Yılmaz Kaya AYLANÇ
Türkiye artık bazı sorulara yanıt vermek zorunda. Kimse şahsi geleceğini ülkesinin geleceği önüne koymamalı. Hem konuşmalı, hem doğru kararı vermeli.
Neye göre; halkın yararına, ülkesinin geleceğine, adalete ve hukuka göre ve tabii en önemlisi vicdanına göre.
Ülkemiz mevcut iktidar ile her geçen gün daha çok kayıp yaşamakta ve tahrip olmaktadır.
Umarım seçim sandığı bir an önce halkın önüne gelir ve halk bir kez daha kararını verir. Bu kararı da bazı sorulara vicdanen yanıt vererek verir.
İtaat eden bir Türkiye mi, demokratik bir Türkiye mi?
Her şeye bir kişinin karar verdiği bir Türkiye mi, yoksa ortak akıl ile kararlarını alan bir Türkiye mi?
Tek adam rejimi mi, parlamenter demokratik bir rejim mi?
Bendense istediği kararları veren bir adalet sistemi mi? Adil ve tarafsız her vatandaşa eşit davranan bağımsız bir adalet mi?
Gelirin adil dağıtıldığı bir Türkiye mi, yoksa benden olanlara fazla fazla, olmayanlara yok denen bir Türkiye mi?
Yandaş anlayışının olduğu bir Türkiye mi, liyakatın ve eşit yarışın olduğu bir Türkiye mi?
Dini nasıl yaşayacağını dayatan bir Türkiye mi, dinin vicdanlarda her vatandaşın kendine göre diğerlerini rahatsız etmeden özgürce yaşanacağı bir Türkiye mi?
Çağ dışı eğitim verilen Türkiye mi, çağdaş evrensel eğitim verilen Türkiye mi?
Halkın vergilerini istediği gibi çarçur eden, istediğine istediği kadar veren bir Türkiye mi, yoksa harcamalarının hesabının sorulduğu ve bu hesabı veren, denetlenebilen bir Türkiye mi?
Devletin polisi ve memurunun halka karşı yandaşın yanında yer alması mı? Yoksa devletin, tüm vatandaşlara eşit ve hakkaniyetli adil davranması mı?
Tarikat ve cemaatlerin devlete hakim olması mı? Yoksa, Anayasa’ya ve kanunlara uygun şekilde devlete kimsenin hakim olmaması, yalnızca halkın egemenliğinin hayat bulması mı?
Yandaş olan veya kendisine biat edenlere iş ve aş veren, olmayanlara yaşam hakkını bile çok gören bir anlayış mı? Her vatandaşa eşit davranan, liyakata göre ve hak edene hakkı kadar yaşam sunan ancak asgaride tüm vatandaşlarına sahip çıkan bir anlayış mı?
Bağımlı ve lidere bakan bir yargı mı, yoksa bağımsız bir yargı mı?
Gençlerin geleceği ülkelerinde göremedikleri için yurt dışını kurtuluş olarak görmeleri mi, yoksa ülkelerine güvenerek ülkelerinde hakkı olanı alacağını bilerek yaşamak istemeleri mi?
Bu soruları ve karşılıklarını çoğaltmak mümkün.
Bugün ülkemiz hiç olmadığı kadar sıkıntılı bir süreçten geçmekte. Tek adam rejimini oluşturulan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” referandum öncesinde de ifade ettiğimiz gibi demokratik bir ülkede olması mümkün olmayan bir sistem.
Aslında sistem bile değil!
Bir kişinin keyfine göre dizayn edilmeye çalışılmış, ne isterse yapabileceği şartların sağlandığı, yolda daha çok yetki gerektiğinde parlamentodaki çoğunluğu sayesinde verilerek istediğini yapması sağlanan tamamen kişisel bir iktidar yaratıldı. Bu kişiselleştirilmiş iktidarda Cumhurbaşkanının hastalık gibi bir nedenle veya başka bir şekilde kendinde olmayacağı bir durumda, ülkenin ve tabii iktidarın ne yapacağını bilemeyeceğini düşünüyorum.
Neden böyle düşünüyorum!
Çünkü koca bir ülke ve kurumları yıllar içinde içleri boşaltıldı ve her şey bir kişinin iradesine bırakıldı. Bugün hiçbir kurum ve kişi karar alamaz noktada. Her kurum ve kişi yapacağı her işte önce Cumhurbaşkanının işaretini veya tavrını bekler durumda. Ya da o kurumun yapması gereken açıklamayı bizzat Cumhurbaşkanı yapmakta.
Şunu da söylemeliyim ki, iktidar sahibi dün yani iktidara gelmeden veya geldiğinin ilk yıllarında ne söylediyse şimdi tam tersini söylemekte.
Ülkemizin kutuplaşmadan, ayrışmadan, kavgadan, hamasetten herkesi terörist görmekten, mantıklı yanıtlar yerine “dine saldırıyorlar” söyleminden hiçbir şey kazanmayacağı artık çok net ortada.
Bu anlayış ve yaklaşım ülkemizi her açıdan gerilere götürmüştür. Çok zarar vermiştir. Bu zarar görme, geriye gitme ve kötüleşme her yerde, her konuda kendini göstermektedir.
Ülkenin ve özellikle iktidarın halâ sağlıklı düşünen ve ülkesinin geleceğini düşünen insanların konuşma ve kendilerini gösterme zamanı. Çok geç olmadan.