BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Son bir aydır yaşadığımız ‘felaketler’ ile ilgili söyleşmek istiyorum sizlerle bugün …
Önce çok büyük ormanlık ve yerleşim alanlarını etkileyen, can kayıpları yaşatan yangınlar …
Günlerce süren bu yangın felaketinde çok üzücü, kahreden birçok şey yaşadık … Ama çok özel, çok güzel dayanışma örnekleri de …
Bu süreçte, 20 yıllık iktidarın havadan söndürme örgütlenmesinin çok zayıf kaldığı ne yazık ki bir kez daha ve çok ağır bir faturayla birlikte ortaya çıktı. Günlerce bu yöndeki haklı eleştirilere, gözyaşları içinde haykırışlar, adeta yalvarışlar eşlik etti. Havadan söndürme hamlesindeki gecikme, çıplak gözle görülebilecek kadar netti ama ne yazık ki, iktidar partisi mensubu Muğla Milletvekili Yelda Hanım, muhalefete ‘göz doktoruna gidin’ tavsiyesinde bulunabildi …
Mesele bu kadar ‘basit’ mi sayın Vekil?
Sizin; 20’nin üzerindeki yangını söndürmek için günlerce gökyüzünde olduğunu söylediğiniz “5 uçak, 22 helikopter ve 1 İHA” hangi ‘günlerce’ ya da ‘günlerde’ gökyüzündeydi?
Elinizi vicdanınıza koyup yanıtlayınız lütfen.
Yangınlar başladıktan ve dört bir yanı yakıp kül ettikten sonra yaptığınız açıklamada, her şeyi deseydiniz de, “Havada uçak, helikopter göremeyen ve görmek istemeyen muhalefet, kafasını kaldırıp gökyüzüne baksın. Göremiyorsa göz doktoruna gitsin” demeyeydiniz keşke …
Tekrar tekrar yazıp söylememiz gerekiyor maalesef: ‘Siyaset dediğimiz şey böyle bir şey olmamalı. Siyasetçiliğinizin yanıbaşında, zaman zaman ‘mesleğim’ dediğiniz ‘gazetecilik’ için de aynı duruş geçerli elbette. Biz gazeteciyiz. Gözlerimizin önünde olup biten onca şeyi görmezden, bilmezden gelemeyiz.
Lafı eğip bükmeye hiç gerek yok: Gazetecilik bunu gerektirir ve gereği neyse onu yapar gazeteci. O anda durum neyse odur haber! Havadan müdahale yoksa yoktur. Havadan müdahale istenmekteyse, bunun için haykırılıyorsa, yalvarılıyorsa haber odur. Havadan müdahale başlamışsa, yapılıyorsa da başlamıştır, yapılıyordur. Hepsi bu. Yani sadece ‘muhalefet’in değil gazetecinin de görmediğini sizin de görmemeniz ve bunu açık yüreklilikle dile getirebilmeniz gerekir(di), sizden beklenen sadece budur.
Kısacası ‘Göz Doktoru’nu gerektirebilecek bir durum söz konusu değildir.
En büyük sorunumuz, orta yerde durupduran kocaman ‘havadan müdahale boşluğu’nun böyle laflarla doldurulmaya çalışılmasıdır.
Küçücük bir not …
Şuracığa, dünyaya iktidarın gözüyle/gözlüğüyle baktığı bilinen RTÜK’teki çoğunluğun, ‘yangın haber-yorumları’ ile ilgili olarak bazı tv kanallarına verdiği para cezalarına karşı sıcağı sıcağına bir tepki notu eklemesem büyük eksiklik, hatta ‘ayıp’ olur … Şu sıralar, sel felaketi ile ilgili olarak benzer bir bakış/çalışma içinde olduklarını tahmin etmek güç değil …
Son söz ve bir de ‘mukabil tavsiye’ …
Sayın Vekil, orman yangınlarına havadan müdahale konusundaki eksikliği kabul edeceksiniz. Hepsi bu.
Ülkemizin bu alanda yeterince -hatta, ‘envanter bakımından’ hiç- örgütlenemediğini, geç kalındığını, bu geç kalışın da yangını çok büyüttüğünü, böyle böyle güzelim ormanlarımızın yok olduğunu kabul edeceksiniz, sorumluluğu üstleneceksiniz ki bu büyük hatalar bir daha tekrarlanmasın. Ormanlarımız cayır cayır yanmasın. Canlarımız ciğerlerimiz yanmasın …
Ne yazık ki yemyeşil Muğla simsiyah olmuş durumdayken söylediğiniz ve havada öylece duran o tavsiyenize cevaben bir tavsiye de benden:
Şimdi hep birlikte göz doktoruna gidelim ve doktora “bize siyahı yeşil gösterecek gözlükler yaz” diyelim ve alıp takalım o gözlükleri gözlerimize, böylece ‘sorunu’ bir güzel çözelim?
Biraz ciddiyet Sayın Vekil, ciddiyet biraz, lütfen …
‘Mağduriyet’ ve de ‘mevzuat’ …
Batı Karadeniz’de yaşanan sel felaketinde Kastamonu, Sinop ve Bartın illerimizde olmaz olası bir ‘sel felaketi’ yaşadık. Çok ağır, can alan, can yakan kayıplarımız var. Bu afetin doğal olmayan bir boyutunun olup olmadığını tartışmaya çalışıyoruz bir süredir.
Bu tartışma kapsamında Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin, Bozkurt’taki felaketin büyümesinde Hidro Elektrik Santralının etkili olduğu yönündeki iddialara yanıt olarak: “Burada HES’le alakalı bir problem yok. ‘Regülatör kapakları, taşkın esnasında açılıyor, ondan patladı’ diyorlar ama böyle bir durum söz konusu değil. Genelde HES’ler bu işin sebebi yerine genelde bana göre mağduru oluyor” sözleri, yani ‘mağduriyet ekseni’nin bu şekilde genişletilmesi yadırgandı ve tepkiyle karşılandı.
Bu noktada vatandaşlar, yaşanan can kayıplarımız başta olmak üzere günlük yaşamlarını allak bullak etmiş bu felaketin mağdurları olarak şunu sormakta çok haklılar:
“Ayancık’taki selin ağır hasar vermesinin dere yatağına yapılan ‘tomruk deposu’ olduğu iddiasından yola çıkarak sayın Bakan, bu kez de orada ‘tomruk deposunun mağduriyeti’nden söz eder mi acaba?”
Bilemem, ama bildiğim bir şey varsa o da şudur:
Vatandaş bu gibi durumlarda böylesi ‘teknik eksenli’ sözler beklemiyor yetkililerden. Başlarına gelen çok büyük felaketin açtığı, yitirdiğimiz canlarımızın açtığı yaraların dışında yaşanan tüm mağduriyetlerin giderilmesini istiyor, bekliyor.
Ve bir yangın merdiveni …
Sel felaketinin en ağır şekilde yaşandığı Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde yıkılmış bir binanın fotoğrafındaki yangın merdiveni dikkatimi çekti.
Binalarda yangın merdiveni bulunması mevzuat gereği. Olmaz olası bir yangında insanların canını kurtarabilmeleri için olmazsa olmaz bir yapı unsuru bu.
O binanın oraya yapılabilmiş olmasının da ‘mevzuat açısı’ndan bir engelle karşılaşmadığı kesin. Yani ilçede 15 metreye kadar daraltılmış dere yatağının kenarına, değiştirile genişletile oluşturulmuş imar alanına yapılmış bir binadan söz ediyoruz sanırım … Her ihtimale karşı kullandım ‘sanırım’ vurgusunu … Ama çok büyük ölçüde eminim ki, o bina(lar) oralara mevzuata aykırı, ‘yasa dışı’ olarak yapılmamıştır.
Yani burada, adını ‘mevzuat’ koyduğumuz şeye uyulması meseleyi ortadan kaldırmıyor. O kadar çok kez o kadar canımız yana yana yaşadık ki bu durumu …
Bu binanın oraya yapılabilmesine olanak sağlayan ‘mevzuat gevşekliği’dir esas meselemiz …
Yangından kurtuluş için ‘yangın merdiveni’ni zorunlu kılan mevzuata benzer bir başka ‘özel mevzuat’ da ‘selden kurtuluş için’ uygulanamaz mı!
Dış Politika Dersleri / Konu: Afganistan!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çok kısa bir süre önce, Taliban henüz Afganistan’ın tümünde hakimiyeti ele geçirmemişken (ve elbette ki, bu hakimiyeti bu kadar çabuk ele geçirivereceği tahmin bile edilmezken) Kâbil Havalimanı’nın güvenliğinin Türkiye tarafından sağlanması ile ilgili açıklamasında, “Bu arada Taliban’ın bazı rahatsızlıkları söz konusu. Taliban’la da bu süreci görüşmek suretiyle nasıl ki Amerika ile bazı görüşmeleri Taliban yaptıysa herhalde Taliban’ın Türkiye ile bu görüşmeleri çok daha rahat yapması lazım. Çünkü Türkiye’nin onun inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Ters bir yanı olmadığı için de onlarla bu konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum” demişti.
Birkaç gündür, Türkiye’nin 31 Ağustos 2021 Salı gününden itibaren “Kabil Havalimanı’nın güvenliği” gibi bir görevinin fiilen ortadan kalkmış olması gerektiğine ve Taliban yönetimindeki Afganistan’da ülkemizin ne tür “görevler” üstleneceğine ilişkin tartışmalar sürüyor.
Bu konuda yine ağır bir dış politika dersi ile karşı karşıyayız. Bu kez dersimizin konusu: Afganistan.
Önceki derslerden ders almış mıyız yoksa yine ve yine ‘olmayacak işler’ mi açacağız başımıza hep birlikte göreceğiz …
Oysa ki eksenimiz belli: ‘Yurtta barış, dünyada barış’!