BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
Fotoğraflar çok önemlidir. Belleğimizdir. Değerlidir. Neyse odur çünkü. Neysek odur. Kültürümüzdür. Ne eksik ne fazla. Haberdir, yorumdur. Kentimiz, ülkemiz, dünyamız onsuz olmaz. ‘Büyük fotoğraf’tır, ille de görülmelidir örneğin. Görülemezse yol-iz bulunmaz. Dipsiz kayıptır. Yokluktur, hiçliktir. Ancak ‘küçük fotoğraf’ diye bir şey de yoktur. ‘Aile fotoğrafları’ örneğin, olmazsa olmaz.
‘Gözler yalan söylemez’ deriz ya, aslında o, fotoğraflar için de söylense olur bana göre. Dünya üzerinde ‘gözlere bile yalan söyletebilecek’ denli ağır bir yalan-dolan sarmalı içinde boğulmaya çalışıldığımızı düşünürsek, ‘gözler bile yalan söyler’ demek abartılı gelmemeli kimseye … ‘Fotoğraf’ da yalan söylemez bu anlamda. Adı ‘haber fotoğrafı’ olan fotoğrafları düşünsenize. Haber metni yalan-yanlış uydurulmuş olabilir ama gözün gördüğünü, olanı biteni çeken gazetecinin fotoğrafı asla! Elbette o da, gözün gördüğü neyse onu çekmek; üzerinde oynanmamak kaydıyla! Kurgulanırsa, ‘sanat’ sıfatıyla birlikte adlandırılıyor. Benim sözünü ettiğim o değil, ‘günlük yaşam düzeyi’dir. Günlük yaşam içinde çekilen fotoğraflardan söz ediyorum! Dünyamızda katlanılmaz hallerin yaşanmaması için çekilen fotoğraflardan, dünyamızın ‘çekilir’ bir yer haline gelmesi, getirilmesi için çekilen fotoğraflardan söz ediyorum …
Daha ne isteriz. ‘Dünya çekilir bir yer haline gelse’, daha ne isteriz. Bayram.
…
Aile fotoğrafları da, aileler hep kalabalık kalsın diyedir. Bayram sofralarında hep kalabalık olunsun diyedir. Sofralarda hep birlikte sevgiyle, saygıyla konuşulsun, gülünsün, anılar büyüsün, hiç kimse aramızdan ayrılmamış gibi olsun diye … Bu; adı “Tuttum insanları sevdim” olan çok ağır bir sevgi suçunu işlemeye azmettiren fotoğraflar sayesinde yaşanabilir ancak. İlelebet …
Babam Hayati Kaşkar ile Annem Özgen Kaşkar’ın Milas’ta ziyaretimize her geldiklerinde çok mutlu olduklarını görmek beni hep çok mutlu ederdi. Kıyıkışlacık’ta “Ceyar’ın Yeri”ni anımsıyorum örneğin: Keyifliydik, mutluyduk. Babamın Salı Pazarı’ndaki fotoğrafı ise bunun en güzel ifadelerinden biridir. Salı Pazarı’nı severdi Babam. ‘Arap Dayı’ ile sohbet ederdi. Alışveriş değildi O’nun derdi. “Pazar barıştır” derdi. Olsa olsa, Annem çok seviyor diye lokma alıp dönerdi eve … Bunların her biri, hepsinin fotoğrafının çekilmediği anılardır Babamdan kalan … Ailemiz için, O’nu hep yaşatan anlar … Ama en çok anımsadığım, bir hafta on gün kadar kalıp İzmir’e dönüş vakti geldiğinde, otogardaki uğurlamaların giderek artan bir hüzünle yaşanır olmasıydı. Babamın, o vedalaşmalarda gözlerinin dolup dolup taşması gözlerimizi doldurur, allak bullak ederdi hepimizi … Otobüs uzaklaşırken Milas’tan, büyüyen ayrılığın yüküyle gözlerimizin kimsesiz kaldığı o anlarda el sallamak nasıl da iyi gelirdi bize, hep şaşmışımdır buna … İşin içinde ellerimiz olduğu için mi nedir, sıcacıklaştırır el sallamak vedayı. Katlanılır kılar. El sallamak öyle bir vedadır ki, ‘sonsuz’a taşırır sanki zamanı. El sallamanın mekanla ilgili ne kadar sorun varsa topunu birden bir tutuşta bir kenara bıraktığını varsayabiliriz. Ve hemen peşisıra ‘zaman kazandırır’ insana el sallamak, ölümsüzlük düzeyinde … Böylece, yine ve yine buluşulabilecek olunması nedeniyle; ‘dert edilecek bir durum’ yoktur. Elbette buna rağmen ‘ağlamak’ için herhangi bir engel de yoktur. Gözünüzün ucu hep açıktır. Hatta uçsuz bucaksızdır. Göz alabildiğine. Sanırım bu nedenle, yani biraz yüksek ve esintili bir yer olan Esentepe’ye giderdik Ayşegül’le otogardan ayrılınca doooğruca … Esinti, ayrılık sızılarımızı hafifletirdi. Sanki uçururdu bizi. Tüyler gibi … Sonrası bildiğiniz hayat işte! “Üstü kalsın” demekle ‘hep borçluluk hissetmek’ arasında bir yerlerde …
…
Gelelim memleketimizden son fotoğraflara:
23 yıllık iktidar koltuklarının korunabilmesi için -hiçbir sınır tanınmaksızın- yapılanları herkes çok iyi biliyor artık. İktidar, her alanda inandırma yeteneğini hızla yitirmiş durumda, ne yapsalar ne deseler faydasız artık. Yapılan haksızlıklara, hukuksuzluklara her gün yenileri eklendikçe haksız-hukuksuz muamelelerin mağdurları birbirine eklemlenip çığ gibi büyümekte olan kocaman bir karşı duruş içindeler. Rejimin iddialarına tapınanlar arasında da duruşlarını sorgulama ve safları terk etme eğilimi yaygınlaşıyor kaçınılmaz olarak. İnsanlarımız; yaşadıkları, tanık oldukları haksız-hukuksuz uygulamalardan hareketle iktidar sözcülerine inanmıyorlar artık. Onların, ‘koltuklarını kaybetmemek için’ her şeyi yapabilecekleri kanaati giderek yaygınlaşıyor, derinleşiyor. Saraçhane başta olmak üzere İstanbul’da ve Ankara’da, İzmir’de, Muğla’da, ilçemiz Milas’ta, her yerde ‘Demokratik-Laik Cumhuriyet’ için, ‘Hak, Hukuk, Adalet’ için, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel her alanda huzurla, güven içinde bir yaşam için başlatılan, sürdürülen eylemler sırasında çoğu çekilmemiş yüksek mücadele fotoğraflarını düşünün … Acılar içinde, hem de nasıl! Bazıları gülümseten, ama dikkat edin ağlatabilir de sizi. Ağlatacak kadar içten fotoğraflardan söz ediyorum. Sizi kıskıvrak yakalayan içtenliğe ne kadar dayanabilirsiniz bilemem. İçtenlik eşiğinizle ilgili bir şey bu. Size kalmış.
‘Heybesindeki birbirinden büyük turplar’la oluşturmak istediği korkulardan medet umarak yaşayanların aksine; içinde, güzel bir şeyler yapmış olma coşkusuyla yürüyerek, geleceği hep birlikte ve hep ‘sevgi sözcükleri’ ile kuracak olanlardan söz ediyorum. ‘Aşk olsun’ onlara!
“Güzel günler göreceğiz” diyenlere, ‘mavilikler’den söz edenlere selam olsun.

…
Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı aday adaylığının adaylıkla taçlanması için başlatılan süreçte iktidar, çok kısa sürede yine ‘olmayacak işler’ yaptı. 23 Mart önseçiminde, ülkemiz genelinde kurulan sandıklardan bir milyon 700 bin CHP üyesiyle birlikte yaklaşık 15 milyon oy çıktı İmamoğlu için. Bu çok büyük tepki ile, İmamoğlu’nun, yurttaşlarımızın büyük çoğunluğuna inandırıcı gelmeyen suçlamalarla tutuklanmasının aynı gün yaşanması ise ülkemizin ne denli büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Elbette burada öne çıkarılması gereken konu: İktidarın söylemlerinin itibarsızlaşmış olması, inandırıcı gelmemesi ve bağlı olarak muhalefetin yükseliş hızının artmasıdır. Ülke genelinde İmamoğlu’nun şahsında odaklanan mağduriyete karşı oluşturulan ‘birleşik muhalefet tablosu’yla ortaya çıkan yeni durum, CHP’nin zamanlaması ve kıvamı çok doğru politik adımlarının ürünüdür. Gelinen noktada, rejimin haksız-hukuksuz uygulamalarını sürdürerek çıkış yolu aramayı sürdürmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat bu yolla bir yere varabilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Tam da bu noktada Erdoğan’ın muhalefet için söylediği ‘çıkmaz sokak’ta oldukları vurgusu, doğrudan-tartışmasız iktidarın korumak istediği koltukları için geçerlidir. Gelişmeler, iktidarın 23 yıllık koltuklarını nihayet koruyamayacağına kuvvetle işaret etmektedir.
Burada, iddialı bir tespitte bulunmalıyım: Bugüne dek, iyi günde kötü günde iktidarı destekleyen sevgili vatandaşlarımız, başta geçim derdi olmak üzere kendisine yaşatılan türlü çeşitli sorunlara çare bulamayan iktidardan hızla vazgeçmekte, buna bağlı olarak yaşanan yaygınlaşan mağduriyetlerle belirginleşen ortak paydalar üzerinde ‘İmamoğlu Sevgisi’ büyümektedir. İktidarın bu durumu, zulmünü daha da arttırarak kontrol altına alabilmesi mümkün görünmemektedir. Fotoğraf budur.
…
Bu tablo içinde, doğrudan görevi başındaki gazetecilerin; eylemlerin haberlerini yaparlarken ya da sonrasında adreslerinden gözaltına alınıp tutuklanmaları, iktidarın beyhude zulmü olarak not edilmelidir.
Bu gazetecilerin bazılarının ‘Foto Muhabiri’ olmasının işaret ettiği ise şudur:
İktidar, kendince her seferinde “heybesindeki turpların biraz daha büyüğünü çıkararak” ülkemizi getirdiği durumun herhangi bir ‘yorum’ eklenmeden çıplak fotoğraflarının çekilmesine bile tahammül edememektedir. Her ne kadar Adalet Bakanı, ‘eylemlerin haber değeri olduğu’ yönünde bir cümle kurabilmiş ve dolayısıyla olay yerlerinde gazetecilerin bulunmasını aklamış olsa da, iktidar, bu görüntülerin çekilmesini istemsizce istememiştir. Tek adam rejiminin, ülkemizi getirdiği çekilmez hallerin hareketli olsun hareketsiz olsun kayda geçmesini engellemesinin başka hiçbir anlamı yoktur.
Önümüzdeki dönemin, gazeteciliğin suç haline getirilmesinin ötesine geçilip, giderek ‘gazete-haber okuma’nın suçlama nedeni yapılacağı bir dönem olmamasını diliyorum.
Ve gözümün önünde: Biber gazı ile perişan edilmiş genç bir kadının “Yalvarırım lütfen, ne olur yapmayın, yalvarırım, canım çok acıyor!” derken bir polisin, defalarca: “Burası kanunsuz bir eylem alanı, neden burdasın?” diye sorduğu fotoğraf!
…
Bir Gazetecinin kendisine, emekli ikramiyelerinin bin liradan fazla artırılması yönünde bir beklenti olduğunu belirtip yeni bir düzenleme yapılmasının mümkün olup olmadığı sorusu üzerine, tatsız mı tatsız bir yüz ifadesi ve azarlama tonuyla, “Sen beni dolduruşa mı getirmeye çalışıyorsun? 3 bin liradan 4 bin liraya çıktı, daha ne olacak?” tepkisini verenlerden daha ne beklenir ki!



