Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER –
Bir zamanlar mektup bekleyen yüreklerin, şimdi mavi tiklere takılı kaldığı bir çağdayız. Aşk, eskiden bir ömürlük bağlılık anlamına gelirken, şimdi çoğu zaman bir bildirim sesi kadar kısa sürüyor.
Peki, gerçekten sormak gerekirse: Biten aşkların yerini bugün ne aldı? Yalnızlık mı? Özgürlük mü? Yoksa sonsuz bir belirsizlik mi?
Zygmunt Bauman’ın meşhur “Akışkan Aşk” kavramı, günümüz ilişkilerini tanımlamakta oldukça işlevsel. Bauman’a göre modern birey, bağ kurmakla bağlanmak arasındaki farkı ayırt edemez hale gelmiştir. Aşk, bir yatırım aracı gibi görülmeye başlanmış, duygusal bağlar, yerini “hazza dayalı tüketim” ilişkilerine bırakmıştır.
Bauman, ilişkilerin bu denli kırılgan hale gelmesini “güvenlik ile özgürlük arasındaki gerilim”e bağlar: İnsan hem sevilmek hem de özgür kalmak ister; fakat bu ikisi bir arada mümkün değildir.
Anthony Giddens da benzer biçimde modern ilişkilerin artık “saf aşk” anlayışı üzerine kurulduğunu belirtir. Yani bireyler artık aşkı bir zorunluluk değil, karşılıklı tatmin sağlayan bir deneyim olarak görmektedir.
Bu anlayış, aşkın kutsallığını değil; işlevselliğini ön plana çıkarır. Böylece ilişkiler, ihtiyaç karşılanmadığında kolayca terk edilen birer “duygusal sözleşme”ye dönüşür.
Ama biz ne yaptık? Biten aşkların ardından neyi koyduk hayatımıza?
Çoğu zaman boşluk… Ve o boşluğu ya sosyal medya ile ya da yüzeysel ilişkilerle doldurmaya çalıştık. Artık biriyle yaşamak değil, birini hayatımıza kısa süreli misafir etmek istiyoruz. Çünkü kalıcı bağlardan çok, geçici rahatlıklar peşindeyiz.
Psikolojik olarak baktığımızda, bireylerin duygusal bağ kurma yetisi zayıfladıkça, yalnızlık hissi daha derin hale gelir. Ancak bu yalnızlık, dışarıdan bakıldığında çoğu zaman görünmez. Çünkü dijital dünyada, çevrim içi olmakla gerçek anlamda “hayatta” olmak birbirine karışmıştır. Herkes görünürde birileriyle konuşur, paylaşır, güler… Ama içten içe eksiktir. Aşkın yerini “etkileşim”, sevginin yerini “beğeni” almıştır.
Oysa aşk sadece “birlikte olmayı” değil, “birlikte kalabilmeyi” de gerektirir. Bu yüzden biten her aşk, yalnızca iki kişinin hikâyesi değil; aynı zamanda toplumun duygusal evriminde bir izdir.
Şimdi sormak gerek:
Aşktan kaçarken, kendimize mi yakalanıyoruz?
Ve belki de en çarpıcı gerçek şu:
Aşkı unutan toplumlar, sevmenin değil, unutmanın yollarını öğretir birbirine.
Dipnot:
Aşka dair sorular zihninizi meşgul ediyorsa ve duygusal boşlukların sizi yorduğunu hissediyorsanız, bir uzmandan psikolojik destek almanız, hem bireysel farkındalığınızı hem de ilişki kurma becerilerinizi güçlendirecektir.



