği kitapların yanı sıra, tecrübelerini de uzun uzun anlatarak, adeta bir anne şefkatiyle hayata bağlamaya çalışması, yılların akışında karşısına çıkan birkaç ciddi talibe rağmen evlenmeyi reddetmesi, artık bir masal gibi tarihin karanlıklarına karışmış o Fatsa’nın sadece kendisi için değil, birçok yoldaşı için de çok aydınlık görünen günlerinde aniden yıkılan hayalin, yaşanan baskında nişanlısının gözlerinin önünde öldürülmesinin, sorguda yaşadıklarının, bedenine yapılan saldırının neresinde anlam ve yaşanırlık kazanıyordu? (sayfa 79)
Sözsüz Oyun
O çocuklar yürümeyi, mayınlı tarlalarda öğrenmişlerdi. (sayfa 94)
Şef Garsonun Yalanı
Onu asıl üzen, gençlik yıllarında çok sevip fakirliği yüzünden evlenemediği kızın, neredeyse kırk yıllık bir aradan sonra, birçok keyif sahibi insanın geldiği, itibarının kendisine göre en yüksek mertebesine ulaştığı duygusunu doya doya yaşadığı, çok uzun süre şef garsonluk yaptığı Tarabya’daki o ünlü balık restoranında değil de, emekli olduktan sonra, iflas eden oğlunun borçlarını basuruna rağmen, herkesin sadece karnını doyurmak için uğradığı, geçmişini hiç bilmeyenlerin doldurduğu o midyecide çalışmak zorunda kaldığı günlerde karşısına çıkmasıydı. (sayfa 115)
Hangi Bayram
Özenle giydiği yeni beyaz elbisesinin çocukluk hayallerini paylaştığı arkadaşlarıyla annesinden gizli ip atlarken kirlenmesine, o bayram sabahından birkaç gün sonra, çok özlediği okulunun yerine, nikâh dairesinin yolunu tutarak beklemediği ve elbette hazır olmadığı bir geleceğe yürümek zorunda kalacağını, yaşadığı bu kopuş sonrasında dile getiremediği isyanı yüzünden ilerleyen yıllarda dünyaya getireceği çocuklara da kendisine de gönlünce bir bayram yaşatamayacağını, hayatının da böyle acımasızca kirleneceğini bilseydi, için için ağlar mıydı? (sayfa 121)