BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Eski bir ev. Size neyi, neleri çağrıştırır?
Terkedilmişlik? Yorgunluk? Çaresizlik? Yıkım? Veda? Anılar? …
Hangisi?
Siz kimbilir nerelerde neler yaşarken, şu kocaman dünyanın bir yerlerinde kimler kimler neler neler yaşıyor düşünür müsünüz arada? Buna bir evin başına gelenler de dahildir.
“Düşünsem ne olacak ki” tepkinizi duyar gibiyim. Buna rağmen ısrarcıyım, düşünün. Evet, hiçbir somut sonuç elde edilemez diyorsunuz ama ufkunuzda bir genişleme ihtimalinden rahatlıkla söz edebilirim.
Tam da şu anda, tüm olup bitenleriyle bilebilmenizin, ulaşabilmenizin asla mümkün olmayacağı kadar dipsiz bir uçurum gibi ürkütücüdür dünya …
Siz, saatler sonra, örneğin akşam haberlerinde izlerken olan biteni, bir kaza olmuş meğer tam kahvaltıya oturduğunuz anda ya da siz derin uykudayken yanmaya başlamış bir orman “henüz bilinmeyen bir nedenle” … Ne kadar az şeyden haberdar olduğunuzu farkedersiniz her haberde …
İşte o ‘eski ev’ de dünya üzerinde bir yerdedir ve olanlar olmakta ve bitmektedir. Nedenini henüz bilemediğimiz ve sonrasında üzerinde hiç durmayıp sonuçlarını takip etmediğimiz olaylar ya da her şey gibi …
Ve bütün dünya, sadece ‘bilinmeyen nedenlerle’ yana yakıla küle dönmüş, külden ibaret bir çöle döner böyle böyle.
Siz ilgilenseniz de ilgilenmeseniz de nedenler ve sonuçlarla büyür dünya. Nedenleri bulamaz, sonuçlara ulaşılamazsa küçülür. Buradan bakınca da akla şu soru gelir kolayca:
Çocukluktan bugüne ne kadar büyütebildik dünyamızı?
Sakın o ‘eski evi’ unutmayın ama … O ev gibi evlerle ilgili sorularınızı çoğaltmayı da … Çünkü ne kadar soru sorabilirseniz o kadar geleceksiniz. Yoksa ‘geleceksiz’!
O niye öyle bu niye böyle diye halâ daha ne çok soru var diye endişelenmeyin sakın.
‘Kim vurdu’ diye tekrar tekrar sormamaktan, ‘kim vurdu’ diye sapasağlam durmamaktan ‘kim vurdu’ya gide gidile ne hâller oldu bize görmüyor musunuz? …
Eliniz kolunuz hep bağlı mı? ‘Elden ne gelir’ demekten kurtulamadınız mı halâ?
İnsanlar, ormanlar, evler, her şey için …
…
Büyük büyük depremler sonrası can güvenliği sorunlarımızı büyüten enkaz evlerden biri mi yoksa bu ve biz hepimiz “kimse yok mu” sorularına sesimizi yükseltemeyecek kadar enkaz altında mıyız?
Sadece üzülmek ise, sonra sonra kendimizi gözyaşlarıyla akıta küçülte eritip bitirmektir enkaz altlarında.
Açıklıyorum:
Çocukluk günlerimden kalmış ama ha yıkıldı ha yıkılacak bu ev örneğin. Gitti gidiyor. Yani kalamamış aslında. Ne yazık ki o da …
Ne kadarını anımsıyorum şimdilerde içine girilemeyecek haldeki o evin içini, bilmiyorum.
Oysa o evin bir odasında kısık bir gaz lambasının loşluğunda gönül rahatlığı içinde uyumuştum çok kez.
Gülbahçe’de Muammer Amca ile Tahire Teyze’nin evidir o.
Uzunca süredir çatısından, duvarlarından ağır yaralı.
Bu kışa dayanamaz yıkılır diye düşünerek, tümden yok olmadan yazmak istedim onu, böylesi birkaç fotoğrafı kalsın istedim geride.
“Çocukluğuma dokunmayın!” demem bir şey ifade etmeyecek artık biliyorum.
Ama ‘çocukluk’ işte. Yine de ‘dokunmasalar’ diyorum.
Masalar görüyorum, kalabalık masalar. Aile.
O yıllarda ülkemde ve dünyamızda olanların ne kadarını anımsayabilirim. Ne kadar az. Yok desem olur. Hiç kadar. Kendime üzülsem, paylaşamadığım acılar için. Gözlerim dolsa. Gök gürültüsü olsa. Kuru gürültü.
Bazen, yakalayabileceğimi sanıyorum, umutlanıyorum, işte diyorum böyleymiş demek. Ama yetişilemiyor. Akşamlar başlıyor hemen, evler daha çok eskiyor akşamlarda, rüzgarlarla başbaşa. Akşamları, kapıları daha yorgun eski evlerin, daha yalnız. Çaresiz varmış yokmuş arası kısacık bir yüzyıl gibi. Geçen yüzyıl gibi.
Oysa kendinize en çok güvendiğimiz yerler değil midir doğup büyüdüğümüz yerler. Peki nedir bizim doğup büyüdüğümüz yerlere karşı adeta vahşice yok ediciliğimizin nedeni?
Büyürken tanıdığım şu evin son haline bakın hele.
Hiçbir şey gelmiyor elimden, onu kurtarabilmem olanaksız.
Mesele mülkiyet meselesi değil, nedenleri bilinmesine rağmen, böylesi bir hayat memat meselesinin bir türlü çözülememesi … Çözemiyoruz.
Çözebileceğimizi düşündüğümüz anda, aynı anda başkaları çözümün önünde duruyorlar, acımıyorlar.
Göz göre göre oluyor hepsi.
Adalet, kocaman bir tepsi içinde sunulmuyor.
Adalet sunulmuyor çünkü, mücadeleyle elde edilebiliyor, bedeller ödene ödene …
Bazı nesilleri ‘ön ödeme’ gibi düşünün. Herşey daha güzel olsun diye.
Noktayı koyuyorum.
Çocukluk günlerindeki nedenlerinizle şimdiki nedenleriniz arasında ne kadar çok değişiklik olduğundan haberiniz vardır umarım. Bunun bir sorun olmaması için ‘gençlik günleriniz’e sarılın. Gençlik evleriniz de buna dahildir. Görüntüleri bile yeter … Yıkılmak üzere olsalar bile … “Yaklaşmak Tehlikeli ve Yasaktır” uyarılarını dikkate alın ama, çünkü ‘gençlik gelecektir’ …
Gelecek ihmale gelmez.