BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Gecenin derin karanlığı ve sessizliği içinde, örneğin baykuş sesleri bir ürküntü yaratmaz mı bünyenizde?
Başınıza kötü şeyler gelecekmiş gibi bir his? Neredeyseniz oradan bir an önce uzaklaşıp kurtulmak, unutmak isteyeceğiniz bir his …
1970’lı yılların başlarında İzmir Urla’nın Gülbahçe köyü … O yıllarda elektriksiz köyün sahilindeki evimiz geceleri zifiri karanlığın içinde kalırdı. Önceleri gaz lambaları ile aydınlatmaya çalıştığımız evde sonra sonra lüks ışığına kavuşmuştuk. Adı üstünde büyük ‘lüks’tü! Adeta muasır elektrikli medeniyet seviyesine yükselmiş kadar olmuştuk!
O zifiri karanlık gecelerin gökyüzü, şaşkınlık ve saygı uyandıracak ölçüde ışıl ışıl hâllerdeydi … Şirinyer’de göremediğimiz ne kadar yıldız varsa hepsi peşimize takılıp Gülbahçe’ye gelirdi sanki. Gökyüzü adeta endüstriyel yıldız üretimi yapılan kocaman bir tesis gibiydi … Bahçemizin eve uzak köşesindeki dut ağacının altında daracık beton rampaya sırt üstü uzanıp gökyüzüne bakardım, bakardım … O sıra bir de hafif rüzgar esintisiyle bezeli gece sesleri içinde yeryüzünden olabildiğince uzaklaşarak bir yandan ürker ürperir, diğer yandan dünya üzerindeki yerimi, etkimi, yapabildiklerimi, dileklerimi, niyetlerimi, hâl ve gidişlerimi düşünür, üşür dururdum. Durumumdan şikayetçi değildim, aksine kendimden memnundum ve henüz ‘iyi hâl kağıdı’ diye bir belgeden haberim bile yoktu! Sonra?
Sonra sonra sırtım üşümeye başlamış olurdu zaten ve annem kocaman dünyayı temsilen beni çağırınca inebilirdim yeryüzüne neyse ki ve hemen eve gidip yatağa girer, bir an önce uyumak isterdim. Bir tür kaçış rüyalara rüyalara …
Ve sabah her zamanki hoşgörüsüyle karşılardı beni ve gün içinde malûm işler güçler. Bir an önce büyümek büyümek isterdim bir de … Ne kadar farkındaydım gündelik işlerle boğuşan boğulan insan yaşamlarının? Kendimizi iyi hissedebilmek için ne kadar az seçeneğimiz olduğunu o günlerin gecelerinde gökyüzüne çıplak gözlerle baka baka farketmeye başlamış mıydım, kimbilir …
Gündelik işler!?
Günlük yaşamın, deniz seviyesinden yükseklere yükseklere çıkılmasına izin vermeyen bitmek bilmez işleri … Ve geceleri, sanki bütün o yorgunluklarla, dargınlıklarla saklambaç oyunu. Geceler, en büyük kaybolma ihtimallerimiz aynı zamanda … Kimlerden ve neler nelerden kaçıp kaçıp saklandığımız karanlık geceler. İrili ufaklı sırlar, sıkıntılar, sancılar …
Görebildiğimiz, gidebildiğimiz kadarıyla yetinmeyi, razı olmayı, itiraz etmemeyi öğreten daracık koridorları, tünelleri gecelerin … ‘Daha fazlası’nın uçsuz bucaksız tehlikelerinden uzak “güvenli bölgeler” olarak toplama ya da esir kamplarındaki yaşamlar … ‘Hemen sonuç almak’ telaşıyla kolayca vazgeçiliveren bir çıkış yolu olarak ‘çok geniş ve bir o kadar da karmaşık gelecek zaman’dan, çok meşhur ‘dar zaman’a kaçışlarımız.
İçine sayısız, sınırsız olumsuzlukları, eğri büğrü algıları tıkıştırdığımız “felsefe yap-ma!”, “edebiyat yap-ma!”, “film çevir-me!”, “artistlik yap-ma!”, “caz yap-ma!” çağrıları ile huzur bulmaya çalıştığımız kaçışlar …
Oysa her biri, çok değerli ‘şüphe giderici’ yorgunluk alanları olan Felsefe ve de Sanat zenginliklerimiz! Binlerce yıllık yolculuklarımızla ulaştığımız yerlerde tutunabilmemizi mümkün kılan kültürel ellerimiz. Bilinmeyenleri bilinir kılma yolunda bizi ağır ağır, adım adım yürüten ayaklarımız onlar.
Bir de, yine çok büyük bir zenginlik olarak ‘bilim’ var elbette. Her gördüğümüz yerde bilhassa aramıza mesafe koymakta olduğumuz, kaçıp durduğumuz. Ne yazık ki bizi asla kovalamayan, yani bizimle hiç oyun oynamayan.
Örneğin ‘Gökbilim’ yani daha yaygın adıyla ‘Astronomi’! Ondan kaçışlarımızı da ‘astronomik’le, ‘astroloji’yle taçlandırmakta üstümüze yok doğrusu … Uydur uydur kaç kurtul!
Üstelik, fiyatların astronomikliğinden bahisle doğrudan siyasetin alanına girip ‘yüksek yüksek muhalefet kürsüleri’nde köşe kapmaca da oynamak ve böyle böyle oyalanmak da pek revaçta!
Enflasyon! Faiz! Dış borç! Cari açık! … Çık çık!
Gökyüzüne doğru değil elbette …
Neyse …
…
Geçenlerde Milas ÖNDER’de okuduğum Adnan Bilek imzalı “Meşelik ve Boğaziçi mahallelerinde ikinci bir Ağaoğlu sendromu mu?” başlıklı yazıda, adı geçen bölgede gerçekleştirileceği iddia edilen bir projenin ayrıntıları şöyle not edilmiş: “… Projenin çok kapsamlı ve ekonomik koşulları uygun kişilere hitap ettiğini baştan söyleyebilirim!… 55 yaş ve üzerisi bireyler için “Sağlıklı yaşam bölgesi” 1+1-2+1 planlı 84 apart konutlar … 10 dekarlık alanda 22 adet malikane ve 73 adet villa (her biri 7 yatak odalı) … 150 odalı Otel … 1297 dekar alanda 2 adet 18 delikli Golf sahası … 163 dekarlık alanda; içerisinde açık ve kapalı salonlar, öğrenci yatakhanesi ve yemekhanesi bulunan “Spor Akademisi” … Tuzla gölü kenarında 276 dekarlık bölümde futbol sahaları …”
Projenin özellikle “1297 dekar alanda 2 adet 18 delikli Golf sahası” ayrıntısı dikkatimi çekti ve ilginç bir şekilde beni, yıllardır çok büyük bir sabır ve kararlılıkla okumaya çalıştığım S. Hawking’in “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabına götürüverdi. Bu yolculuğa bir de, yaklaşık bir ay kadar önce NASA (ABD Havacılık ve Uzay Ajansı) tarafından yayınlanan “Perseus galaksi kümesindeki kara deliğin ses kaydı”nı da anımsayıp bu vesile bir kez daha dinlemeyi ekleyince, kendimi bir anda bu yazıda buldum.
Yazının tam da burasında, Stephen Hawking’i (1942-2018), Carl Sagan’ı (1934-1996), Albert Einstein’ı (1879-1955), Isaac Newton’u (1642-1727), Johannes Kepler’i (1571-1630), Galileo Galilei’yi (1564-1642) ve Nicolaus Copernicus’i (1473-1543) saygıyla anmadan, anımsamadan geçmemeliyim …
Ve yaklaşık iki yıl öncesine ait, bilim insanları tarafından, ‘astronomik ölçekte burnumuzun dibi’ sayılabileceği vurgulanan bir yerde bulunan bir başka ‘Kara Delik’in keşfedildiğine ilişkin haberden de söz etmeliyim. Bu kara deliğin kütlesi güneşten dört kat daha büyükmüş ve bir sonraki kara delikten yaklaşık 2 bin 500 ışık yılı daha yakın olduğu tahmin ediliyormuş … “Astronomik ölçekte burnumuzun dibi” denilen mesafe ise güneş sistemimizden 1.011 ışık yılı imiş.
“Yani ne kadar?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim … Yanıtlamaya çalışayım:
Işık yılı, ışığın bir yılda (yani dünyanın güneşin etrafında bir kez dönmesi sırasında geçen süre olan 365 gün 6 saat boyunca) katettiği mesafeyi ifade ediyor. Yapılan hesaplamalara göre bu mesafe yaklaşık olarak 9 trilyon kilometre! Rakam olarak yazmaya kalkarsak 9’un yanında 12 sıfır koymamız gerekiyor ve böylece ‘9.000.000.000.000’ gibi bir rakam ile karşılaşmış oluyoruz.
Birkaç bilgi notu daha: Güneş’ten sonra bize en yakın yıldız yaklaşık 4,3 ışık yılı uzaklıktaymış. Saatte yaklaşık 250 bin kilometre ile hali hazırda dünya üzerindeki en hızlı araç olan Helios-2 ile en yakın yıldız olan Alpha Centauri A’ya gitmemiz ise yaklaşık 20 bin yıl sürermiş … Bu arada Samanyolu diye bildiğimiz yıldızlar kümesinin çapının yaklaşık 100 bin ışık yılı olduğunu da şuracığa ekleyeyim …
…
Bu bilgileri derlemeye çalıştığım çok sayıda kaynağın birçoğunda başta et ve süt ürünleri olmak üzere “avantajlı fiyatlı” gıda ürünleri, ayrıca cep telefonu ve konteyner reklamlarına rastladım. Ne güzel değil mi! Kontrolsüz yükselmelere karşı ‘yer çekimi’ etkisi yapıyor …
…
Kısacık bir an için de olsa, sevgili evrenimizde boyumuzu çok çok aşan bu gibi işlerin de varolduğunu anımsatmak istedim. Elbette işi fazla abartmaksızın yine yeryüzümüze geri dönmeli, günlük yaşam ve geleneksel siyaset dünyasından kopmamalı … Kolay olmayacağı kesin ama dilek-temenni kalıbımız malûm:
Kolay gelsin!
Amasız fakatsız özür dilenmelidir!
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kendisine soru yönelten bir gazetecinin çenesini avucunun içine alıp “canım benim” diyerek yürüyüp geçerken dönmüş ve “Kardeş, sen Soros’un televizyoncusu musun, ha?” demiş … Gazeteci meslektaşım da sadece “Ben soru soruyorum efendim” diyebilmiş …
Bu, gazetecilik yapmaya çalışan sevgili meslektaşımızın şahsında tüm gazetecilere yapılmış ağır bir saygısızlıktır ve bunun herhangi bir şekilde savunulması, gerekçesi, açıklaması olamaz.
Kendisine soru yöneltilen bir yetkili, o soruyu yanıtlar ya da yanıtlamaz, kendi bileceği iştir ama asla ve asla soru soran gazeteciyi aşağılama anlamına gelebilecek herhangi bir davranış gösteremez.
Bakan Soylu’nun sadece bu sözleriyle çerçevelenmiş yanlış davranışı değil aynı zamanda vücut dili de, yaşanan tabloda açık bir ‘hak ihlali’ olduğunu göstermektedir.
Yapılan çok büyük bir ayıptır. Maksadını çok aşmıştır.
Kınıyorum ve böylesi tavırların yeni bir örneğinin yaşanmaması dileğiyle Bakan’ın, amasız fakatsız ‘özür dilemesi’ni talep ediyorum …