BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Yıllardır tanışıyormuş gibiyiz aslında …
2000 yılının Eylül ayında ‘Haciapti’li olduğumuzda elbette daha iyi durumdaydı. Sonra sonra biraz biraz çökmeler, göçmeler başladı bir yerlerinde. Halâ ayakta ama bir de ona sormalı, ‘nasılsın’ diye …
Milas’ın Hacıapti mahallesinde, Musella ve Baltalıkapı caddelerinin buluştuğu köşe başındaki evden söz ediyorum. Milas’ın kıdemli, kıdemli olduğu kadar yorgun, yıkık, çaresiz evlerinden biri …
Aslında hem ev hem de dükkan. Bakkal dükkanı … “Giritli Ahmet’in Bakkal Dükkanı” diye anımsanıyor …

Komşularımız Aysel-Yaşar Hardal çifti ve kızları Nilgün ile geçen yıllar içinde hep sohbetini yapardık Ahmet amcanın, uçuşan sözlerle … Dedem, Giritli Mustafa Karaloğlu’nun, İzmir Alsancak Bornova Caddesi’nde alt katında bakkal dükkanı olan iki katlı cumbalı evdeki yaşantıyla benzeştiriyorum düşlerimde bu evi … Mustafa ve Fatma Karaloğlu çifti o evin üst katını mesken olarak kullanmış yıllarca … Dayılarım Behzat ve Mehmet, Teyzem Özdel ve Annem Özgen o evde doğmuşlar … Annemin Babaannesi Adile Hanımın vefatından sonra kızları ve oğulları arasında en çok dedemlerde kalan Aziz Ağa’yı da dahil ederseniz, yedi kişilik bir haneden söz ediyorum … Beş altı yıl kadar oldu, Annemle önünde bir anı fotoğrafı çektirdiğimiz o ev halâ yaşıyor … Alt katı ‘market’ üst katı ‘Nostalji Kafe’ … Annem, “Ne küçükmüş bu ev böyle!” demişti o gün, “Ben bu evde doğdum, gezebilir miyim” deyip dolaştığımız üst katta … Hele arka tarafındaki balkona çıkıp da “Halbuki bana nasıl da kocaman gelirdi her yeri …” deyince şu sıradan espriyi yapıvermiştim: “Sen büyüdüğün içindir Anne” … Gülüşmüştük …
İnsan büyüdükçe pek çok şeyi nasıl da farklı farklı görüyor, yaşıyor … Bunu çok kez yaşadığımı ya da yaşayanlara tanıklık ettiğimi söylemeliyim. Sonra sonra ‘unutma halleri’ de dahil olunca ‘farklı’dan ‘başka’ya geçilmiş oluyor. ‘Zaman’la ilgili en çok takıldığım ifade hatası, örneğin “geçtiğimiz hafta” denilmesidir. Doğrusu: “Geçen hafta”dır. Çünkü geçen biz değiliz, zamandır geçen … Zamanın geçişiyle biriken, taşan, uçuşan anılar arasında belki de bir tür savunma olarak bizim yapabildiğimiz en güzel şeylerden biridir aslında bu: ‘Eski’nin gözümüze önce ‘farklı gelmeye başlaması’, biraz da bu nedenle belki, ‘eskinin yeniden keşfi’, tanıdık birinin farklı biri, bilinen bir yerin farklı bir yer gibi gelmesi ve sonra sonra da ‘başka biri’ ve ‘başka bir yer’ olarak … ‘Bunama hali’ değil tanımlamaya çalıştığım. Anlatmaya çalıştığım durumun, sanatsal üretimi besleyen bir damar olduğu kesin …
Musalla ve Baltalıkapı caddelerinin buluştuğu köşede halâ ayakta durmaya çalışan bu ev, bu nedenledir ki, onunla her göz göze geldiğimde Bornova Caddesi’ne götürür beni … 1930’ların, 40’ların, 50’lerin İzmir’ine … Aile büyüklerimden dinlediğim, kulaklarımda kalmış kadarıyla ‘geçmiş zaman’ ile köprüler kurdurur bana … Herkes orada … Yarım kalmış, bitirilememiş birçok şeyi bitirebilecekmişim gibi bir mutluluk, bir coşku içimde için için büyür … Yazasım gelir durmaksızın …

…
Önceki ayın sonuna doğru bir Pazar günüydü. Pırıl pırıl güneşli bir hava … O gün, Baltalıkapı pazarından dönüşte, camsız çerçevesiz pencerelerinde lime lime olmuş, ölmüş bitmiş perdelerin hafif rüzgarla sallanışı etkiledi beni o evde nedense … O perdelerin ‘perde’ olduğu günlere götürdü beni o görüntü …
Perde demek ‘ev’ demek çünkü. Perdeleri ölmüşse bir evin ‘ev ölmüştür’ demek. Oysa anısı perdeler gibi asılı kalır evlerin. Anmak, anımsatmak, unutulmasın bilinsin diye bir şeyler yapmak gerekir. ‘Kentin Belleği’ dediğimiz tam da budur. Fotoğraflar … Eşyalar, eşyalar …
O gün çektiğim fotoğraflarla ‘Giritli Ahmet Bakkal’ı yazmak istedim. Kapısındaki asma kilidini, yıllardır inik kepengini, tozdan buzlanmış camdan bir bölümü görünen mavi boyalı rafını … İçinde başka başka ne yaşanmışlıklar, kimler kimler … “Hey gidi günler hey”ler …
Böyle böyle ne çok “yazılası ev”i var Milas’ın bir düşünsenize …
Ne çok “yazılası yaşanmışlık” … Yaz yaz bitmez!
Bu kez notlar aldım Hardal Ailesi ile sohbetimiz sırasında … Bu notların eksiklerini, eksik olmasın Nilgün Hardal Çiftçi, bizzat gidip, Giritli Ahmet’in kızı Yıldız Saralp ile görüşerek, üstelik aile albümünden fotoğraflarla da tamamlayıp renklendirdi … Hepsine teşekkür ediyorum …
…
Yıldız hanımdan öğrendiklerimize göre, Halime-Hüsnü çiftinin oğulları Baba Ahmet Erişir 1326 (1908), Sıdıka-İbrahim Sadak çiftinin kızları Anne Saadet Sadak ise 1331 (1913) Milas doğumlular. Ahmet bey ve Saadet hanımın aileleri Girit’ten Bodrum Karatoprak’a geldiklerinde 8 yaşlarında imişler. Aileler sonradan Milas’a yerleşmiş … Saadet hanımın babası İbrahim bey Çanakkale Şehidi! Babası şehit düştüğünde 3 yaşlarında Saadet hanım … Burgaz’da oturuyorlar …

Ahmet Erişir Hacıapti mahallesinde doğmuş. Erişir soyadının hikayesini şöyle anlatıyor Yıldız hanım:
“Soyadı kanunu yeni çıkmış. Herkesler ailesine soyadı arıyor. O sıra babam askerden gelmiş. Babaannem de demiş ki: ‘Bizim soyadımız -kavuşma anlamında- eriş olsun.’ Buradan çıkmış, ‘Erişir’ olmuş soyadımız …”
Ve şöyle sürdürüyor sözlerini:
“Babam çok çalışkan adamdı rahmetli … Dükkandaki ürün çeşitliliğini hep arttırırdı. Zeytinyağı satılırdı. Gazyağı satılırdı. Ekmek o zamanlar kesilip yarım-çeyrek ekmek olarak da satılırdı. Haşlanmış yumurta bile vardı. Peynir ve helva tenekeler içinde gelirdi. Çeyrek ekmek, yarım ekmek içine helva, peynir, haşlanmış yumurta … O zamanın hızlı yemekleri bunlar … Babam titiz adamdı. Ekmeğin, peynirin, helvanın bıçakları ayrıydı. Bu anlamda en büyük şikayeti, akşama doğru saatlerde artan müşteriler arasında bazılarının gazyağı almasıydı. Gazın ellerine bulaşması onu çok rahatsız eder, ‘Yahu şunu gün içinde niye almazlar’ diye söylenir dururdu …”

O yıllarda, Dörtyol’daki fabrikaların hemen yanıbaşında bir işçi-emekçi mahallesi olarak dikkat çeken Hacıapti’deki bu dükkan çok iyi iş yapıyordu. Yerleşik nüfusun yanısıra, Bodrum’dan, Konya’dan başta olmak üzere mevsimlik işçiler de mahallede ev kiralardı. Burgaz ve Hacıapti mahallelerindeki bazı kahveler pamuk, tütün, zeytin işleri için bekleşen işçilerle haftanın 7 günü, günün 24 saati adeta hiç kapanmazdı …
Komşumuz Aysel Hanım, Akyol’dan Hacıapti’ye gelin geldiği günlerden bahsederken yüzünde özlemli bir gülümsemeyle ‘Ahmet Amca’yı şöyle anlatıyor:
“Giritli Ahmet’in dükkanında yok yoktu, her şey bulunurdu. Tencereden bakliyata … Diyelim tencere alacağız. Ahmet Amca bize hemen şunu sorardı: ‘Yerlisi var Amerikanı var, hangisi?’ Bilirdik ki ‘Amerikan’ dediği pahalısıydı. Ampule cam derdik o zaman. Ahmet Amca’nın şu sorusu kulaklarımdadır halâ: ‘Amerikan camı mı yerli cam mı?’ …”
Yaşar Abi ise arada söze giriyor: “O günler bir başkaydı Kemal bey …”
Hey gidi günler hey!…