BAKTIKÇA – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
Pencere.
Orhan Veli Kanık, üç dizelik “İçerde” şiirinde onu “Pencere, en iyisi pencere / Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa / Dört duvarı göreceğine” diye övmüş, göklere çıkarmış haklı olarak.
Pencere, en önemli yerlerin başında gelir yaşamda.
Penceresiz bir yaşam düşünemiyorum.
Sizi sınırlıyormuş gibi görünse de ufkunuzu geniş tutmak düşlerinizin elinde. Pencere, uçabilmeniz için bir ilk hız verir size. O ara uçtunuz uçtunuz.
Uçabilmek için odaklanmalısınız her şeyden önce. Odaklanamazsanız olmaz. Odaklanamazsanız hiçbir şey yapamazsınız. Oturup yerlere bakakalırsınız. Yerler hep yerli yerindedir ve siz bunu bile farkedemezsiniz. Çünkü yoksunuzdur orada. Yoksunsunuzdur. Günler sizsiz kalır, gelir geçer. İçinizde en ufacık bir ‘işe yarama duygunuz’ bile olmadan.
Oysa, bir tek pencere bile birçok pencereye uçabilmektir.
Buluşabilmektir. Örnekse: Göz göze diz dize buluşmak, en verimli işlerinin başında gelir insanın. Buluşma enerji kaynağımız oluverir. Bitmez tükenmez. Çünkü buluşmak çoğaltır, çoğullaştırır.
Çoğullaşmanın güzelliğini en güzel anlatan örnek arıların bal üretmesidir. Çalışmak da en çok, arılarınkiyle kıyasla değerlenir, değerlendirilir. Bütün bu yolları katederek itibar kazanan birleşik kelimelerimizden biridir ‘oğul balı’. Muğla’da torunlar; genç arılarca üretilen ilk bal olan çok değerli ‘oğul balı’ olarak adlandırılır. Muğla’nın kendimizi ifade edebilmemize, yani gönül dilimize en sevdiğim katkılarından biridir bu. Anadolu, bu anlam zenginleştirici katkılarıyla gönül dilimize kazandırdığı sevgi sözcükleriyle dopdolu bir diyardır … Bu büyük deryanın ürünlerinin, örneğin şarkı sözlerinin suçlu ilan edilmesi ise kuraklıktır. Susuzluktur. Ölümcüldür. Ölümdür.
…
Neyse ki yağmurlar geldi yine.
Yağmurlu hava iyidir. Üstelik hem yağmurlu hem de hafiften esintili olursa ne güzeldir. Kim bilir ne kadar uzaklardan yanıbaşınıza toprak toprak kokulu havalar gelir. En güzel kokudur toprak. İçiniz içinize sığmak nedir bilmez kokudan. Küçücük bir tohum olmak neymiş anlayıverirsiniz o an. Birden büyümeye başlarsınız topraktan ilk pencerenize doğru. Üstünüz başınız gökyüzü, işiniz gücünüz yeryüzü. Nerdeeen nereye …
Benim en güzel penceremde bir armut ağacım var. Yapraklarının rengiyle beni büyüleyen. Büyüleyerek büyütüyor beni her yıl bu zamanlar. Yeşilden sarıya öyle bir geçişi var ki: Tam bir aşk hali! Her yıl bu zamanlar, penceremden göremediğim ıhlamur ile buluşup bir güzel koluma girerek beni Hüseyin Serin’e, Günay Karadağ’a götürürler örneğin. Her babayiğidin harcı değildir bu. Onlar yapıverir. Hatta konuşmalar:
Hüseyin Serin, “Havalar mı serinledi yoksa bana mı öyle geliyor” deyiverir, gülümsetir beni.
“Eeee Hüseyin, zaman böyle böyle geçiyor işte” der, “Günay Abi nerde?” diye eklerim.
“Üstüne bir ceket alıp gelecek” der Hüseyin Serin.
…
‘Gelecek!’
Buraya kadar yazmaya çalıştıklarımdan öğrendiğim şudur ki: Pencereler gelecektir.
Bugünümüzün içinde büyüttüğü tohum. Gözbebeğimiz. Oğul ballarımız.
Pencereler geçmişimizdir de aynı zamanda. Annemin yıldız yapraklı kırmızı sarmaşık çiçeklerinde arılar vızır vızır penceremde. Sarı çiçekler de öyle. Hepsi. Bizden geriye ne kalacaksa geleceğe de o kalacak.
…
Bütün bu yazdıklarımdan her kim neyi anlamışsa anlar. Verebileceğim tek ifadem budur. Ben her kimsem onu yazarım çünkü. Siz sevgili okur-yazarlarıma giden anlamlarım da anlamalarımdır aslında. Hayat budur aslında. Daha iyi bir özeti yoktur.
Sonuçta, demek istediklerim hakkında ifade veremem.
Nedeni basittir: Özgürlük ve bağımsızlık benim de en güzel karakterimdir çünkü …




