Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Bu hafta konumuz su. Siyasi ablukadan kurtulup yaşamsal konulardan biri olan ve son zamanlarda öncelikle büyük kentlerimizden başlayan su kesintileri ile yeniden hatırladığımız su konusu hakkında düşüncelerimi paylaşacağım.
Özel sektör yöneticilik yıllarımda bir şeyi iyileştirmek veya düzeltmek anlamında bir sorunu çözmeye çalışacağımız zaman öncelikle durum tespiti yapar, kayıtlara geçirir, sonra da ilgili arkadaşlar ile beyin fırtınası ve benzeri metotlar ile nasıl iyileştirebileceğimizi tartışıp ortak noktada eylem planını hazırlardık. Ancak uygulamayı ölçerek, nasıl bir gelişme olup olmadığını da ölçüp kayda geçirerek, çözümde ne durumda olduğumuzu görerek gerekli iyileştirici çalışmaları yapmaya devam ederdik.
Yıllarca, gelecek iklim krizi veya iklim değişikliği konuları konuşuldu. BM genel kurulunda dahi, bu konuda dinozorların yok edilmesinden günümüze pek çok olay anlatılarak dünyanın yok edilişe doğru hızla gitmekte olduğu anlatıldı, anlatılmakta.
Bu konuda uluslararası bir anlaşma yapılmaya çalışılsa da asıl kirleticiler bu anlaşmayı imzalamadı.
İklim krizinin Anadolu’ya girişinin İzmir’den olacağı ve gittikçe Anadolu içlerine yayılacağı söylenmekte ve yazılmaktadır.
Peki biline biline gelen bu tehlike için ne yapıldı derseniz, benim düşüncem koca bir hiç!
Şimdilerde su kesintileri büyük kentlerde başladı ve yakında yağmur yağmaz ise çok kötü günler yakındır. Yağmur yağsa bile önümüzdeki yıllar bu konuda bir şeyler yapılmazsa su kesintileri de çare olmayacaktır.
Oysa pek çok bilim insanı ne yapılması gerektiğini söylemekten tükendiler, ancak devleti yönetenler bir küçük adım dahi atmadılar.
Oysa çok değil, 90’lı yıllarda dahi gıda konusunda hiçbir sorun yaşamayan, aç kalabileceğini asla düşünmeyen, su konusunu ise asla konuşmayan bir ülkeydik. Sadece 40-50 yılda geldiğimiz nokta, doyuramadığımız çocuklar ve kuruyan göller, yok olan yer altı suları, kirlilikten akmasa daha iyi olur denilen dereler, nehirler.
Önce şunu diyelim, kuraklık önemli ölçüde iklim koşullarına bağlı bir durum. Kuraklığın etkisinin ne derece olacağı, toprağın ve suyun durumuna bağlı bir durum. Aynı şekilde aşırı yağışların, sel felaketine dönüşmesi de kader değil. Önlenebilir durumlardır bunlar. Su kaynaklarının verimli kullanılması ve temiz kalması, toprakların organik zenginliği, ormanlık alanlar ve sulak alanlar gibi su kaynaklarını besleyen ve suyu depolayan alanların korunması, kurak geçen mevsim koşullarına ve yağışların şiddetlenmesi gibi durumlarda en büyük güvencemizdir.
Ülkemizde 25 su havzasının sadece dokuzunda su stresi bulunmamakta. Su stresi olmayan alanlar Batı ve Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Doğu Anadolu havzalarıdır. Diğer havzalar az veya çok risk altında yaşamaktadır.
Örneğin, nüfusumuzun yüzde 28’inin yaşadığı Marmara bölgemizde, su akışı, toplamın içindeki payı sadece yüzde dört. Oysa daha yeni olarak Sazlıdere su havzasına 6 ay içinde yeni inşaatlar ile yeni bir ilçe eklendi. Ondan önce de İstanbul Havalimanı yapmak için Kuzey Ormanları kesilmiş, göçmen kuş yatakları yok edilmiş, bunu yaparken de çevre bağlantı yolları adına binlerce kilometrekare su havzaları ve orman alanları yok edilmişti. Buna aynı hızla devam edilmekte.
Ege Bölgesi, stresli alan içinde olmanın yanında aşırı kirlenme ile kendini yenileme kapasitesi süratle düşen bölgelerimizden. Buna özellikle Konya ve komşu illeri kapsayan Orta Anadolu’nun özellikle Güney kesimlerini de sayabiliriz.
Oysa 2021 yılında ‘Su Şurası’ toplanmış ve 28 maddelik bir bildiri yayınlamıştı. Bu bildiriye göre, su kaynakları tükenme sınırına ulaşmadan korunması, verimli kullanılması ve doğru yönetimi ülkemiz için bir zorunluluk. Kalkınma planları da dahil (ki ortada böyle bir kalkınma planı yok) bütün ulusal planlarda su kaynaklarının korunması hususunun yer alması var. Bu o kadar önemli ki, çünkü su, ekonomik büyüme, kırsal ve kentsel gelişim ve sektörel kalkınmanın en temel bileşenlerinden. Suyun mevcut durumunu göz önüne almadan yapılan planların hedeflerine ulaşması zor veya çok riskli.
Ne güzel yazmışlar değil mi? Ama yaşadığımız hayat hiç de öyle değil. Adamlar Salda gölü kıyısına asfalt döküyor, hazine var arayacağız diye, binlerce yıllık gölü kurutuyorlar.
Şura bir başka kararında, suyun verimli kullanılmasını önermekte. Temiz suyun yüzde 75’i tarımsal alanlarda kullanılmakta. Bu vahşi sulama yöntemi, suyun verimsiz kullanılması yanında toprağın da verimsizleşmesine neden olmaktadır. Peki durum değişti mi? Hayır!
Bir başka su canavarı da madenler, özellikle altın madenleri. Ormanları yok eden, toprağı uzun yıllar belki de bir daha hiç kullanılamayacak hale getiren ve yer altı sularını tüketip yok eden canavarlar. Öyle ki aldıklarını aldıktan sonra geriye ay yüzeyindeki gibi bir toprak parçası, ancak yüzlerce kilometre ötedeki yer altı sularını da tüketebildiği için kimsenin hemen görmediği kuraklıkların nedeni.
Peki bu konuda iktidar önlem alıyor mu? Hayır!
Üstelik yeni bir karar ile maden sahalarında kesilen ağaç kadar yeniden ağaç kesebileceksiniz diye izin veren kanunlar çıkarmaktalar.
Yani yok etmeye devam deniyor.
O nedenle ülkeyi yönetenlerden bu konuda bir iyileştirme beklemiyorum.
Onlar en olmadı, kalın ve yüksek duvarlı sitelerinin içinde, paralar vererek sağlıklı ve güzel bir yaşamı yaşayabilir, buraların korunması için dışardakilerden bir miktar para ve imtiyaz ile kendilerine paralı koruma orduları tutabilirler. Hatta işlerini yaptırmak için dışarıdakilerden para ile güvenlik araştırmalarından geçen bir temizlikçi ordusu da oluşturabilirler.
Peki dışarıda kalan milyonlar ne olacak?
Böyle olmaması için mutlaka sivil örgütlenme yapılarına önem vermek ve dahil olmak gerek.
Bu konuda yapılabilecekleri ikiye ayırabiliriz.
Birincisi ülkeyi yönetenlerin yapmaları gerekenler, diğeri yerel yönetimlerin ve kişilerin yapabilecekleri.
Devlet yönetimi neler yapabilir başlığında, önce var olanı korumak olmalıdır. Su kaynaklarını yok eden vahşi madenciliği, orman talanını, her dereye HES izni vermeyi durdurmalıdır. Tarımda yapacakları denetimler ile çiftçiyi eğitip, kredi imkanları ile vahşi sulamadan damlama sulamaya geçilmelidir.
Su havzalarının imara açılması önlenip, yakınlarında hiçbir su kullanım işine izin vermemelidir.
Baraj imalatları artırılarak suyun kıt olduğu zamanlarda bu barajlar halka su sağlamalıdır. Aşırı buharlaşmaya karşı, baraj üstlerine güneş enerji panelleri konarak, suyun buharlaşması önlenmeli ve aynı zamanda enerji üretimi sağlanmalıdır.
Nüfus dağılımında su ve diğer kaynakların kullanımına göre bölge nüfuslarına müdahale edecek (özendirecek veya maliyetli kılacak) nüfus planlamaları yapmalıdır.
Su her yurttaşın doğal hakkı olup, her yurttaşa yeterince su sağlamak devletin görevidir.
Peki yerel yönetimler ve yurttaşlar olarak neler yapabiliriz diye düşündüğümüzde, küçük adımların büyük sonuçları getirebileceğini aklımızdan çıkartmayalım.
Önce Yerel Yönetimler ne yapabilir? Şehir içindeki su kaynaklarının korunması önceliği olup, özellikle yağmur sularının kanalizasyonlara karışması önlenmeli ve mümkün olduğu kadar bu suların yer altına depolanmaları planlanarak adım adım yapılmalı. Yurttaşların su kullanım eğitimini okullardan başlayarak vermeliler. Aşırı su kullanımı gerektiren park ve bahçe sulamalarında alanları farklılaştıran veya en az su kullanan seçenekler ile bu alanları rehabilite etmeliler. Günümüzde su hizmeti yerel yönetimlerce yurttaşa verilmekte, bedeli de yine yerel yönetimce tahsil edilmektedir. Kullanılan metreküpe göre tarifeler ile bu konuda su tasarrufu yapılmaya çalışılsa da, zengin istediği kadar kullanır anlayışına gelen bu model daha farklı ve adil bir yapıya dönüştürülmelidir. Musluğu açıp boşa su harcayan birinin “sana ne, parasını vermiyor muyum” anlayışı kabul edilemez. O halde her konutun yaşayan kişi sayısına göre insana yakışır miktarı normal ücret, üzerinde lüks diyeceğimiz miktar birkaç kat ücret olabilir, ancak fazlası istendiğinde su kesilebilir. Yani bir metreküp sınırı getirilebilir. Şimdi bu çok radikal görülebilse de ilerde çok uzak olmayan bir zamanda bunların belki daha kötüsü yaşanabilir. O gün geldiğinde dünyada su savaşları da olacaktır.
Kişisel olarak ne yapabiliriz? Biliyorum herkesin kafasında pek çok yöntem var. Ben burada bir kaçını sıralamak isterim.
Bir rezervuarın 6-9 litre su aldığını varsayarsak, 85 milyon günde iki kere kullandığında ortalama olarak 1,275,000,000 litre suyu kanalizasyona atmaktayız. Bu içilebilir temiz su. Oysa bunu yarıya indirmek çok çok mümkün.
Banyo yaparken suyun ısınması için beklenen süre, sabunlanırken suyun akmaya devam etmesi korkunç bir israf. Bunlar kişisel olarak tasarruf edilebilir konular.
Bahçelerimizdeki süs veya yüzme havuzları. Çoğu tam randımanlı kullanılmadığı halde (ki kullanılsa da) yine de varlıklarını korumakta. Bu konu da tasarruf edilebilir bir durum.
Ev ya da toplu mekanlarda fotosel olmayan musluklarda el yüz yıkama veya diş fırçalama sırasında akan sular.
Her gün boşa akan milyonlarca metreküp su, üstelik içilebilir ve temiz su.
Su olmazsa hayat olmaz! (25.08.2025)



