Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Uzun bir süredir konularımızın pek çoğu yaşanan sıkıntılar üzerine. Bunda da haksız değiliz. İçinde bulunduğumuz durum pek çok insan için zor yıllar. Hatta dünya ölçeğinde de bu böyle. O nedenle de bu konuların gündemi işgal etmesi ve yazılarımızın da bu konudaki eleştirileri içeriyor olması yanlış değil. Ancak bugün tüm bunları bir kenara bırakıp, UMUT üzerine bir şeyler ifade etmeye çalışacağım. Aynen doğamız gibi.
Hayatımın pek çok evresinde hem kendim hem de çocuklarım ve yakınlarım için, karşımıza çıkan zorluklar sırasında bir çözüm bulamadığımız ya da çok sıkıntıda olduğumuzda genellikle şunu derim: “Doğaya bak, o nasıl çözüyorsa onu izle. Ki doğa er ya da geç mutlaka bir çözüm bulmakta.”
Ancak insanın bu konuda daha hırslı ve karşı durmaya hazır bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Doğa ile kavga edebilecek kadar. Tabii bu bazılarımız için var olan bir durum. Çoğumuz ise karşılaştığımız durumlarda daha kabullenici veya kaderci bir duruşu sergileyebilmekteyiz. Bunu yaparken de sorunun mazeretini kendisinden daha fazla ortaya koyar ve destekleriz. Oysa umut öylesine değerli bir duygu ki!
Her şeyin bitti dendiği yerde güneş gibi parlamak için sanki kapı arkasında bekler. Yeter ki onu iste, ona ulaşmak için çabala, ama samimiyetle!
Küçüklüğümden beri hep ‘bu dünya nasıl böyle olmuş’ diye düşünürüm. Sonra, ‘cesaretle ve umutla’ diye yanıtlarım. Çünkü ne olduysa, ‘şu tepenin arkasında ne var diyenler ve bu uğurda umudunu hep diri tutanlar’ sayesinde oldu.
Evet, umut yaşama inancımızı ayakta tutan ve bizi ileriye, geleceğe doğru iten bir güç. Önünde ne denli zorluklar olsa da, umut sayesinde hepsinin üstesinden gelinmiş, Gelinecek de.
Geçmişe dönüp baktığımızda bu konuda pek çok örneğe sahibiz. Hemen bazılarından bahsedeyim.
Edison, ampul konusunda, nasıl bulduğu ile ilgili halk arasında anlatılır, bin denemede buldu diye. Sonra neden bininci deneme denince, “dokuz yüz doksan dokuz deneme olmasaydı bulamazdım” diye anlatır.
Ona bunca denemeyi yaptıran ve bugün gecelerimizi aydınlatan buluşunda denemelere devam ettiren güç neydi? Bu güç Umut’tu.
Hepimiz anımsarız, salgın sırasında evlere kapandık, pek çok işyeri ya kapandı veya evden çalışmalarına devam etti. Bir karamsarlık ve sıkıntı halini toplumca yaşamaya başladığımız günlerde, deniz sularının temizlendiği, Haliç içinde yunusların dolaştığı görüntüler hepimize ne denli moral ve geleceğe dair umut aşılamıştı, değil mi?
İnsan vücudunda da birçok zorlukla baş etmeye dönük sistemler ve oluşumlar mevcut. Normalde hiç yapamayacağımız bazı şeyleri, sırası geldiğinde organizmamız zora düştüğünde bir kereliğine bile olsa bunu yapabilme şansı veriyor. Bunu sağlayan adrenalin değil mi? İşte vücudumuzdaki bir bezden salgılanan bu birkaç damlalık sıvı, hayatta kalmamız için bize nasıl bir kıvılcım oluyorsa, umut da yaşamamız ve geleceğe yürümemiz için bizlere büyük bir güç veriyor.
O nedenle ümidini kaybeden kişiler de, topluluklar da önlerindeki engelleri aşmakta başarılı olamazlar.
Kendi tarihimize bakalım, çok uzağa gitmeye gerek yok. Sevr anlaşmasıyla bir ülke ve milyonlarca insan yok sayılmış, çorak küçük bir toprak parçasına sıkıştırılmış. Ellerinde zaten olmayan varlıklar bir yana, onurları ve devletleri yok edilmiş. Hasta ve yorgun ve işgal devletlerinin çizmeleri altında ezilen halk içinde bazı kişiler kurtuluş olarak büyük devletlerin boyunduruğu altına girmeyi önerirken, tüm bu yokluklara rağmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir güneş gibi doğarak hem düşmanları ülkeden atmış, şerefli bir barış antlaşması yapmış ve tam bağımsız bir Cumhuriyet kurabilmiş. Az zamanda da ülkede gerekli olan her şeyi üretecek bir ekonomik hamleyi gerçekleştirebilmiş. Bu, umutla beslenmese ve cesaretle bu umudun peşinden koşulmasa olabilir miydi?
İşte, ne zaman bir umutsuzluğa kapılsak gerek doğaya gerekse bu ülkenin nasıl var olduğu-kurulduğuna bakarak durumumuzu yeniden gözden geçirmeliyiz.
Geçende bir arkadaşımdan resim gelmişti. Açtım, baktım ve gördüğüm şuydu. Her yer asfalt ve beton. Ortada yeşile, doğaya dair hiçbir şey yoktu resimde. Ancak biraz daha dikkatli bakıp, resmi de biraz büyütünce kaldırım ile asfalt yolun kesiştiği noktada küçük yeşil bir dal ve tepesinde sarı yaprakları olan bir çiçek olduğunu fark ettim. Bu bana şunu söyletti, “umutsuzluk etmeye hakkım yok”.
Bunu tüm zorda olanlar için söyleyebilirim. Umutsuzluk etmeye hakkımız yok. Belki hemen önümüzde bir kurtuluş yolu var, ancak ona ulaşmak için umudumuzu korumak, yerimizden kalkmak ve gücümüzü toplayarak o yolda yürümeye başlamak gerek.
Bugün, içinde bulunduğumuz durumda hepimizin zorlukları var, ancak hepimiz bunları aşmak için çaba sarf etmekteyiz. Bunu yaparken de geleceğe dair bir hedefimiz, bir beklentimiz var. Umutla bunun olması adına bir mücadele içindeyiz, pek çoğumuzun olduğu gibi.
Bu çaba, karnımız doyurmak için de olacaktır daha iyi bir gelecek kurmak için de olacaktır, girdiğimiz okulu bitirmek için de olacaktır, çalıştığımız işte daha başarılı olmak için de. Ve tabii sonunda daha iyi, adil ve refah içinde geleceğe güvenle bakmak için olacaktır.
Bunu önce kendi çevremizde, sonra ülkemizde ve yaşadığımız dünyada gerçekleştirmek için çabalamalıyız.
Umut, geleceğe dair bizi iten bir güç olarak, ateşi hiç söndürülmemesi gereken bir duygudur. Ve bu duygu, bizi güzel bir geleceğe taşımak için hep yanmalıdır.
Umudunuzun ateşi bol olsun! (18.11.2025)



