BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Vizyon sözcüğünü dilimizin olanakları içinde ‘geleceğe dair görüş’ olarak anlamlandırabiliriz. Ama bu herhangi bir ‘görüş’ değildir. ‘İleri görüşlülük’ ya da ‘yüksek öngörüş’ düzeyinde bir ‘gelecek projesi’ sunmak anlamında kullanılmaktadır.
Bu anlamda, CHP’nin 3 Aralık 2022 Cumartesi günü ‘İkinci Yüzyıla Çağrı’ başlığıyla yaptığı ‘vizyon toplantısı’nda dile-gündeme getirilenleri herkes o günden bu yana kendi meşrebine göre değerlendirmeye çabalıyor. Doğal olarak.
Ben bugünkü buluşmamızda konunun ‘vizyon belgesi değerlendirmesi’ boyutuna girmeyeceğim.
Benim bugün üzerinde durmak istediğim konulardan biri, bugüne dek çeşitli nedenlerle rahatlıkla takınılagelen ‘muhalefete muhalefet etmek’ halidir. Bunun çok ‘konforlu’ bir muhaliflik çeşidi olduğu kesindir ve ben yıllardır bu tarz-ı muhalefetten hiç hazzetmediğimi değişik vesilelerle dile getirmeye çalışmışımdır.
Muhalefet etmenin oldukça kahırlı bir süreç olduğunu bizzat yaşamıyla göstermiş bir yurttaşınız olarak sözü ‘sosyalistlik adına’ yapılan bazı yorumlara getirmek ve sosyalist olabilmek için CHP eleştirisi yapıp durmanın asla yeterli olamayacağına bir kez daha dikkat çekmek istiyorum.
Herkes kendisini ifade etse, geleceğe ilişkin öngörü, öneri ve hedeflerini derli toplu bir şekilde dile gündeme getirse ve bu uğurda çalışsa çabalasa çok daha akıllıca ve içtenlikli olacak.
Geçen Cumartesi günü CHP, 2023 seçimlerine doğru hızla ilerleyen süreçte ‘vizyonum budur’ diyerek propaganda çalışmalarını vites yükselterek sürdürmüştür.
Bunun CHP açısından ‘yeniden bir başlangıç’ olduğu açıktır. Demek istediğim odur ki: Kimilerine çok uzun gelmiş olsa da “İkinci Yüzyıla Çağrı”, 4 saatlik bir tek toplantıyla anlatılabilmesi mümkün olmayan bir sunuşlar toplamıdır ve CHP’nin geçen haftaki toplantısında yapılabilen, sadece ve sadece ‘giriş’ niteliği taşıyabilir.
Her şeyden önce bu adım önemlidir ve değerlidir. Aynı zamanda öğreticidir, farklı farklı aktörler ve söylemler üretebilmek adına örnek alınabilmelidir. Ve geleceğin şekillendirilebilmesi adına iddialı bir şekilde irade beyanında bulunulan bu gibi toplantılardan sıkılmanın bir tür eleştiriymiş gibi sunulmaması da gerekir.
Çünkü, örneğin ‘Sosyalist Türkiye’ üzerine yapılacak olası bir sunuş çabasının da en az CHP’ninki kadar “sıkıcı olma ihtimali” yüksektir!? Yani ‘sıkılma hali’ yanlıştır. Hem de çok.
Ola ki sıkılsanız bile, bu durumunuzdan, “sıkılmamayı öğrenmek” gibi bir yüksek hedef üretmeniz, üstelik bir de bu eğitilebilme şansını fark edemeyenlere, değerlendiremeyenlere bunu salık vermeniz, önermeniz gerekir.
Sevgili ülkemizin geleceğini şekillendirebilmek bakımından CHP’nin de içinde yer aldığı “6’lı Masa” ile diğer -sosyalist, komünist olsun olmasın- muhalefet çevrelerinin farklı farklı platformlarda siyaset üretmeleridir ve üretilen siyasetler ekseninde elde edilecek başarılar ya da tersine başarısızlıklardır ülkemizin tarih içindeki yolculuğunun bileşke rotasını çizecek olan. Elbette ve doğallıkla ‘bileşke rota’nın bileşenlerinden biri de ‘iktidar grubu’dur. (Tam da şuracığa: Konunun “O muhalif bu değil! En muhalif benim diğerleri sahte!” gibi gibi derinliklerinin farkında olduğumu ancak an itibariyle oralara girmemeyi tercih ettiğimi not etmeliyim.)
Bence, eğer CHP’nin ortaya koymaya çalıştıklarını benimsemiyorsanız, bunu bir iki cümle ile ifade edip “CHP ancak bu kadarını yapabiliyormuş” deyip, varsa daha fazlasını daha fazla zaman yitirmeden ifade etmelisiniz. Kendinizden söz etmelisiniz. Hepsi budur.
Bunu CHP içinde CHP’yi sağa-sola çekmek için yapıyorsanız, partinizin iç işlerine karışmak istemem ama, onun da bir başka yolunu yordamını bulmanızı tavsiye ederim … Ele güne karşı partinizi yıpratacak hâl ve gidişlerden sakınmalısınız demeye çalışıyorum.
Bu arada CHP’nin ‘İkinci Yüzyıla Çağrı’sı sırasında bazı görüntülerden hareketle ‘başka başka şeyler’le hararetle ilgilenenler de var ne yazık ki … Sevgili Selvi Kılıçdaroğlu’nun, sonradan koronavirüs nedeniyle yaşandığı öğrenilen halsizlik hallerini merkeze alıp onun üzerinde yürünmeye çalışılanın ‘yol olmadığı’nı belirtmeliyim. Bir anlık ‘heyecan’la ya da ‘heyecansızlık’ ile bu yola istemsizce girivermiş olanların ‘geri adım’ atmalarının doğru olacağını düşünüyor, öneriyorum. Geri adım atmayanlara “hayırlı yolculuklar” derken Selvi hanıma da geçmiş olsun dileklerimi saygı ve sevgiyle iletiyorum.
Sözü fazlaca uzatmanın hiç gereği yok: Sevgili ülkemizde politik iddiasını sürdürmek isteyen herkes, önerileri, hedefleri doğrultusunda konuşsun, çalışsın. Başka ihsan istemez!
Sokaklar zamandır …
Sokaklar zamandır.
Kimi zamanlar işin içinden çıkılamaz ya, sokaklar da öyledir biraz. Bu nedenle, içinden çıkılmaz çıkmaz sokakları da unutmamalı insan yaşam yolunda …
Zaman, aynı zamanda, bir gece vakti girip de ne zaman çıkacağınızı bilmediğiniz bir ev gibidir de … İnsan nelerin nelerin üstesinden geliyor geliyor da küçücük bir evin içinden çıkamayabiliyor …
Çıkmaz sokaklardan çıkmaz evlerden bahisle neler demeye çalıştığımı anlayabiliyor musunuz?
Anlayamasanız da, içinizde azıcık da olsa ‘olsa olsa’ diye başlayan bir ‘his’ oluştu mu?
Alın size kocaman bir ipucu:
Bu; adı ‘12 Eylül’ olan döneme dair bir anlatım çabamdır …
…
İşte o ‘çıkmaz ev’lerden birinden bir akşam vakti her şeyi göze alıp çıktığınızda sokaklar da ‘çıkmaz’dır o an. Çocukluğunuzun sokaklarına benziyor olsa da uzaktır onlardan, soğuktur. Akşam, perdelenmiş pencerelerin yanından geçip giderken, yine aynı pencerelerden çıkıp gökyüzüne yönelmiş soba borularından tüten dumanlarla daha da soğumaktadır ama o ışıklı pencereler sıcacık gelir insana.
Bu duyguyu, üzerinden geçen onca yıllara rağmen ayniyle yaşarım halâ.
Pencerelerle oyalana oyalana yürümek iyi gelir insana ama çıkmaz olduğunu bilmeden girdiğiniz bir sokak en büyük tuzaktır da aslında. Çünkü çıkmaz sokaklar tanıdıklığın en çok sorgulandığı, tanışıklığa en çok ihtiyaç duyulan sokaklardır. ‘Yabancı biri’ olduğunuzu hemen anlar o sokaklar ve en yorucusu ‘geri dönmek’tir.
Bir an önce çıkmak istersiniz çıkmaz sokaktan.
Hızlanırsınız ama uzar sokak, uzar zaman … Ezilirsiniz zamana …
O sokağın içindeki kuşkular yürüdükçe büyür. Kim bilir kimler izlemektedir geçişinizi. Kim bu, yoksa?
Hiçbir şey bilmeden bakıp duran kimbilir kimler? Neleri neleri ne kadar bilenler bilmeyenlere anlatabilirler mi az da olsa bir şeyleri?
Ama ne ağır bir gerçektir ki herkes her şeyi bilmemekte ama her şeyden şüphelenmektedir, bunu çok iyi bilirsiniz. Ah! Bir anlatabilseniz! Yorulursunuz.
Yorulursunuz ama insanın yaşamında birçok çıkmaz sokaklarla ulaşabildiği o kadar çok yer de vardır ki, şaşırtıcıdır. O da o sokaklardan biridir. Yıllardan 1982. Çok uzun yıllarımdan biridir.
…
Oysa şaşırtıcı bir şekilde sokakların içinden gelen ve büyüyen sevgilerden de söz etmem gerekir.
Doğup büyüdüğünüz çocuk sokaklarınız, genç sokaklarınızdır onlar … Sizi büyüten, sizi yürüten, size öğreten. Oyunlarınız, oyalanmalarınızdır … Yürüyüp büyüyüp geçen hayatınızdır o sokaklar.
O sokaklar için ‘geçip giden biri’sinizdir ama bir yandan ille de bir yanınız kalır oralarda bir yerlerde. Oralarda büyümüştür çünkü. Fotoğraflar gibidir: Küçücük çocuklar saklambaç oynamaktadır örneğin ya da halâ upuzun kavak ağaçları vardır ya da gelincik kırmızısıyla yazılan duvar yazısıdır …
Sokak halâ daracıktır. Daracık bir çocukluktan, gençlikten çıkarmıştır sizi o sokaklar, adeta ‘DEV’leştirmiştir … Yıl 1977’dir … Bir yılda ne kadar çok gün olduğunu hatırlatır bana 1977.
1978 ise mevsimleri, sadece yakınlarındaki cami meydanında çınarların yapraklarından dinlemiş olduğum yıldır örnekse … Çınarların yapraklanmış yemyeşilinden, yaprakların sararıp dökülmesinden ibarettir anılarımdaki mevsimler o yıllar. Çok uzun yıllarımdan biri de odur. İzmir’in geceleri ve gündüzleriyle el ele … İzmir ile aramdaki en gelecek zamanlarımdır … 1979 da öyle, 1980 de …
Zamanı umursayabilmem için o yılların üzerinden daha çooooook zaman geçmesi gerekecektir ve o da bir gün olmuştur zaten. Sararıp dökülmeye başlayan çınar yapraklarının arasından görünen gökyüzünden … Hep onun yüzündendir …
…
O sokakları unutmadığımı duyurmak istedim.
Tıpkı, yıllarca karşısında ya da yanıbaşında durduğum her ne ise halâ daha karşısında ya da yanıbaşında olduğum gibi.
Yeterince ya da hiç yapamadıklarımın sorumluluklarını da kabul ederek …