A.Kemal KAŞKAR –
Jerome David SALINGER / Roman / Yapı Kredi Yayınları / Çeviri- Coşkun YERLİ / 49. baskı Ekim 2016 / 198 sayfa
2 Mayıs Cumartesi akşamı TRT 2’de izlediğimiz “Çavdar Tarlasında Bir Asi” adlı film, bir yandan bu ay ‘Bir Satır’ için yaptığımız kitap seçimini anlamlandırması, öte yandan da yazarımızı daha iyi tanımamıza yardımcı olması bakımlarından mutluluk vericiydi. Filmdeki birçok şey bana bu kitabı anımsattı keyifle ve o büyük keyifle, kitabı okurken yaşadığım ‘farklı anlatım’ın etki alanına dönüp orada öylece kaldım film boyunca …
Önce Jerome David Salinger’in kısaca yaşam öyküsünü aktarayım …
1. D. Salinger 1 Ocak 1919 tarihinde New York’ta dünyaya gelmiş. İlkokulda tiyatro oyunlarında dikkat çekici bir başarıyla roller alan ve ‘oyuncu olacağı sanılan’ Salinger, sonraki dalgalı öğrencilik yıllarının ardından New York Üniversitesi’nde okuyor bir dönem ve devam etmeyip okulu bırakıyor. 1939 yılında Columbia Üniversitesi’nde yazarlık okumaya başlıyor. Burada öğretmeni olan ve bir dergide editörlük yapan Burnett, ondaki yeteneği keşfedip Salinger’in bir hikâyesini dergide yayınlıyor.
ABD’nin de II. Dünya savaşına dahil olmasıyla orduya katılan Salinger, Normandiya cephesinde, sonraki yıllar boyunca izlerini taşıyacağı şeyler yaşıyor. Burada tanıştığı Ernest Hemingway, savaştan sonra ruhsal bir çöküntü içine giren Salinger’in savaşta yaşadıklarına bağlı olarak bir süre hastanede tedavi gördüğünü dile getirmiştir.
1951 yılında başyapıtı olan “Çavdar Tarlasında Çocuklar” adlı romanı yayınlandı Salinger ve eleştirmenlerin başta beğenmedikleri kitap okuyucuların büyük beğenisini kazandı.
Kitabın başkahramanı Holden Caulfield’in ağzından yazılmış olan kitap, “argo dil” kullanıldığı gerekçesi ile bazı ülkelerde yasaklandı. Bu kitabının ardından “Dokuz Öykü” gibi önemli eserlerinin yayınlanmasından sonra tanınırlığı hızla artan Salinger bir süre sonra New Hampshire’ye taşındı, gözlerden uzak yaşamayı seçti ama -kendisi için- yazmayı sürdürdüğü söylenir … Ve 27 Ocak 2010 tarihinde, 91 yaşında vefat etti.
1963’ten sonra yeni bir kitap yayımlamamış olan Salinger’in, çok gizemli bir yazar olarak dünya edebiyatı için taşıdığı büyük anlam giderek daha çok hissediliyor … Uzun süredir, onun 1963’ten, dünyaya veda ettiği güne dek yazdıklarının yayınlanmasına ilişkin beklentiler büyüyerek sürüyor …
Eserleri:
Çavdar Tarlasında Çocuklar, Dokuz Öykü, Muz Balığı İçin Mükemmel Gün, Gülen Adam, Teknede, Yeşil Gözlüm, Al Dudaklıma.
“Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra”
“Çavdar Tarlasında Çocuklar” Salinger’ın tek romanı. Yetişkinlerin dünyasına tepkili ‘sağlıklı’ ergen bir çocuğun, okulundan atıldığı Noel öncesindeki birkaç günde yaşadıklarını konu edinen bu ‘farklı’ romanın, Salinger’in ergenlik maceralarından çok büyük bir ustalıkla sunulmuş bir kesit olduğu yönünde yorumlar yaygın kabul görüyor.
Başından sonuna kadar rahat okunur bir ‘anlatı’ olarak süren roman, Holden Caulfield’in bir psikiyatri kliniğindeki sözleriyle noktalanıyor. Herşeyi çok anlaşılır, çok olabilecek şekillerde yaşıyor (anlatıyor) Holden Caulfield ya da Salinger ve belirlediği kısa zaman diliminde bütün olup biteni sakin sakin, içtenlikle paylaşıyor okuyanlarla. Bir romanın ‘içtenlik’ diye bir vasfı olabilir mi? Oluyor işte, olmuş … Bu arada elbette çeviri için de Coşkun Yerli’ye teşekkür etmek gerek. İşte bu ‘iyi çeviri’dir ki, bütün bu olumlu değerlendirmeleri dilimizin olanaklarını kullanarak besliyor …
…
Kitabın son bölümünü aktarmakla yetiniyor ve geleneksel çağrımızı yaparak noktalıyorum:
Ülkemizdeki ilk baskısı Ekim 1997’de yapılan ve 63’üncü baskısı Ocak 2020’de yine Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılan bu kitabı okuyun mutlaka …
Bölüm 26
Size anlatacaklarım bu kadar. Eve gidince ne yaptığımı, nasıl hastalandığımı, buradan çıktıktan sonra önümüzdeki sonbaharda hangi okula gideceğimi filan anlatabilirim herhalde size, ama canım istemiyor. Gerçekten istemiyorum. Bu zırvalıklar şu an beni hiç ilgilendirmiyor.
Pek çok kişi, özellikle de buradaki şu psikiyatrist herif, önümüzdeki Eylül ayında okula başladığımda kendimi derslere verecek miyim diye sorup duruyor. Bu çok salakça bir soru bence. Yani, bir şeyi yapmadan önce ne olacağını nereden bilebilirsiniz ki? Yanıtı belli bunun; bilemezsiniz. Yemin ediyorum, çok salakça bir soru bu.
D.B. ötekiler kadar kötü değil, ama o da bana bir sürü soru sorup duruyor. Geçen Cumartesi, yanında şu İngiliz yavrusuyla geldi buraya, senaryosunu yeni yazdığı bir filmde oynayacakmış. Pek yapmacıklı, ama çok güzel bir kız. Her neyse işte, kız tuvalet için ta öbür kanatta bir yerlere gittiği bir sırada, D.B. bana, size anlattığım bu şeyler hakkında ne düşündüğümü sordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Doğrusunu isterseniz ne düşündüğümü ben de bilmiyorum. Pek çok insanın hakkında konuştuğum için üzgünüm. Bildiğim tek şey, size anlattığım herkesi biraz özlüyorum. Bizim Stradlater’ı ve Ackley’yi bile, sözgelimi. Sanırım, o lanet Maurice’i bile özlüyorum. Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra. (s. 198)