Zülfü LİVANELİ / Roman / İnkılap Kitabevi / 2022 / 322 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR
Ömer Zülfü Livaneli 20 Haziran1946 tarihinde Konya Ilgın’da doğmuştur. Gürcü kökenli bir aileden gelmektedir. Zülfü Livaneli’nin babasının dedesi Ömer Bey, Livane Sancağı’nın yerel bir yöneticisi olan Yusuf Ağa’nın oğludur. Zülfü Livaneli’nin babasının babası olan Zülfikar Bey de sorgu hâkimidir; iriyarı, heybetli, sert olduğu kadar sevecen bir hâkimdir. Zülfikar Bey’in üç erkek çocuğu da hâkim olur. Bu üç kardeşten en büyükleri ve Zülfü Livaneli’nin babası Mustafa Sabri Livanelioğlu, Yargıtay Başkanlığı’na dek yükselir. Mustafa Sabri Livanelioğlu, 1940 tarihinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra savcı olarak atandığı Konya’nın kaplıcalarıyla ünlü ilçesi Ilgın’da adliyenin arkasındaki konağın büyük bahçesinde dolaşırken gördüğü Davavekili Asım Bey’in üç kızından ortancası olan Şükriye Hanım’la evlenir, Mustafa Sabri Livanelioğlu ve Şükriye Hanım’ın, Ömer Zülfü, Asım, Seyhan ve Ferhat adlarında dört çocuğu olur.
Ömer Zülfü, Ankara TED Koleji’nde okumuş sonra Amerika Birleşik Devletleri Fairfax Konservatuarını bitirmiştir. Livaneli, 1972 yılında İsveç’e yerleşmiştir. İsveç’e yerleştiği ilk yıllarda bulaşıkçılık dahil birçok işte çalışmıştır. Zülfü Livaneli, 1974-1975 yıllarında Stockholm’de de müzik öğrenimini sürdürmüştür. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında üç ay gözaltında tutulduktan sonra Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmış ve yine İsveç’e gitmiş ve orada müzik ve felsefe alanlarında çalışmalar yapmıştır. Stockholm’den sonra bir süre de Paris ve Atina’da yaşayan Zülfü Livaneli 1984 yılında Türkiye’ye dönmüştür.
1994 yerel seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmuş ancak seçilememiştir. 1996 yılında, merkezi Paris’te bulunan UNESCO tarafından kendisine büyükelçilik payesi ile Genel Direktör Danışmanlığı görevi verilmiştir.
Livaneli, 2002 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçilmiştir. Partinin 13. Olağanüstü Kurultayı’nda yeterli sayıda imza toplanamadığı için genel başkan adayı olamamıştır …
Zülfü Livaneli’nin sinemaya ilgisi özgün film müzikleri yapmakla başlamıştır. Yaratıcı yorumuyla uluslararası alanda üne sahip olan, müzik kariyeri boyunca üç yüz şarkı, 30’dan fazla film müziği, Londra Senfoni Orkestrası tarafından çalınmış olan bir rapsodi ve bale için bir beste yapan Zülfü Livaneli, müzik alanında birçok ulusal ve uluslararası ödül almış, müzisyenliğinin yanında edebi kişiliği, sinema yönetmenliği, öykü, roman ve deneme yazarlığıyla da üne kavuşmuştur.
1964 yılında okul arkadaşı Ülker Tunçay’la evlenen Livaneli’nin 1966 yılında Aylin isimli bir çocuğu olmuştur.
Kitapları …
Arafat’ta Bir Çocuk , Bir Kedi – Bir Adam – Bir Ölüm, Diktatör ile Palyaço, Dünya Değişirken, Engereğin Gözündeki Kamaşma, Geçmişten Geleceğe Türküler, Gorbaçov’la Devrim Üstüne Konuşmalar, Leyla’nın Evi, Livaneli Besteleri, Mutluluk, Sevdalım Hayat, Sis, Sosyalizm öldü mü?, Türkiye Orta Zekalılar Cenneti, Son Ada, Sanat Uzun Hayat Kısa, Serenad, Edebiyat Mutluluktur, Harem, Kardeşimin Hikâyesi, Konstantiniyye Oteli, Elia ile Yolculuk, Huzursuzluk, Gölgeler, Rüzgârlar Hep Gençtir, Şapka, Gökyüzü Herkesindir, Balıkçı ve Oğlu ve Kaplanın Sırtında.
Kitap hakkında …
Ali Yaycıoğlu “Kaplanın Sırtında” hakkında şöyle diyor: “Otuz üç yıl süren bir saltanat, ardından bir gece yarısı gelen Selanik sürgünü … Tahttan indirilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olan II. Abdülhamid’in yaşamının en ilginç evresi Livaneli’nin çağdaş anlatısıyla gün yüzüne çıkıyor. Devrik padişahın, ihtilalci fikirlerin filizlendiği Selanik şehrindeki günleri hem bir vicdan muhasebesi hem de yoğun bir psikolojik gelgit dalgası. Türk edebiyatının kuşak bağı Zülfü Livaneli, II. Abdülhamid’in tahtını kaybettikten sonra yaşadıklarına odaklanırken, bireyi, toplumu, devleti ve iktidarı sorguluyor. Selanik sürgünü boyunca Sultan’ın ve maiyetinin hususi doktoru olan Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’in hatıratından hareketle vücut bulan bu tarihi romanda, iktidar kavramına çarpıcı bir bakış açısı sunuluyor.”
Zülfü de kitaba başlamadan önce diyor ki: “Bu kitapta, Selanik sürgünü boyunca II. Abdülhamit ve ailesine bakan, sabık sultanla her gün görüşmüş olan Askeri Hekim Atıf Hüseyin Bey’in anılarından yararlandım. Onun tuttuğu günlüklerin Metin Hülagü tarafından yapılan derlemesinin yanı sıra tarihi olaylara ilişkin pek çok farklı kaynağı da inceledim. Mesela ‘öldükten sonra sünnet edilen Ermeniler’ bahsi, dönemin Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’nın hatıratından alınmıştır. Tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biri olan İkinci Meşrutiyet ve Sultan Abdülhamit konusunu ideolojik ve sığ kamplaşmalardan uzak bir biçimde ele alıp o devrin ruhunu ve zihniyetini yansıtmaya çalıştım.”
Kitaptan …
Bir kadın olarak kitapta en çok ilgimi çeken Paris seyahati bölümünü aktarmak istiyorum.
Fransa İmparatoru III. Napolyon 1867 yılında II. Abdülhamit’in amcası Sultan Abdülaziz’i Paris’e davet eder. Heyette üç şehzade; Murad, Abdülhamit ve amcasının oğlu Yusuf İzzeddin de sultana eşlik ederler …
“ … Biliyorsunuz bizim sülalede padişahlara evlat veren Türk hanımları tek tüktür. Daha 1300’lerde devletimizin kurucusu olan Osman Bey’in oğlu Orhan Bey, Bizans İmparatoru’nun kızıyla evlenmişti. O dönemden bu yana hareme hep farklı kökenden kızlar girmiştir. Ruslar, Fransızlar, İtalyanlar, Yahudiler, Sırplar, Macarlar ve daha nice bir millet. Benim anam ve hanımlarımın çoğu Çerkez’dir. …
İstanbul Şehremini Ömer Faiz Efendi, ileri yaşına rağmen hayattan zevk alan birisi olduğu için Paris’e bayılmıştı ve başını şampanyadan çok, hayatın her alanına karışmış olan Fransız kadınlarının döndürdüğünü anlatıyordu.
Sanırım bizleri en çok hayrete düşüren şey de bu idi. Kadınlar, kafes ya da çarşaf altında değildi, erkekler neredeyse onlar da oradaydılar. Bu hayat tarzı bana dedem Sultan Mahmut’un eniştesi Amiral Paşa’nın Rusya hakkında anlattıklarını hatırlatmıştı. Dedem, ezeli rakibimiz Rusya’nın nasıl olup da bu kadar ilerlediğini ve bizi geride bıraktığını anlamak için eniştesini Rusya’ya göndermişti. Halil Paşa, Rusya dönüşü Padişah’a bir rapor sunmuş ve en büyük farkın kadın meselesinde olduğunu açıkça anlatmıştı. “Avrupa’da, Rusya’da kadın bir kıymettir ve hayatın içindedir. Erkeklerle birlikte milleti oluşturuyorlar. Bizde ise kadın kafes arkasındadır. Yani biz yarım bir nüfusa sahibiz. En önce halletmemiz gereken konu budur” diyordu.
Tabii paşa haklıydı, biz de Avrupa seyahatimizde bunu gözümüzle görmüştük ama siz bana şimdi memleketi otuz üç yıl idare ettiğim halde niçin kadınları serbest bırakmadığımı soracaksınız. Haklısınız ama bizim memlekette şeriatı aşmak kolay değildir. Şeyhülislamlar, hocalar, müderrisler, tarikatlar, şeyhler öylesine güçlüdür ki padişah nefes alıp da istediği şeyleri yapamaz.” (Sayfa 230 – 231)
Zülfü Livaneli’nin akıcı bir dille yazdığı bu tarihi romanı, elinizde bir bardak sıcak ya da soğuk içecekle rahat koltuğunuzda en kısa zamanda okumanızı dilerim …