Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Bugünlerde yeniden bir şeyler olmaya başladı. İlginç görüşmeler, ilginç ilişkiler, ilginç söylemler, ilginç ittifaklar ve daha pek çok ilginçlikler yaşamaktayız.
Neden böyle diyorum, iki benzemez bir araya geldiğinde ister istemez yakın geçmişte söylenenleri anımsamadan edemiyor insan. Böyle olunca da bir miktar şaşırmadım desem yalan olur.
Kafamdaki ilk sorum şu; Milliyetçi Hareket Partisi ile Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni (DEM Parti) bir araya getiren nedir?
‘Eşyanın tabiatına aykırı’ dediğimiz bir durumu yaşamaktayız. Görüşmelerde bulunan, bir taraftan “terörist olarak suçlanıp”görevden alınarak yerine kayyum atanan Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk aynen şöyle diyor “Sayın Bahçeli’nin yaklaşımı ve söyleminden dolayı şok oldum”. İşte biz de bunu diyoruz.
DEM Parti’nin bildik düşünce ve söylemlerinin arasında “İmralı’dan çıkış talebi” yoktu. Evet sorunun çözümü için parti ve lider kadrolar olarak her fırsatta pek çok şey duyduk, ancak ağırlaştırılmış müebbet hapis almış bir kişinin hapisten çıkartılması, ev hapsine alınması ve hatta meclise gelip konuşma yapması talebi hiç olmamıştı. Ne zaman ki MHP lideri sayın Bahçeli böyle bir konuyu dillendirdi, o zamandan bu yana DEM Parti sanki yıllardır bunu her ortamda söylüyorlarmış gibi dillendirmeye ve tüm yasa ve anayasa bir tarafa bırakılarak hemen yarın çıkması gerekirmiş tarzında açıklamalar yapmaya başladı.Oysa ki her sürecin kendi pratiği vardır. Bu konuda ise henüz böyle bir pratik gelişmiş değil. Önümüzdeki günlerin ne getireceğini tabii bugünden bilemeyiz.
Bir diğer enteresan konu da, terör gerekçe gösterilerek 3 kez seçimle kazandığı belediye başkanlığı görevinden alınıp yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Ahmet Türk’ün çok önemli bir konuda devlet protokolünde görüşmeci olması.
Bir devlet mevcuttaki Anayasa ve yasalara uygun davranır, davranmalıdır da. Sonradan pek çok kişi ve kuruluş bu işin altında kalırsa kimse şaşırmasın. Bu konuda pek çok örnek mevcut, son örnek Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer.
Gelelim biz konumuza. Şimdi bu olanlara kim ne diyor?
Yine anımsıyorum da, Rus uçağının düşürüldüğü zaman ilk tepkilerde; “emri ben verdim”, “hayır ben verdim” yarışına şahit olmuştuk. Sonra olanları hepimiz biliyoruz. Yitirdiğimiz canları, dilenen özürleri ve görüşme kapısında beklenmeleri.
Adına ne dendiğini henüz bilmemekle birlikte tarafların ne istediğine dair 7 maddelik liste dışında henüz bildiğimiz pek fazla bir şey yok. Bunun dışında dedikodu tarzı bazı şeyler duysak da burada ifade edebileceğimiz kadar doğrulanmış değiller. Yine bu denli önemli bir konuda kamuoyuna düzenli şekilde bilgilendirmelerin yapılmasının, kısıtlanacak bilgilerin ise en azından mecliste bulunan partilere şeffaf biçimde açıklanmasının,görüşmelerin sağlıklılığı açısından gerekli olduğunu düşünüyorum.
Konunun görüşme zemininin TBMM olmasını da ayrıca önemli bulduğumu burada ifade etmek isterim.
Ayrıca konuyu gündeme getiren tarafça, “bu bir süreç değil, bir müzakere yok, kayıtsız şartsız silahları teslim edecekler” denmesi, asıl icra yetkisi olan Cumhurbaşkanının ise sadece izliyor olması gelecek açısından başarılı bir son beklentisini azaltmakta.
Oysa ki zemin olarak asıl mührü elinde bulunduranlar “devletin kadife eldiveni içinden demir yumruk çıkar ve gereğini yapar” veya “ya silahları gömersiniz ya silahlarla gömülürsünüz” gibi şeyler söylemekteler. Yine geçmiş örneklere dayanarak, sonunda “ben uygun bulmuyordum” denebilir diye düşünüyor insan.
Yani yarın, “orada ne oluyor” denirse hiç şaşırmam. O gün gelirse de, bugün öne geçmek, resimlerde yer almak için gayret sarf edenler zor günler geçirebilir. Olmasını istediğim için değil, geçmiş örneklerde olduğu için söylüyorum.
Tam da burada bugün bunları konuşuyorsak, bunun Suriye’de yaşanan durumla ilgisi olmadığını sanırım kimse söyleyemez.
Peki Suriye konusu neden Türkiye’nin 40 yıldır yaşamış olduğu bu durumun, terör yurt içinde bu kadar zayıflamışken hiç olmadığı kadar üst perdeden gündeme getirilerek konuşulmaya başlanmasının, uluslararası durumda neyi ifade ettiğini de anlamak için biraz zamana ihtiyaç var. En azından benim için.
Ne demiştik, Suriye’de bu durum olmasaydı bu konu gündeme gelir miydi?
Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçilmek istemesi, olursa bunun tekrar seçilecek oy çoğunluğuna sahip olunması ve bununla ilgili anayasa değişikliği gerekirse anayasayı değiştirecek çoğunluğun elde edilmesiyle ilgili bir ilişkisi var mı diye sormak da akıllara gelmekte.
Yeri gelmişken DEM parti tarafında işlerin karışık olduğunu düşünüyorum. Parti üst yönetimi bir anda, görüşmelerde sanki biraz arka planda kaldılar gibi. Bu da parti kurumsal kimliğinde bazılarını rahatsız etmişe benzer. Ancak yine de hep bir ağızdan “bu konuda yetkili İmralı” demekteler.
Diyelim ki İmralı devletin istediğini söyledi. Gelin manzaraya buradan bakalım. Yurt içinde silahlı terör örgütü etkinliği neredeyse dipte. Üstelik “ayakkabı numaralarına kadar biliniyor”deniyor. O zaman silahları kim bırakacak? Yurt dışındaki unsurlar mı? Onların, silah bırak dendi diye bırakacaklarına kim inanıyor?Zaten neden bıraksın? Kim onlara ne yapabiliyor ki? ABD, İngiltere ve İsrail arkalarında, en azından şimdilik. Mesele Suriye’nin kuzeyinde ve Fırat’ın doğusundaki unsurlar. Bu unsurlara Suriye yönetimi “silah bırak bize katıl” demektedir, ancak şu ana kadar olumlu bir yanıt alınamadı. Neden mi?
Bugünlerde Londra’da Parlamento binasının bir salonunda bu unsurlar ile İngiliz Parlamenterler görüşmeler yapmakta. Rojava “Suriye’de barış, ancak federal bir çözümle olabilir” demekte. Kim diyor, İlham Ehmed veya Ahmed. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Konseyi Eş Başkanı Suriyeli politikacı. Yaklaşık 100 yıl önce Sykes-Picot Anlaşması, İngilizler ve Fransızlar arasında imzalanan, Rusya ve İtalya’nın onayladığı Anadolu, Ortadoğu ve Arabistan coğrafyalarının paylaşımını içeren bir anlaşmadır. Anadolu kısmına 1920 Sevr ile yapılmak isteneni Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki 1919-1923 Kurtuluş Savaşı ile dur denilmiştir.
Gelelim Londra toplantısına, işte bu toplantıda “100 yıl önce çizilmiş düz çizgileri düzeltiyoruz” denmekte.
Şu an Türkiye’nin istediği işte bu, Rojova konusunun çözülmesi. Buna da ne İmralı ne de DEM bir şey diyecek durumda değiller. Kendilerinin de bunu bildiğini düşünüyorum. Rojova, Türkiye’de yaşanan durumu çelişki olarak tanımlayarak “bir sürecin başladığını, ancak saldırgan tutumun da devam ettiği”ni belirtmekte. “Kürtler arası ittifak çabalarının yoğunlaştığını, ciddi şekilde ilerlediğini ve bu diyalogların kader belirleyici olduğunu, yakında olumlu haber vermeyi umduklarını” ifade etmekteler. Toplantıya eski Diyarbakır Belediye Başkanı ve Milletvekili Osman Baydemir de katılmış. Hatta Londra’da çok pahalı bir otelde 10. Yıl kutlaması yapacaklarına dair haberler var. Bu kadar pahalı bir otel derken maliyeti ne acaba, parasını kim veriyor diye düşünüyorum. Sanırım İngilizlerdir. Açıkçası, parasını başkasının verdiği trene biniyorsan gideceğin yönde özgür olmak zordur sanırım.
Rojova derken, kendilerine Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi diyorlar. Kürt, Arap, Çerkez, Süryani ve Türkmenlerin yaşadığı bir coğrafya. 2019 yılında de facto özerk yönetim ilan ettiler. Suriye dahil hiçbir ülke henüz tanımadı.
Kuzey Suriye’de 10. veya 11. yüzyıldan bu yana var olan ve nüfusları bugün için 3,5 milyona kadar çıkabildiği söylenen coğrafyanın bir gerçeği Türkmenlerden ise pek bahsedilmemekte.
Tekrar konumuza döndüğümüzde, yaşadığımız süreçte samimiyetin ve şeffaflığın olmadığını söylersek yanlış olmaz. Taraflar süreci, hukuki zemine aldırmadan yürümekteler. 309. Maddeden hüküm giymiş biri siyasi pazarlıkta. Bu konuda yasal düzenlemelere ihtiyaç varsa önce onlar düzenlenmeli. Kanuni ve şeffaf olması önemli. Ayrıca işin duygusal yönü de unutulmamalı. Çok acılar çekildi, yok sayılamaz. Siyasi partiler gibi diğer demokratik kitle örgütleri de konuya iştirak etmeli, en azından dinlenmeli. Bir taraf “silahları bırakın, bu işten vaz geçin” derken, diğer taraf aslında ne diyor tam olarak bilmiyoruz. Çok bedellerödenmiş bir konu. Sadece doğrudan muhatap olanlar değil tüm ülkenin bu bedeli ödediğini de unutmamak gerek.
Neden diyorum; samimiyseniz, şeffafsanız, demokratik teamüllere göre yürüyorsanız bir şans olabilir. Barış da bu şansı bulmalıdır. Var olanların da haklarını ve duygularını yok saymadan. Yoksa bir bakarsınız MHP bir anda başka şeyler söylüyor olabilir, sabah 180 derece farklı bir şey anlatıyor olabilir. İktidar ise “ben böyle bir şey demedim, böyle şey mi olur, biz böyle bir durumu kabul edemeyiz” diyebilirler. O takdirde görüşenler ne olacak, onların arkasında olan partilerinin durumu nasıl olacak, yoksa görüşenleri içeri alıp partilerini kapatmayı mı konuşuyor olacağız?
Sonuç olarak, birden bu konunun Suriye’de Esad gidince ortaya çıkmış olması, hiç olmadık bir taraftan sürecin başlatılması, kanun ve hukuk teamüllerine aykırı yol alınması bana doğru bir şeylerin olmadığını söylüyor. İktidarın bu suskunluğu ise hayli ilginç.
Yeniden birilerinin (ABD, İngiltere ve İsrail) çizmeye çalıştığı sınırlar barış getirir mi, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet varlığının zayıflatılması, yok sayılması, farklı hayaller kurulması coğrafyaya ne getirir ne götürür herkes bu hesabı iyi yapmalı.
Şimdi tüm bunlar Anayasayı değiştirmek ve/veya seçimler ile yeniden iktidara devam edebilmek için mi? Hepimiz dikkatli ve samimi olmalıyız! (14 Ocak 2025)