BAKTIKÇA – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
“Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” (SKDM) diye bir şey duydunuz mu?
SKDM: “Avrupa Birliği sınırları dahilinde ticari malların üretimi sırasında oluşan karbon maliyetlerine eşdeğer bir maliyetin Avrupa Birliği (AB) ülkelerine ithal edilen mallara da uygulanmasına ilişkin düzenleyici bir sistem” olarak tanımlanıyor.
Kafanız mı karıştı? Benim yapabileceğim bir şey yok, tanımı böyle … Üstelik, ‘verdiğim rahatsızlık nedeniyle pardon’ diyerek sürdürmek zorundayım …
… AB, SKDM ile; karbon fiyatlandırma sistemine sahip olmayan ülkelerden gerçekleştirilen yüksek karbon ayak izine sahip malların ithalatını izlemeyi ve azaltmayı amaçlıyor.
Böylece, son tahlilde ‘Karbon Ayak İzi’nin küçültülmesi amaçlanıyor.
Sanırım ‘Karbon Ayak İzi’ kulağınıza daha aşina gelmiştir.
O da: “Günlük yaşamımızdaki bir dizi etkinlik ve elbette en başta da tükettiklerimiz nedeniyle atmosfere salınan karbondioksit gazı dahil tüm sera gazlarının (CO2) ton eşdeğeri cinsinden miktarı” demek.
Bu durumu, doğal çevremize verdiğimiz geri dönüşü olmayacak zararın-rahatsızlığın ‘sayısal’ olarak ifade edilmesi olarak da görebiliriz. Yani, daha bugünden yaşamaya başladığımız ‘iklim bozulmaları’nın giderek artışı ve nihayetinde bizi, dünyamızı bekleyen ‘felaket’!
“Çevreye verdiğimiz rahatsızlık nedeniyle özür dileriz!” döneminin sonuna gelindiğine dikkat çeken uzmanlar, durumun ‘özür’le geçiştirilebilecek bir durum olmaktan çıktığının, çok yakın bir süre sonra işletilmeye başlanacak takvimle ‘vergilendirme önlemi’nin altını çiziyorlar.
SKDM’nin başlangıçta, üretiminde yoğun olarak karbon kullanılan ve de ‘karbon kaçağı riski en yüksek’ olan belirli malların ve bazı ara malların ithalatına uygulanacağı ve bu durumdan etkilenecek sektörlerin de; çimento, demir ve çelik, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen olduğu belirtiliyor.
Bu sektörlerdeki işletmelerden 1 Ekim 2023 tarihinden itibaren ‘üç ayda bir raporlama’ yapmaları istenecek ve bu geçiş süreci 31 Aralık 2025’te tamamlanacak.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında ithalatçılar için ilk raporlama dönemi 31 Ocak 2024’te sona erecek.
İthalatçıların belirli bir takvim yılında ithal edilen mallarda bulunan toplam doğrulanmış sera gazı (GHG) emisyonlarını bildirecekleri bu raporların yanı sıra, mali yükümlülükler de 1 Ocak 2026’da başlayacak ve SKDM maliyetleri 2034 yılına kadar aşamalı olarak yükselecek.
SKDM, 1 Ocak 2026 tarihinde tam yürürlüğe girdiğinde, ithalatçıların her yıl bir önceki yıl AB’ye ithal edilen malların miktarını ve bunların gömülü sera gazı emisyonlarını beyan etmeleri gerekecek.
Peki ülkemiz, bu yönde imzaladığı belgelerin gereğini yapıyor mu?
Sizce?
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB), işletmelerin ‘Avrupa Yeşil Mutabakatı’ ve ‘Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’ kapsamında büyük önem taşıyan karbon ayak izlerini hesaplayabilmelerini sağlamak amacıyla “Karbon Platformu”nu kullanıma sunduğu ve “karbon.org.tr” adresi üzerinden ulaşılabilen platformda, ISO 14064 (Sera Gazı ve Emisyonları Yönetim Sistemi Belgesi) ve GHG Protokolü (Sera Gazı Raporlama Standardı) ile uyumlu karbon ayak izlerinin hesaplandığını öğreniyoruz. Bu sistemle, işletmelerin ayak izlerine ilişkin rapor oluşturmaları da sağlanıyor.
Ama …
Aması şu: Konu henüz gündemimize yeterince girmiş bir konu değil. Dolayısıyla pek çok başka konuda olduğu gibi ‘potansiyel bir sorun’ olarak büyüyor.*
Pek çok ülke bu yönde düzenlemeler yaptı, yapıyor. En başta da, gerek yenilebilir enerji teknolojilerinin yükselen rekabet gücü gerekse kömür fiyatlarındaki artış nedeniyle, günümüzde kömürden elektrik üretiminden vazgeçiliyor. Kömürün yarattığı kirlilik yüzünden halk sağlığı ve tarımsal üretime ilişkin olumsuzlukların maliyetleri de hesaba katıldığında maliyetler yükseldikçe yükseliyor çünkü …**
Öte yandan iktidarın, ‘Karbon Ayak İzi’ne ilişkin attığı imzalarla taahhüt ettiklerine bakılırsa ülkemiz, 2053’te ‘net sıfır hedefi’ koymuş durumda ve fakat yıllardır bu yönde herhangi bir dikkat çekici adıma rastlanmış değil, aksine!
En başta: ‘Kömürsüz bir Türkiye’ şartının gerekleri yerine getirilmiyor. Aksine, örneğin Milas İkizköy’de Yeniköy-Kemerköy termik santrallerinde yakılmak üzere kömür için ‘AKBELEN ORMANI’ndaki çam ağaçları kesiliyor. Bu durumu engellemeye çalışan vatandaşlarla Jandarma karşı karşıya geliyor, getiriliyor. Sonra ne mi oluyor? Bir avuç kömür için yüzlerce ağacın kesilmesinin ardından bir şirket yöneticisi görevden alınıp yerine bir başkası atanıyor.
Neler neler yapılması gerekirken yapılana bakar mısınız Allah aşkına!
Oysa ülkemizin kömürsüz enerji üretimi için çoktan yola çıkmış olması gerekiyordu.
Bunu, hiç zaman yitirmeden yapmalıyız artık! Termik santralları kapatmalıyız örneğin. Bu gibi adımların her biri için ‘geçiş süreçleri’ oluşturmalıyız. En başta, enerji ve maden işçilerimizin iş güvenliklerinin sağlanması bakımından … Yapacak o kadar çok iş var ki! Kolay mı, değil elbette. Ama ‘yaş keserek’, şirketin müdürünü değiştirerek varılabilecek bir geleceğimizin olmadığını, kalmadığını bir kez de ‘karbon’ vesilesiyle anımsatmak istedim …
*https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/sinirda-karbon-vergisi-icin-geri-sayim-basladi **https://yesilgazete.org/karbon-vergisinin-abecesi-ab-kapisinda-nelerle-karsilasacagiz-topluma-nasil-anlatmali/