BAKIŞ Haber –
İnsanlığın doğa ile kurduğu ilişkiyi yeniden tanımlama ve kurma ihtiyacını hissettiğimiz bugünlerde 5 Haziran Dünya Çevre Günü, biyolojik çeşitlilik temasına odaklanarak tüm dünyada ‘Doğa Zamanı’ sloganıyla kutlanıyor. Arazi bozulumu, iklim değişikliği, aşırı yararlanma ve işgalci türler nedeniyle yaşanan biyolojik çeşitlilik kayıplarının vurgulandığı Dünya Çevre Günü’nde TEMA Vakfı, doğayı korumanın gezegenimizi ve kendi yaşamamızı korumak olduğunun bir kez daha altını çizerek biyolojik çeşitliliğin yaşamsal önemine dikkat çekti.
Dünya Çevre Günü dolayısıyla açıklama yapan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, yaşamın sağlıklı bir şekilde devam etmesinin ve insanlığın gıda güvenliğinin devamlılığının biyolojik çeşitliliğe bağlı olduğunu belirterek, “Oysa gün geçtikçe habitatlar hızla tahrip ediliyor. Örneğin dünyadaki iki yaşamlıların % 80’ini, kuş türlerinin % 75’ini, memelilerin % 68’ini bulunduran, bir anlamda canlılar için adeta güvenli liman olan ormanlar yok oluyor. Sadece 2010-2015 yıllarında dünyada 32 milyon hektar orman alanı yok edildi. Yaygın pestisit ve kimyasal gübre kullanımı toprak biyolojik çeşitliliğini ve tozlaşmada rolü tartışmasız olan arıları yok etmekte, sucul ekosistemleri ise kirletmektedir. İklim değişikliği, kirlilik, kentleşme ve vahşi madencilik nedenleriyle gezegenimizi değiştirdiğimiz için antroposen çağı olarak isimlendirilen yaşadığımız çağda türlerin yok oluş oranları insanlık tarihinde görülen tür kayıplarının bin katıdır” dedi.
Açıklamasında daha sonra dünyadaki türlerin % 25’inin -yani yaklaşık 1 milyon türün- yok olma tehditi altında olduğunu belirten Ataç, “Genetik çeşitlilik azalıyor. Doğaya olan yükümüz her geçen gün artıyor. Bu yükün azaltılması için tek bir bireyden tüm insanlığa, politikacılara ve yöneticilere görevler düşüyor. Daha fazla zaman kaybetmeden her birimizin gezegenimiz konusunda sorumluluk alarak harekete geçmesi gerekiyor. Bu anlamda salgın sonrası dünyada, doğa koruma ve biyolojik çeşitliliği tehdit eden iklim krizi ile mücadelede daha somut adımlar atılmasını umut ediyorum” dedi.
İnsan faaliyetlerinin karasal alanın % 75’ini şekillendirdiğini, okyanusların ise % 66’sında etkilerini artan şekilde gösterdiğini, bu sebeple sulak alanların % 86’sının yok olduğunu vurgulayan Ataç, sözlerini şöyle tamamladı:
“Dünya’da karasal ve tatlı su ekosistemlerinin sadece % 15’i, deniz ekosistemlerinin % 6’sı koruma altında. Türkiye’de ise korunan alanların karasal alana oranı % 8.9. Bu oranla ülkemiz, karasal alanların % 17’sinin korunan alan statüsünde olmasını hedefleyen ‘BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi / Aichi 2020’ hedefinden ne yazık ki çok uzakta. Dünya üzerinde üç farklı bitki coğrafyasının bulunduğu ender ülkelerden biri olan Türkiye’de % 31’i (3 bin 650 tür) endemik olmak üzere 10 bine yakın bitki türü bulunmaktadır. Sahip olduğumuz zengin biyolojik çeşitliliği korumak için korunan alanlar artırılmalı, bozulan habitatlar restore edilmeli, arazi kullanımında biyolojik çeşitliliğin ve ekosistem işlevlerinin korunmasını ön planda tutacak arazi kullanım planları yapılarak uygulamaya konulmalıdır.”