Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Ülkemizde bazen öyle şeyler oluyor ki, insan hayretler içinde kalıyor. Bazen de öyle açıklamalar yapılıyor, öyle laflar söyleniyor ki sanırsınız ülkenin sahibi bir kişi.
Cumhurbaşkanlığı makamı Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri siyaset üstü ve halkın dertleşebileceği, partiler arasında çıkan sorunların ülkeyi rahatsız edecek boyuta geldiğinde bir araya toplayıcı, toparlayıcı ve halkın anası/babası diyebileceğimiz bir makamdı.
Tabii ki bu makamdaki kişinin kişiliği de bu makamın anlamını ve ağırlığını, ülkeyi temsil etme şeklinde küçük nüansları oluşturması gayet normal.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti bu gidişi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kabul edip uygulamaya başladığı andan itibaren bitirdi. Kurtuluş savaşında dahi TBMM yetki ve öneminden hiç taviz vermemişken, yeni sistemde var mı yok mu belli olmayan, denetim ve kanun yetkilerini en alt seviyeye taşımış sadece prosedür yerine gelsin diye el kaldırılıp indirilen bir yer haline geldi.
Yeni sistem de değil aslında, bir kişi istedi ve onun isteğine uygun olarak yasal düzenlemeler yapıldı ve ülke bir kişiye teslim edilmiş oldu!
Şimdi, Cumhurbaşkanı ne derse arkadan gerekli prosedürler yerine getirilip gerçekleştiriliyor.
Cumhurbaşkanı istediğine istediğini diyor, yargı bir gözüyle kendisine bakarak önemli kararları veriyor, yasaya göre bağımsız olması gereken TCMB ise talimatları doğrultusunda faiz kararları alabiliyor.
CHS (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) ülkenin istediği bölgesinde toprakları özel statüye alıyor, sonra buraları istediklerine satıyor. Halk kanala karşıyım derken kendi istediği için ekonomik bunalımda olan ülke bu maliyetli ve gerekmeyen yatırımı yapmaya çalışıyor.
Bir yerde park mı yapılacak, uçak mı yapılacak, yerli araba mı yapılacak, Karadeniz’de petrol Akdeniz’de doğal gaz mı bulunacak tüm bunlara yeni sisteme göre bir kişi karar veriyor.
Başka bir ülke hapisteki vatandaşını mı istiyor, karar veren CHS’ne göre yürütmenin başı Cumhurbaşkanı.
Anayasamızda belirtildiği halde Diyanet İşleri Başkanlığı başka şekillerde kullanılabiliyor. Nerelere cami yapılacağına karar veriliyor, imam hatip okullarının kapasitelerinin dolması için yol ve yöntem değiştirilerek mecburen o okullara gidilmesi sağlanmaya çalışılıyor. İşe alınmalarda bu okulların mezunlarına öncelik vererek diğer çocuklar için bu okullar özendirilmeye çalışılıyor.
Okul müfredatlarını değiştirerek kurucumuz olan Atatürk’le ilgili konular ya yok ediliyor veya küçültülüyor, bilimsel çağdaş eğitim zayıflatılıp ümmetçi yaklaşımlar popüler kılınmaya çalışılıyor.
Diğer ülkeler ile ilişkilerimizi kişisel ilişki haline getirip görüşmelerde dışişleri protokollerini bir tarafa bırakıp özel bir tercüman ile ikili görüşmeler yapılıyor. Bu görüşmeler de Almanya-Erdoğan görüşmesi şeklinde lanse ediliyor.
Cumhurbaşkanı ‘Birleşmiş Milletler’e seslenip “dünya beş’ten büyük” diyerek adil olmayan bir duruma vurgu yapmaya çalışıyor, ama unutuyor ki Türkiye için de 85 milyon 1’den büyük!
Şu an Türkiye bir kişi tarafından istediği gibi yönetilen bir ülke ve dünyada örneği yok.
Siyasete başladığında yüzüğünü göstererek “bundan başka bir şeye sahip olursam …” demişti. Sonrasını gördük.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içinde yetki isterken “verin bu kardeşinize yetkiyi uçurayım ülkeyi” anlamında bir cümle kurmuştu. Yine gördük ki, ülke dünyadan bir kez daha kötü anlamda ayrıştı ve ciddi bir ekonomik buhran içinde.
Ülkemizde zor durumda olmayan sadece Cumhurbaşkanlığı ve onlarla hareket eden yandaş ve beşli müteahhit kesim.
Herkese döviz kullanmayın derken, tüm yap işlet devret ve garantili yatırım anlaşmaları döviz üzerinden yapılmakta ve de bu yatırımların sözleşmeleri maliyetinin birkaç katına imzalanabilmekte.
Sırf itibar olsun diye her il’e üniversite açıp kadroları yandaşlarla doldurup akademik eğitimin bitirilmeye çalışıldığını da görmekteyiz.
İtibardan tasarruf edilmez diyen bir Cumhurbaşkanı var. Ülke ekonomik buhran altında halk inim inim inlerken sarayın, TBMM’nin ve diyanetin bütçesinden tasarruf edilmediğini ve bilakis ek bütçeler ile harcamalara devam edildiğini yaşayarak görüyoruz.
Köylünün traktörüne haciz gelirken hiç ilişkimiz olmayan ülkelere hibe olarak milyon dolarlar gönderiliyor.
Yandaşlara bir değil, beş değil on veya daha fazla maaşlar verilerek onlar zengin edilebiliyor.
İktidar kendi medyasını oluşturarak hep bir ağızdan kendi propagandasını yaptırabiliyor.
Rusya’dan S-400 alıp 2.5 milyar dolar paramızı sarf edip gelişen durumlar sonrası “kullanmayız depoya atarız” diyerek sorumsuzca halkın parası harcanabiliyor.
Diğer yandan parasını peşin verdiğimiz F-35 uçaklarını aramız bozulunca vermeyen ABD’den 1.5 milyar dolarımızı bir türlü geri isteyemiyorlar.
Ekonomik buhranı yaratıp artan fiyatlar sonrasında önce üretici sonra aracı terörist ilan edilebiliyor.
Oysa gümrükleri indirip hububat veya başkaca ürünlerin ülkemize vergisiz girmesini sağlayan, uluslararası kartellerin ülkemizde istediği gibi iş yapmalarına olanak veren bu iktidar.
Önce Kürt sorunu vardır deyip “çözüm süreci”ni başlatıp günümüzde “Kürt sorunu yoktur” diyen de yine bu iktidar.
Böyle bir ülke olabilir mi? Dünyada demokratik sistem ile yönetildiğini söyleyip her şeye bir kişinin karar verdiği başka bir ülke var mı?
Her şeyden sonra da, harcadıkları paraları kendi ceplerinden veriyormuş gibi, yurt sorunu olan gençlerimize “iktidara geldiğimizde 45 TL olan kredinizi 650 TL yaptık gözünüze dizinize dursun” diyebiliyor ne yazık ki.
Oysa her il’e üniversite açmak marifet değil, oralarda gerçek akademik eğitimi yapabilmek ve gençlerimize o üniversitelerde okuyabilecek olanakları yaratabilmek önemli. Üniversitelerimizin yurt kapasiteleri (KYK) ne yazık ki yetersiz. Tabii burada başka hesap yoksa? Basında yer bulduğu üzere gençlerimizin devlet yurtları yerine tarikat yurtlarına gitmelerini mi istiyorlar dersiniz?
Yapılan bazı hesaplara göre ülkemiz genelinde yurt sorunu, Cumhurbaşkanlığının uçak filosunun olmaması veya saraylarının yapılmaması halinde çok rahat çözülebilirdi.
Cumhurbaşkanı ve beraberindekiler BM toplantısı için ABD’ye giderken heyet dışında koruma araçları da uçaklarla götürülmüş, burada olduğu gibi konvoy ile BM toplantısına gidilmesi bu ülkeye yüz binlerce dolara mal olmuştur. Oysa İngiltere Başbakanı Boris Johnson yanında iki koruma ile metro kullanarak BM toplantısına gidiyor.
Ülkemiz çağdaşlık kriterlerinde yayınlanan tüm istatistiklerde en kötü yerlerde bulunurken ülkemizin uçtuğunu söylemeleri de insanı hayrete düşürüyor.
Oysa itibar, ABD başkanı ile görüşmek için telefon başında beklememek, Rusya Cumhurbaşkanı ile görüşmek için odada bekletilirken çıkıp gitmek olabilirdi.
Yine itibar, sel baskınına uğramış veya ormanları yanan insanlara çay atmak ile değil, onları refah içinde yaşayan vatandaşlar haline getirmekle olur.
İtibar; üniversiteye gitmek için zaman, emek ve para harcayan gençlere kazandıklarında kalacak yer bulamadıkları için parklarda yatmak veya çaresizlik içinde okumaktan vazgeçip evlerine dönmek yerine, isteyen öğrenciye devletin kalacak yerini gösterip kimseye muhtaç olmadan eğitimini yapmasını sağlamaktır.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
İktidarın harcadığı para bu ülke vatandaşlarınındır. Kimilerine birden çok yerden verdiğiniz maaşları bu ülke insanları ödemektedir. Plansızca her yaptığınız hiçbir zaman dolmayan camiler, attığınız çaylar, yaptırdığınız saraylar, gittiğiniz seyahatlerde bindiğiniz uçaklar, Cuma namazına giderken kullanılan onlarca araç ve görevliler hep bu milletin verdiği paralar ile oluyor.
Lütfen üstüne üstlük milleti, cebinizden harcıyor gibi azarlamayınız!