BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Güne nasıl başlamak istersiniz?
Tatlı bir esintiyle desem? Hafiften bir yağmurla mı yoksa? Rüzgarsız bir havada gün ağarmak üzereyken uyandığınızda, martı seslerinin dolandığı ‘çarşaf gibi’ bir denizle göz göze geliverseniz nasıl olur? …
Bir güzel uykunuzu almış, hiçbirini hatırlamasanız da muhtemel ki görmüş olduğunuz çok güzel rüyaların derinliklerinde dinlenmiş, huzur dolu bir başlangıç ne de güzel olur güne … Ya kuş sesleri … Hele bir de sizi yataktan kaldıracak birçok güzel, anlamlı nedeniniz varsa, sizden iyisi yoktur ama …
Ama … Gün boyunca neler neler olacaktır kimbilir yine …
‘Güzel haber/iyi haber’ diye bir şey vardır elbette ama haber dediklerimiz keşke onlardan ibaret olsa, kalsa … İyi-kötü bütün bu haberler bir yere taşır insanı ve de bir yere kadar taşınabilir, kahrı çekilir belki ama o haberlerden yola çıkarak yapılan bazı açıklamalar vardır ki doldurur sizi, taşırır … O açıklamalara gülseniz mi ne yapsanız bilemezsiniz …
Bugün, bazıları gerçek anlamda ‘kara mizah örneği’ oluvermiş bu açıklamalardan birkaçını aktararak derlediğim yazımda, her bir ara başlığın sonunda açıp kapattığım parantez içlerindeki kısacık yorumlarla karşınızdayım yine sevgili okur-yazarlarım.
Hemen başlıyorum …
…
“Korkudan ödü patlamış!”
Herkes biliyor: Sakarya’nın Hendek ilçesindeki bir havai fişek fabrikasında kısa süre önce -bir kez daha- meydana gelen ve 126 kişinin yaralandığı iş kazasında (patlama ve de ‘iş cinayeti’ olarak da adlandırabilirsiniz!) 7 can kaybı yaşanmıştı. Böylesi, hele de ölümlü iş kazası haberlerinin ne denli büyük bir üzüntü-tepki yarattığını eklememe gerek var mı! Bu hassaslaştıran tablo içinde bakın fabrikanın sahibi-sorumlusu, işyerinde geçen yıllarda da yaşanan benzer iş cinayetlerinin ardından bakın o zamanlarda neler neler söylemiş:
-17 Ağustos 2009’da da patlama olmuştu. Ama 29 Eylül’deki olay patlama değildi. O günkü olay alev alma idi. 45 yıldır bu işle uğraşıyoruz. 45 yılda ölü sayısı 10 kişiyi geçmedi.
-Bizim işimiz patlayıcı madde olduğu için her an her şey olabilir. Çalışanlar bazen dikkatsiz olabiliyor, bizim işimiz dikkatsizliği kaldırmaz.
-Yüzlerce insan her gün iş kazalarında ölüyor, ama nedense bizdeki patlamalar gündem oluyor. Sendika başkanları bilinçsizce konuşuyorlar.
-Bakkalda bile iş kazaları olabilir. Patlayıcı maddelerin yaratacağı iş kazalarının % 98’ini engelleme şansı yoktur. İşçiler her gün servisten iner inmez aranırlar. Dikkat etmediğiniz sürece her an her şey olabilir.
-Çin’de bir havai fişek patlaması olduğunda yüzlerce insan ölüyorken bizde 1 kişi ölüyorsa demek ki fabrikamız güvenlidir, bu da onun göstergesidir. Güvenliği kıyaslamak adına Çin örneğini verdim. 2009’da fabrikamızda yaşanan patlama afet sayılır. Bu patlama Çin’de olsaydı herkes ölürdü. O kazada 36 yaralı var dendiğinde bu sayı çok gibi gösterildi. Ama korkudan bayılanlar bile yaralı görününce bu sayı da abartılı geliyor.
-Hediye Hallaç, olay yerinden ilk kaçanlardan biriydi. Bulunduğu yer kapıya yakındı. Doktorun dediğine göre korkudan ödü patlamış. Vücudunda herhangi bir yanık izi de yokmuş. Zaten patlama sırasında yangın da çıkmadı.
-Şu iyi bilinmelidir ki burada yaşanacak bir patlamada en mağdur olan taraf işverendir. Çünkü bu tarz olaylar olunca işverenden kötü bahsediliyor. (Gazete Duvar’dan aktarılmıştır)
(Şimdi hep birlikte, ölüp giden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kalanlar için de ‘dikkat’ ve ‘dayanıklı safra keseleri’ mi dilemeliyiz!..)
…
‘Çoklu Baro’ konusu var bir de …
Kamu kurumu niteliğindeki bir tüzel kişiliğin ‘bölünmesi’ne yol açacak olan bu yasal düzenlemenin ardından Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu “tarihî” (!) bir açıklama yapmış:
“Ben Meclis ile bunları konuşmaya çalıştığım için suçlu ilan ediliyorsam, itiraf ediyorum ben bu suçu işledim. Ben Cumhurbaşkanımıza sorunumuzu anlatmaya çalıştığım için suçluyum. Meclise derdimizi anlatmaya çalıştığım için suçluyum. Derdimizi anlatmaya destek vermeyenler için ise takdir artık halkındır ve avukatlarındır. Derdimizi birlikte anlatsaydık başarılı olurduk. Ama bunu anlatırken diyecektik ki ‘Çoklu baroya hepimiz karşıyız, sebepleri şudur. Temsilde ise bir adaletsiz durum gerçekleşmiştir. Bunun da çözümü şudur.’ 50 bin kişilik İstanbul Barosu’nda 24 bin kişi seçime gitmiyor. 8 bin oy alan liste tüm sandalyeleri çıkartıyor. 42 bin kişi kendisini barosunda temsil edilmez gördü. Bu sorun kanun değişikliği ile yine giderilmedi. Kanun diyor ki, kendisini temsil edilmemiş hisseden gitsin kendi barosunu kursun. Hepimiz başka bir yol bulabilirdik. Baro meclisi kuralım ve herkes kendini temsil edilebilir görsün diyebilirdik. Kurul komisyonlarında, staj eğitiminde kazanan liste tüm eğitmenleri atama yetkisine sahip olmasın da seçime giren her grup eğitmen tayin etme yetkisine sahip olsun. Bunları diyebilirdik ama bunları konuşmayı reddedersek teklifi iyileştiremezsiniz.”
(Çok kötü bir savunma Sayın Feyzioğlu: Sorunun, “derdin anlatılmasına destek vermeyenler”den kaynaklanıyor olduğuna ilişkin bir ‘algı oluşturma çabası’ dahil, kurduğunuz cilalı cümleler arasında, iktidarın iradesine ve tarih içinde nerelere sürüklendiğimize ilişkin hiçbir farkındalık yok ne yazık ki!)
…
Trump’sız olmazdı.
CBS televizyonunda Catherine Herridge’in “George Floyd hakkında konuşalım, onun ölümünün korkunç bir şey olduğunu söylediniz. Neden Afro Amerikalılar kolluk kuvvetlerinin elinde ölmeye devam ediyor?” sorusuna şu yanıtı vermiş: “Beyaz insanlar da öldürülüyor. Beyaz insanlar da. Ne kadar berbat bir soru. Beyaz insanlar da öldürülüyor. Üstelik daha fazla. Daha fazla beyaz öldürülüyor …”
(Bunun üzerine herkes işi gücü bırakmış ve acaba Trump doğru mu söylüyor diye istatistik verilere dalmış veeee … Varılan sonucu yazmayacağım, çok merak ediyorsanız araştırıp öğrenebilirsiniz … Benim vurgulamak istediğim: Böyle bir saçmalık olur mu yahu! Diyelim ki Amerika’da kolluk kuvvetleri daha çok beyaz öldürmüş! Eeee n’olmuş? Bu, Amerika’daki ‘Afro Amerikalılar’ adına iyi-sevindirici bir durum mu olacak?)
…
Ve Ayasofya Camii …
Danıştay 10’uncu Dairesi’nin 2 Temmuz 2020 tarihinde aldığı kararla ‘Ayasofya Müzesi’ Cami oldu. Bu karar, davalı idare olarak Cumhurbaşkanlığı makamının temyiz hakkını kullanmamasıyla 10 Temmuz 2020’de Resmi Gazetede yayınlanıp kesinleşti. Bunun ardından ‘Liberal Gençler’in başlattığı ve ilk gördüğümde “biri kara mizah yapıyor” diye düşündüğüm ve halâ daha öyle düşünme eğilimi içinde olduğum bir gelişme yaşandı. Şanlıurfa ilimiz sınırları içinde yer alan, dünyanın en eski ve ilk tapınağı olan Göbeklitepe için “ibadete açılsın” çağrısıyla bir imza kampanyası başlatıldı.
Bugünkü buluşmamızı, bu kampanyanın çağrı metni ile noktalamak istiyorum:
“12 bin yıllık hasret son bulsun. Gönüller refaha kavuşsun. Göbeklitepe ibadete açılsın. Göbeklitepe’de Yahudi kardeşlerimizle Tevrat okuyacağız. Hristiyan kardeşlerimizle ayin yapacağız. Müslüman kardeşlerimizle namaz kılacağız. 12 bin yıldır sabrettik. Sabır taşı çatladı artık!”
(Fazla söze gerek var mı? Eğitile eğitile ulaştığımız yer, yani durumumuz bu …)
“Bu kadar uzun yaşamayı istemezdim, dünyanın bu halini görmeseydim…”
Bir süredir yoğun bakımda tedavi gören Yazar Adalet Ağaoğlu (91) aramızdan ayrıldı …
O’nun; “Ölmeye Yatmak”, “Bir Düğün Gecesi” ve “Hayır” romanlarından oluşan ‘Dar Zamanlar Üçlemesi’yle bugüne dek tanışmadıysanız, daha çok zaman yitirmeden mutlaka tanışmalısınız. Malûm: Hızla akıp giden zaman daralmaya devam ediyor!
‘Adalet Ağaoğlu okumak’ diye bir güzelliği, özelliği olmuştur gençlik yıllarımızın … O bizim ‘Adalet Teyzemiz’di. İçtenliğiyle “anne yarısı” olmayı hak etmişti hep … Yazarlığı hep çok içten gelmişti bana … Kitaplarını okumak onunla buluşmak, karşılıklı konuşmak gibiydi … 12 Eylül 2010 referandumunda ‘yetmez’ deyip ama ile devam ederek ‘evet’ oyu kullanması için sonradan “Bu benim belki de en son enayiliğimdi” sözleriyle yaptığı içten özeleştiriyi çok iyi hatırlıyorum … İçtenliği yeterdi bize, iyi gelirdi …
İstanbul Life Dergisi’nin kendisiyle yaptığı son söyleşide, “Yaşadığınız bu dönemde dünyaya gelmiş olmaktan memnun musunuz?” sorusuna yine içtenlikle “Hayır, bu kadar uzun yaşamayı istemezdim, dünyanın bu halini görmeseydim” yanıtını vermişti …
Nazım Hikmet’ten “Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşama”yı öğrendiğim için, hangi yaşta gelirse gelsin “her ölümü erken” olarak görürüm. Kendisiyle 89 yaşındayken yapılan bir söyleşide, ölümü çağıran “Geç bile kaldın Adalet, ölüm ne zaman gelecek” diyorum” sözlerine rağmen böyle bu …
Adalet Ağaoğlu’na, Gülten Akın’ın “Güz” şiiriyle veda etmeliyim diye düşündüm … Belki de sadece, “bu güz öleceğim. bütün işlerimi bitirdim” dizesi nedeniyle … Ve 4 Kasım 2015 tarihinde 82 yaşında aramızdan ayrılan Gülten Akın’ı da saygıyla, özlemle anarak …
GÜZ
“güz geldi. gözlerim karmakarışık. körüm ben
güz geldi. bunu saçlarımın döküldüğünden …
derler ki yaylada doğmuşum, denizin ardında
iniştir, yokuştur, geçer dizlerimden.”
gazel düştü derelere ay yarim
kavga bitti. silahını duvara as
başladı ocağın krallığı, ormana git
baltanı al köşeden, çocuklarımızı öp.
“uçurtma salıvermiş göğe aşağıdakiler, havasıdır.
çocuklar aşağıdakileri okuyor. ben körüm
ne güzel kokuyor gazeteleri kitapları
insem bir koklasam kendileri nasıl”
ben burda bağlıyım ay yarim
körüm ve yaşlıyım otuz yaşında
çocukları al, in aşağıya
dileğimdir, onlar görsünler
“güz geldi, açıksın yarim yarim
ben neyse. ben körüm. dereden öteyi bilmedim
ama bilirim bir koca yaz çabaladığımız
patatesin sana bir parça şayak etmediğini”
sor bakalım, adam diye kaydımız var mı?
ben körüm, biz eski, çocukları yazdır
patatesi alıcıya götür ver yirmi beşe
eşeğine bin türkü söyle dönüşte
dünyalık şeylere dünyanın parası gerek
oysa topraktan çıkardın yirmi beş liracık
kefenimizi al. sabunu lifini unutma
bir cennet ayırt hoca parasıyla birlikte
“bu güz öleceğim. bütün işlerimi bitirdim
derede yıkandım, cevize tırmandım. kuş ürküttüm
kaçırdılar on iki çocuk doğurdum. beledim gözledim
oğlan everdim. kız yetirdim. otuzuma vardım”
ağlama kız, deme incinirim yar yar
ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın
körüm, çelimsizim, göğnüğüm, hastayım.
sebebolanları nerde bulayım
adamdan içerli kuşlar ağlasın