BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Bu hafta seçtiğim konu çok özel: Zeytin!
Günlerdir ‘nasıl başlasam’ diye dolanıyorum yazının başlangıcında … Nihayet ilk cümle olarak, en çok bilinip kullanılan şu sözle başlamaya karar verdim:
“Zeytin, bütün ağaçların ilkidir!” (“Olea prima omnium arborum est!”)
Bu demektir ki, ‘hemşerilik’ ilişkimizin yanında kendisine hürmette kusur etmememiz gereken bir şey daha var: ‘Zeytin’ hepimizin en büyüğüdür!
Ahmet Arif’in ‘Anadolu’ güzellemesinde dile gelen Anadolu’nun şu dizeleri bence zeytinin diline de çok yakışır:
“Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Anan dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?”
Beni hep çok heyecanlandıran sözlerdir bunlar … Böyle böyle onlarcasını, yüzlercesini sıralayıp öykünmeleri de ekleyerek yazıyı okunamaz kadar uzatmaktan kurtarmalıyım ama birkaç bir şeyi de not etmeden geçemeyeceğim doğrusu …
Mitolojide, efsanelerde, kutsal kitaplarda zeytin ağacından; kutsallığın, bolluğun, bereketin, esenliğin, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın, ümidin, barışın, yeniden doğuşun, ölümsüzlüğün sembolü olarak söz edilir hep.
Örnekse … Zeus’un toplantıya çağırdığı Tanrılar Meclisi, Atina’nın koruyucu tanrısı olarak Athena’yı belirler. Deniz Tanrısı Poseidon’un denizden yarattığı rüzgar kadar hızlı ve çok güçlü ‘at’a karşı Athena’nın ‘zeytin ağacı’ armağanını seçer. Büyüyüp yüz yıllarca yaşayacak olan zeytin ağacının meyvelerinden elde edilecek sıvı ile sağlıklı-lezzetli yemekler yapılacak, zeytinyağı ayrıca yaraları iyileştirecek, geceleri kandilleri yakacak, gölgesiyle insanları konuk edip odunuyla onları ısıtacak olması gibi nedenlerle Athena’yı koruyucu tanrı olarak seçen Tanrılar Meclisinin kararıyla zeytin ağacı -barışın sembolü, yerleşik kültür ve bereketin temsilcisi olarak- Akropolis’e dikilir.
Mitolojik öykü daha bitmedi: Babasının Atina’ya koruyucu-hakim olamamasının öfkesiyle zeytin ağacını kesmek isteyen Poseidon’un oğlu Halirrothios’un başına gelene bakın siz hele …
Akropolis’e dikilen zeytin ağacını kesmek için baltayı sallayan Halirrothios’un elindeki balta ters dönüp kafasını keser!
Çok tanrılı dönemden sonra tek tanrılı tarihimizde de tüm kutsal kitaplarda ‘zeytin’ hep en büyük ilgiyi, itibarı görür, hep çok güzel sözler eşliğinde yer alır, anılır …
Bütün bu veriler gösteriyor ki, zeytin ağacı ile ilişkimizde ‘haddimizi bilmemiz’, asla ve asla hürmette kusur etmememiz ve hatta ‘karşısında önümüzü iliklememiz’ gerekir.
Peki biz ne yapıyoruz?
8 Ağustos 2020 tarihinde Milas Selimiye beldesi Kızılcakuyu ve Kılavuz köylerinde zeytinlik alan ve orman yangınlarına ilişkin olarak tanıklıklarını aktaran vatandaşlar, “Zeytinliklere müdahale edilmedi. 9 helikopter, 2 uçak zeytinlik alanlara bir defa su dökmedi” demişler, yetkililerce kendilerine zeytinlik alanlara ‘şahıs bölgesi’ olduğu için müdahale edilemeyeceğinin, orman bölgesine müdahale edilebileceğinin söylendiğini belirtmişler.
Yangın bölgesinde incelemelerde bulunduktan sonra vatandaşlarla bir araya gelen Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat, CHP Muğla Milletvekilleri Suat Özcan, Süleyman Girgin ve CHP Milas İlçe Başkanı İlgin Göktepe de bu büyük soruna dikkat çekerek tepki göstermişler.
Başkan Tokat, “Köylülerimizi dinledik ve olayla ilgili bilgi aldık. Binlerce zeytin ağacımız yandı. Buradaki hemşerilerimiz geçimlerini zeytincilik yaparak kazanıyor. 500 yıllık zeytin ağaçlarının yok olması ciğerimizi yaktı. Yangına müdahale hususunda çeşitli duyumlar aldık; konuyu yakından takip edeceğiz”,
CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, “Köylülerimizi dinledik ve olayı onların ağzından duyduk. Selimiye yangınında müdahale etme anlamında problemler var. Yangının ormana sıçraması tabiri caizse beklenmiş. Böyle bir anlayışı açıkçası kabul etmek mümkün değil. 1000 dönümden fazla zeytinlik alan yanar da bir damla su dökülmez mi?”,
Ve CHP Muğla Milletvekili Suat Özcan ise yangınla ilgili olarak Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli tarafından yanıtlanması istemiyle verdiği soru önergesinde yangının başladığı zeytinlik alanda müdahale olmadığı, yangının ormanlık alana sıçramasıyla müdahalenin geldiği yönündeki iddiaları sorduğunu belirtmiş ve konunun takipçisi olacağını sözlerine eklemiş.
Kendilerine teşekkür ediyorum. ‘Zeytin Dostları’nın da konuya tepki göstermesini (göstermişler de ben duymadıysam onlara da peşinen teşekkür etmek koşuluyla) istiyorum.
Bu, hiç olacak, yapılacak iş midir?
‘Orman yangını söndürme mevzuatında, ormanın yanındaki şahsa ait zeytinlik yanıyorsa, ormana sıçrayana dek bırakın yansın mı deniyor yoksa?’ diye sorup kendi kendime, bir süre çaresizce dolandım mevzuat kalabalığının içinde … Öylesi bir ‘zeytin düşmanı’ metne rastlamadım ama şöyle bir ‘madde’ buldum örneğin:
“Orman yangınlarında civar köy ve kasabaların 18 yaşını bitirip 50 yaşını doldurmamış bütün erkek nüfusu yangın söndürmekle mükelleftirler”.
Yani, ormana yakın (sanırım 10 kilometre çaplı bir daire içinde kalan) yerleşmelerden orman yangınını söndürmek için vatandaşı ‘mükellef’ (sorumlu, yükümlü) tutuyorsun ama sen, ormanın -bırak 10 kilometreyi!- yanıbaşındaki zeytinlerini yangına terk-teslim ediyorsun!
De ki, ‘öyle bir mevzuat var’ ve ‘o yetkili’ onun gereğini yapmış olsa bile:
‘Olmaz olsun öyle mevzuat’ denmeli ve hiç zaman yitirmeden yok edilip bu büyük ayıp ortadan kaldırılmalıdır …
Son sözü zeytin ağacına bırakıyorum:
“Siz gelmeden önce buradaydım siz gittikten sonra da burada olacağım!”
Yağmurun altında
Melih Cevdet ANDAY –
…
Yirminci yüzyılı yaşadım
Parlak suyunda boğulmuş sahipsiz
İnsan yeryüzünde durur, bulutlar
Bulutlar düşümüzde doludizgin
Soylu bir çılgınlıktı gündemimiz.
…
Mevsimler kurgularla oyaladı bizi
Tarlaya bırakılmış bir at gibi
Bağlı, yalnız ve özgür,
Umudumuz sabrın tutamadığı ırmak
Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.
Yirminci yüzyılı yaşadım
Dingin karşıtlıkların adını bulmalı
Sel gibi kuruyor yaşlılık, gençlik
Sanki melekleri gördük uzun saçları
Tanrının unutkan kuzgunu idik.
Nasıl unuturum ey doğa
Bana bir diyeceğin vardı, kalakaldım,
Vaktim yetmedi, ölüm kalım,
Bütün yüzyılları yaşadım
Vaktim yetmedi anlamaya.
…
Yaşayamadım yirminci yüzyılı
Kim yaşadı ki kendi yüzyılını
Akarsuyun dilinden sezenimiz yok
Orpheus’ tan sonra ben geldim
Giz dönüp baktığımız yerde kaldı.
Görüp de bilenimiz yok.
Ah acımasızdır uykusuz soru
Delice zeytin yerdi atamız Homeros
Biz yemezdik, aşılı zeytindi bizimki
Suskun arpa, uyur uyanık harlı toprak
Ama yüzyılımız hamdı, delice idi.
Yirminci yüzyılı yaşadık
O çağa bu çağa gömüldük
Bir şey var, susar, bakar durur
Ölümün soluduğu denizle varolan
Gökyüzünden başka çağ yoktur.
Oysa ne çok geçmiş var, ne çok zaman
Ne çok gelecek, ne az zaman
Benzerlikle karşılaştık, susalım,
Kapalı bir avuçtur sözcük
Neden açıp da sormak ister insan?
Sorup da dönenimiz yok.
Hiçbir yüzyılı yaşamadım
Tüy kuşun ruhudur, ses teni
Hep anlar gibi oldum duvara vuran güneşi
Nesne ve bilinç birdir, çağ atlattı beni
Bir hoş bilmece içinde yaşadım.
Dingin ol ruhum, belki uzaklarda
Bir yerde nicedir ilk dizeleri
Yaratılıyor acıklı destanımızın
Çağlar sonra hayranlıkla okunmak için
Belki benzer umursamazlığımız kahramanlığa.
Kalk dostum ormana gidelim
Geyik sesleri içine çökelim
Yeniden doğuş, kıvanç, uyum
Kurgular bir yana, biz bir yana
İlk kez düşünmeden görelim
Martılar gibi yağmurun altında