BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Şeker Bayramı’nın tadını kaçıran olayların başına, üzülerek, yollardaki trafik kazaları ile Antalya’daki teleferik kazasını not ettik. Yine ölümlerle, yaralanmalarla üzüldük, kahrolduk …
Sevgili ülkemizin ‘kaza dosyası’ kabarık. Kimi kazalara ‘cinayet’ denilmesinin bile kanıksandığı bir tablo içinde yaşatılıyoruz ne yazık ki … “Kaza geliyorum demez” sözü de “Kaza göz göre göre gelmiş” ya da “Kaza geliyorum demiş” tespitleri de bize ait. Buradan hareketle: “Geliyorum” demeyenine kaza, diyenine ise ‘cinayet’ dememiz gerekiyor. ‘Göz göre göre’ ya da ‘gözlerimizin önünde’ meydana gelmiş o kadar çok kaza ve cinayete tanıklık ettik, ediyoruz ki … Peki ama ders ya da önlem alıyor muyuz?
Bu soruyu sorunca aklıma ilk gelen: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kazalar, kaza görünümlü cinayetler ve de doğal ya da doğal olmayan afetlerle ilgili araştırma önergelerinin reddedilmesi.
Elbette şuracığa bu ‘reddetme tavrı’nın kimin/kimlerin el kaldırıp indirmesi marifetiyle gerçekleştirildiğini de yazmalıyım. Bu, ne yazık ki adeta çok kötü bir siyaset nakaratı (ya da bildik tanımının tersine, ‘bir işin yapılamaması için gerekli olan araç-gereç’ anlamında ‘aparatı’) oldu çünkü: ‘AKP ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla’!
Araştırılmasın, soruşturulmasın isteniyor ve dolayısıyla ‘ders’ ya da ‘önlem’ alınabilmesi de mümkün olamıyor böylece … Çok yazık.
Bu anlamda örneğin madenlerde, inşaatlarda, tren yollarındaki kazalara ‘cinayet’ denen ve bu adlandırmanın çok yaygın kabul gördüğü ülkemizde örneğin seller, depremler için de bir yere kadar ‘doğal afet’ denebiliyor … O ‘bir yer’in neresi olduğunu da en iyi şekilde şu cümlelerle özetliyoruz:
“Deprem öldürmez bina öldürür” ve de “Sel öldürmez ranta kurban edilen kent öldürür” …
Tren kazalarının da ‘ihmaller, tedbirsizlikler’ yüzünden meydana geldiğine itirazı olan var mı?
“Tedbir kuldan takdir Allah’tan” sözümüzdeki sınırlı-sorumlu kader anlayışından uzaklaşıp alanı kontrolsüz kaderciliğe bıraktığımız ölçüde; ders almak, tedbir almak elbette mümkün olamayacak …
Neyse, tam da burada sözü Antalya Tünektepe’deki “teleferik kazası”na getirmeliyim.
12 Nisan’da meydana gelen kazada, parçalanan kabinden düşen 54 yaşındaki Memiş Gümüş adlı vatandaşımız yaşamını yitirdi. Çok sayıda vatandaşımız yaralandı. Çok büyük korkular, huzursuzluklar, mutsuzluklar, olumsuzluklar yaşandı. Mahsur kalan 184 kişinin yaklaşık 24 saat süren kurtarma çalışmalarına ilişkin ‘başarılı’ değerlendirmesine de satırlarım içinde yer vermeli ve bu çalışmalara katılan tüm ekiplere teşekkür etmeliyim.
…
Kazanın ardından Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında 13 şüpheli hakkında gözaltı kararı verildi. Şüphelilerden, aralarında Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz’ün de bulunduğu 5 kişi, “Taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma” suçlamasıyla tutuklandı.
Burada, konunun “mekanik boyutu”na girmeden ve sizleri “12 Nisan saat 17.20 sularında 5 nolu teleferik direğinin flanş bağlantılarını sağlayan cıvataların koptuğu, sebebinin ise direk üzerindeki kabin taşıyıcı halat sisteminin üzerinden geçtiği makaralardaki, nedeni anlaşılamayan deformasyonlardan dolayı makaranın metal aksamına sıkışması sonucu sistemin hareket yükünden dolayı meydana gelen kuvvetli çekme yüküne dayanamayıp direk üzerindeki flanşların bağlı olduğu cıvataların koptuğu tespit edilmiştir. Kopma sonucu direğin üst bölümünün çekme kuvveti sonucu kabinin alt kısmına çarparak çelik konstrüksiyonu koparttığı, dolayısıyla kabin içerisindeki insanların aşağıya düştüğü, keşif esnasındaki incelemelerimizden anlaşılmıştır” gibi mühendislik/uzmanlık kavramlarıyla çokça uğraştırmadan ve fakat bir ‘işletme zaafiyeti’ olarak “Teleferiğin yıllık ağır bakımı vesilesiyle yaklaşık 3 ay sürecek bir bakıma alınması gerektiği halde, yerel seçimler ve bayram nedeniyle bakım kapsamının daraltıldığı” iddiasını önemsediğimi özellikle belirtip dikkatlerinizi ille de eski ANET Genel Müdürü/yeni Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz örneğinden hareketle, bir kamu yöneticisinin sorumluluklarına dair mütalaaya çekmek istiyorum.
Bu ‘mütalaa’nın, ülkemizin son 22 yıldır yönetilme biçimi bakımından çok önemli bir yol ayrımı olduğunu, oluşturduğunu düşünüyor ve benzer-benzemez tüm olaylarda yetki-sorumluluk ilişkisinin gereği olarak yaygınlaştırılarak kullanılmasının önemini vurgulamak istiyorum.
Bakınız, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, 5 şüphelinin mahkemeye sevki sırasında mahkeme heyetine hitaben kaleme alınan yazısında, geriye dönük-kapsamlı bir şekilde yetki ile sorumluluk arasındaki ilişkiyi nasıl ele almış:
“Sürekli bakım onarımdan sorumlu olan Mega Tower firmasının görevlilerinin alınan beyanlarında, ağır bakım kapsamında kazaya sebebiyet veren makaraların değişiminin ANET isimli firmaya teklif edilmek suretiyle bildirildiği, ancak yerel seçim ve bayram bahaneleriyle ağır bakımda teklif edilen makaraların değişiminin ötelendiği, alınan ifadelerden yerel seçim ve bayram tatili bahane edilerek 156 kalem parçanın değişmesi teklif edilmesine rağmen 19 parçanın değiştirilmesi ile yetinildiği, bu hususta ANET isimli firma tarafından ihmal gösterildiği anlaşılmaktadır. ANET A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı olan, dosyaya sunduğu belgelerden 28 Kasım 2023’te istifa ettiği anlaşılan, dosya içerisinde yer alan ticaret sicil gazetesi örneklerine göre ise 19 Şubat 2024 tarihinde istifası ilan edilen Mesut Kocagöz isimli şüphelinin her ne kadar savunmasında 2023 yılında istifa ettiğini, bu tarihten sonra yapılan ağır bakım hizmet alım sözleşmesindeki eksiklerden sorumlu tutulamayacağını beyan etmişse de, bilirkişiler tarafından hazırlanan ön raporda 2017 yılından itibaren direklere ait cıvataların torkunda boşluk olup olmadığının kontrolü, cıvataların korozyona uğrayıp uğramadığının kontrolü ve tespiti, malzeme yorulmasının dikkate alınarak belli zaman aralıklarında cıvata, rondela, rulman gibi makine elemanlarının değişimlerinin yapılmadığının tespit edildiği, tesiste bulunan 9 adet teleferik direğinin üzerindeki traverslerde çalışan lastikli makara gruplarının hangi periyotlarda değiştirildiğine dair tutanak ve kontrol formlarının bulunmadığının tespit edilmesi karşısında, olayın meydana gelmesinde geçmişe sirayet eden kusurların bulunduğu kanaatine varıldı.”
…
Böyle denmiş ve mahkeme de çiçeği burnunda Kepez Belediye Başkanı Sayın Kocagöz’ü ‘geriye dönük iş ve işlemlerde sorumlu görerek” tutuklamış. Mahkemenin tutuklama tercihine ben de, kamuoyundaki yaygın kanaate uygun olarak katılmıyorum. Ancak benim burada işaret etmeye çalıştığım ‘farklı durum’ şu:
Mahkemenin, her ne kadar Sayın Kocagöz’ü tutuklama tercihi nedeniyle gölgelenmiş olsa da, kararında dikkate aldığı özel ve de kamu kurum ve kuruluş yöneticilerinin/yetkililerinin olağan sorumluluğuna dikkat çeken savcılık yorumuna katılmış olması, etkili bir emsal ve çok önemli bir ders niteliği taşımaktadır.
Ne depremlerde, ne sellerde, ne tren kazalarında, ilgili kurum/kuruluşlarda yöneticilik yapan ya da örneğin ‘imar barışı’ yapan yetkili hiç kimse ama hiç kimse, kullandığı yetkilerin paralelinde yürüyen sorumluluklarından kaçamamalıdır.
Bu basit doğrunun gereği olarak ülkemizde başta işçiler, emekliler, emekçiler, çiftçiler ve esnaflar olmak üzere tüm toplum kesimlerini olduğu kadar Merkez Bankası’nı da zarar ettiren büyük ekonomik yıkımın sorumluları da, en son 31 Mart yerel seçimlerinde seçmenden “olayın meydana gelmesinde geçmişe sirayet eden kusurlarının bulunduğu kanaati” ile muamele görmüşlerdir zaten. Bu bakımdan Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasına duvar örmeye çalışarak siyaseten toparlanma gayretleri beyhudedir, zira: ‘Bitti’ deme hakkı siyasetçiye değil seçmene ait bir haktır …
En genel anlamda yetkiler ve sorumluluklar konusunda atılabilecek hukuki adımlarla ilgili daha fazla bir şeyler yazabilmek ise haddim değildir … Gereken adımların bilgililerce atılacağını not edip noktalamalıyım.
Bugün 23 Nisan!
“Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan …”
İnsanın, neşe dolması için ‘yaş sınırı’ yok nasıl olsa deyip çocuklar gibi şenlenip de neşe doldurası geliyor içini tıka basa … Konunun ‘ulusal egemenlik’ boyutunu dikkate aldığımızda ise, hâliyle: ‘Yaşasın 23 Nisan’ın tam bir ‘çocukluk hâli’ olduğu açıkça ortaya çıkıyor … Çocuklarımızla, torunlarımızla rahatlıkla ‘ulusal egemenlik bayramı’ için de insan içini neşeyle doldurmak istiyor … ‘Gazi Meclis’ diye de anılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 104 yıl sonra en güçsüz günlerini yaşadığı ‘partili cumhurbaşkanlığı sistemi koşulları’nda sevgili ülkemizin bu hâlini halının altına süpürerek durumumuzu gözlerden kaçırmadan, görmezden gelmeden: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” bu bayram diyorum, bayramımızı kutluyorum.