Merhaba …
‘Şaşırmak iyidir’ derim, ‘insan şaşırabilmeli’ diye yazarım zaman zaman … Çünkü şaşırmak; kanıksamaya, bıkkınlığa, teslimiyete, boşvermişliğe karşı etkili olabilecek ilaç gibi bir şeydir bana göre …
İnsana, dünyanın geleceğine umutlarla bakabilmesi için omuz verir, destek olur …
“Bugünler de geçecek!” diye düşünür ya da deriz ya arada bir, işte o umutlarımız söyletir bize bunu …
Yaşı kaç olmuşsa olmuşlarımızın yanı sıra, kuramadığımız iletişim yüzünden neler neler düşündüklerini bir türlü bilemediğimiz, dünyaya yenice gelmiş, yani tam şu an doğmuşlarımız da dahil koskocaman bir aile içinde hissedersiniz kendinizi o umutlarla … O umutlar ki, bu uçsuz bucaksız aidiyet denizimizde olup biten çok kötü şeylere karşı, her şeye karşın iyi hissettirir size kendinizi … İçinizi buruşturan ama yüzünüze belli belirsiz bir gülümseme çizen, örneğin “Kahrolsun bağzı şeyler!” gibi bir sloganla yürürsünüz: Çok yüksek bir ‘Bugünler de geçecek ve hep birlikte güzel günler göreceğiz’ duygusuyla … “Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar” coşkusuyla, akşam olmuş-sabah olmuş umurunuzda bile olmadan yürürsünüz …
…
Biliyorsunuz “Amerika yanıyor” yine … 46 yaşında bir Amerikan vatandaşı, diziyle boğazına 9 dakika boyunca bastıran bir polis tarafından katledildi … Tam zamanıydı yine ‘kahrolsun ırkçılık’ diye yürümenin ve dünya ayağa kalktı! Günler geçti üzerinden, halâ durmak-durulmak bilmiyor tepkiler … Pek çok tarihsel olayda olduğu gibi yakmalar, yıkmalar, yağmalar dahil … Bu tablo içinde, üyesi olduğum bir WhatsApp grubundaki bir paylaşımla sarsıldım geçende … Yakın çevremle paylaştım önce, yetmedi. BAKTIKÇA’ya da konu etmek istediğim o paylaşımda genç bir kadın şöyle haykırıyor:
“Binaların yanması yalnızca kardeşimiz George Floyd için değil. Yanıyorlar çünkü Minnesota halkı, New York’taki, Kaliforniya’daki, Memphis’teki, tüm ülkedeki insanlara şunu anlatmaya çalışıyor:
‘Yeter artık! Yeter!’
Amerikan yönetimi, kurumları ve gücü elinde tutan herkesin, halkımıza acı çektiren ruh hastalığından biz sorumlu değiliz. Target’in (süpermarket) yakılması umurumda değil. Çünkü Target, bizimle sokağa çıkıp halkımız için adalet çağrısında bulunmalıydı. Autozone (otomobil parçası perakendecisi), Philando Castile aracının içinde öldürülürken neredeydi? Neredeydiler? Eğer siz insanların savunmasına gelmiyorsanız, gençler ve diğer insanlar sizin para ödediğiniz kişilerce hüsrana uğratılıp kışkırtılırken, bize meydan okumayın. Taş atan, camları kıran, binaları yakan insanların arasında olmak için kışkırtıcılara para ödüyorsunuz. Gençler artık bu duruma yanıt veriyor. Öfkeliler ve bunu durdurmanın kolay bir yolu var. Polisleri tutuklayın. Polisleri cezalandırın. Bütün polisleri cezalandırın. Bazılarını değil … Sadece Minneapolis’te olanları değil … Halkımızın öldürüldüğü Amerika’nın tüm şehirlerindeki polisleri cezalandırın. Onları her yerde cezalandırın. Son sözümüz budur. Polisleri cezalandırın, görevinizi yapın! ‘Bu ülkenin, herkes için özgür topraklar olması gerektiği’ni savunduğunuz şeyi yapın. Amerika, siyahlar için özgür bir yer olmadı ve artık yorulduk!
Bize yağmalamadan bahsetmeyin. Yağmacı sizsiniz!
Amerika siyah halkı yağmaladı. Amerika, buraya ilk geldiğinde Amerikan yerlilerini yağmaladı. O nedenle yağma sizin işiniz. Biz sizden öğrendik. Biz şiddeti sizden öğrendik … Şiddet, bizim sizden öğrendiğimiz şey. Eğer bizim daha iyi olmamızı bekliyorsanız, önce siz iyi davranın!”
…
Mutlusunuzdur ya da hüzünlü, her neyse … Tesadüf bu ya tam o sıra bir şarkı gelir kulağınıza … Sözleri tam da sizin o anki ruh halinize denktir! Daha önce belki de birçok kez duyduğunuz o şarkının içinize bu denli iyi gelmesine şaşar ‘ne güzel şarkıymış’ dersiniz … Ne güzelmiş sözleri …
İşte öyle bir ‘şarkı’ gibi geldi bana bu kadının haykırışı … Tam da Gezi Direnişinin 7’nci yıldönümünde …
Biz de ‘Yeter artık! Taksim bizim, Türkiye bizim’ demiştik. Bir esnaf, dükkanının kapısına: ““Direnmeye gittim, döneceğim” notu asmıştı … Ne iyi yapmıştık … Hepimiz oradaydık, Taksim’de …
Şimdi yine hepimiz birlikteyiz.
Dünyayız biz!
George Floyd’un katledilmesi üzerine uluslararası Avaaz Hareketi tarafından düzenlenen imza kampanyası için kaleme alınmış,
‘Irkçılık ve polis vahşetine karşı açık mektup’
Dünya vatandaşları olarak, bir hayatın daha ABD polisinin elinde anlamsızca yok olup gitmesinin yasını tutuyoruz …
Canı yanan herkesle birlikteyiz.
Bu vahşi öldürmeler sona ermeli. Her ölüm insanlığın ruhunda derin bir yara açıyor ve Amerika Birleşik Devletleri’nin onurunda utanç verici, silinmeyecek bir leke bırakıyor.
Irkçılık sessizlikten beslenir, o yüzden biz sessiz kalmayacağız. Irkçılık hepimizin problemi. Bu kavga hepimizin kavgası …
Ancak bu kavganın nefrete dönüşmesine izin veremeyiz. Buna izin verirsek yüreklerini, vicdanlarını dönüştürmeye çalıştığımız kişilerden hiç farkımız kalmaz.
Dr. Martin Luther King’in dediği gibi: “Karanlık karanlığı yok edemez, bunu ancak ışık yapabilir. Nefret nefreti yok edemez; bunu ancak sevgi yapabilir.”
İşte bu ruhla, iktidardakilerden hemen harekete geçmelerini talep ediyor ve Başkan Trump ve ABD eyalet ve yerel hükümetlerini; George Floyd’un öldürülmesinde payı olan tüm memurların kanunlar önünde hesap vermesinin sağlanmasından,
Tek bir aşırı güç kullanımı vakasına karışan veya aşırı güç kullanılmasını önlemek üzere müdahale etmeyen memurların ihraç edilmesi ve yargılanmasından,
Polisler tarafından gerçekleştirilen tüm öldürmelerin bağımsız ve şeffaf olarak soruşturulmasından
sorumlu tutuyoruz.
Biz üzerimize düşeni yapmaya ve ırkçılığın korkusunu, öfkesini ve cehaletini ortak insanlığımızın umudu, sevgisi ve gücüyle karşılamaya söz veriyoruz.
Huzur içinde uyu George Floyd …
Ölümün boşuna olmayacak!
“Nefes alamıyorum!”
Amerika’da bir polisin yere yatırıp yaklaşık dokuz dakika boyunca diziyle boynuna bastırması sonucu öldürdüğü 46 yaşındaki George Floyd’un son sözleri:
“Yüzüm, ben kötü bir şey yapmadım!.. Lütfen, lütfen, lütfen nefes alamıyorum, lütfen bayım lütfen … Kimse yok mu!? Lütfen bayım nefes alamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen … Bayım nefes alamıyorum, yüzüm … Kalk üstümden, nefes alamıyorum, lütfen, dizi ensemde, nefes alamıyorum, Allah kahretsin, ben ben ben kıpırdayamıyorum anne, annecim … Dizim, boynum, işim bitti işim bitti, ben klostrofobiğim, karnım acıyor boynum acıyor her yerim acıyor, biraz su verin ya da ne varsa lütfen, lütfen, memur bey nefes alamıyorum, beni öldürme … Beni öldürecekler, lütfen bayım nefes alamıyorum, nefes alamıyorum, beni öldürecekler beni öldürecekler, nefes alamıyorum nefes alamıyorum, lütfen bayım, lütfen, lütfen, lütfen, nefes alamıyorum …”
Otobiyografi
Nazım HİKMET * –
1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Pırag’dan Havana’ya
Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’te
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmaya yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim trene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha kimbilir.
(11 Eylül 1961 / Doğu Berlin)
*3 Haziran 1963’te aramızdan ayrılışının 57’inci yılı anısına, saygıyla, sevgiyle, özlemle …