BAKTIKÇA -soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
Oysa bahar yoldaydı. Eli kulağındaydı. Bademlerimiz çiçeklendiydi yine, gözümüzün önündeydi hepsi. Bunu göre göre gidilir miydi be Yaşar Abi*!
‘Bahar nasıl mı?’ diye sorarsan: Ne diyeyim, bildiğin gibi işte, bildik koşuşunu sürdürüyor yine Yaşar Abi. Anlıyorsun değil mi beni … Sen ‘anadın mı’ derdin, dolu dolu …
Gerçi sen artık ‘bahar’a dahil oldun bir güzel. Tam da içindesin baharın. Merkezinde. Ben de kalkmış baharı anlatıyorum sana … Hani ‘memleketin-milletin dertlerinin çözümü nasıl bulunacak’ diye sorardın ya hep bana: “Durumları nasıl görüyorsun” diye … Onun alışkanlığıyla olacak, aldım başımı gidiyorum. Durumlardan bahsediyorum yine ballandıra baharlandıra ... Ama çok iyi biliyorsun, durumlar hep ‘baharlar’ gibi bizim için. En olmadık işler de gelse başımıza, eğilmeden bükülmeden her bir sözcük ‘baharlar gelecek’ kokusu hep … Bunu çok iyi bildiğini biliyorum. Bir de: Kolay yok tarihte! Biliyorsun. Bir dönem sendikacılık yapmışsın 70’lerde. Daha ne yapacaksın! En dolambaçlı mücadeledir o. Ama yaşamın tam baharında durur hep. En baharıdır mücadelenin sendikacılık. Gerçek sendikacılar en akıllı bademler gibidirler. Baharı kokusundan bulurlar. Tam zamanını bilirler. Yenilgisiz olur mu, olmaz elbette. Ne diyorduk: “İş yapmayan hata yapmaz!” Ne doğru söz. En doğru söz. İş yapmalı insan damla damla, hatasıyla sevabıyla. Yaşamını içinden geldiği gibi yaşamaktır bu. Suyun akışı gibi …
Sen olsan, “Misal” der sürdürürdün: ‘Su hayattır’ diye boşuna denmemiş …
“Doğru” derdim ben de ve devamla: “Su, hayat kadar çok şey çünkü … Taşkın”, derdim.
Tek derdim, senin gözlerindeki umutla “Netice!” diye söze girmen. Fazla bekletmezdin:
“Netice: Su akar yolunu bulur! Anadın mı?” …
Kafamı ‘anladım-dım’ demek niyetine aşağı yukarı sallayıp gülümserdim-dim. Hayat dediğin biraz biraz dım dımlarımız bazı bazı da dim dimlerimiz değil mi? … Hayat koşa koşa ve ille de konuşa konuşa …
…
Geçen yıllardan birinde, asmaları budama zamanını konuşurken, “Mesele asmanın suyunu çıkarmamak” dediydim de, çok hoşuna gitmişti ve suyun dallara yürümesinden başlamış, hızla sevgili ülkemizin gelecek güzel günlerine varmıştık mutlulukla, umutlulukla, asmaları ağlatmadan …
İyiydik be Yaşar Abi … Şimdilerde yine tam sırasıydı. Bahar kapıda çünkü yine. En çok buluşma vaktiydi.
Bir anda su gibi aktın gittin … Tam da çiçeklere dallara sular yürümüşken. Gözler ha patladı ha patlayacakken … Üstelik bir de, bahçelerimize daha çok kuş uğramaya başlamışken yine … Bilirsin bu da bahardandır. Elbette bilirsin. Serçeler, sakalar, baştankaralar, kızıl gerdanlar, alacakargalar, kumrular, üveyikler çağırmaya başladılar yine bizi … Gelin bahara diyorlar sabahtan akşama … Yakında leylekler de gelir merak etme … Kadro tamamlanır bir güzel. Onlara dahil olup uçarız, hepsini ayakta karşılarız yine … Bizden kaçmasınlar diye dil dökeriz yine onlara … Milas burası, çok dil dökülesi, ‘yabancı dilsiz’ sonsuz anadilli bir dünya burası … En çok da kedilere … Beni fark edince çöp varillerinden fırlayıp kaçmasınlar diye ikna etmeye çalışıyorum onları halâ … Sanki başarılı oluyor gibiyim, kuşlar için de öyle ... Leylekler görüyor onları selamladığımı … Ve bütün bunları ballandıra ballandıra anlatmayı da çok severim bilirsin … Korkuyla değil sevgiyle yaşansın diye dünyada her şey … Evet evet her şey … Neyse …
Kediler de çoğalmaya devam ediyor Yaşar Abi. Kimi halâ korku içinde bir görünüp bir kayboluyor Fabrika Sokak’ta, varillerden fırlayıp uzaklaşıyorlar Müsella caddesine doğru, haklı olarak … İnsanoğlu bu, sağı-solu, ne yapacağı belli olmaz tecrübesiyle … Senin kucağına atlamak için can atanlara bu bahar da yenileri eklenecek merak etme. Senin boşluğunu doldurmak mümkün değil elbette. Nitekim Limon, bir de Gofret, hiç olmadık kadar bağırıp durdular geçende. ‘Boşluğunu anladılar’ diye düşündüm … Düşündüm düşündüm de çare bulamadım …
…
“Ne iyi oldu bakın! Daha sık gelin yahu …” deyip uğurlardın ille de Ayşegül’le beni … Biz de ‘Ne iyi yaptık’ diye düşünür mutlu olurduk, kendimizi daha iyi hissederdik. Gülerdik … Hiç konu sıkıntısı çekmez gülerdik.
Her seferinde söze: “Ama arayı fazla açtınız” diye girerdin. Başka türlü tadı olmazdı zaten ziyaretin: ‘O söz illa ki söylenecek!’ Bir de, illa ki kahve içilecek. Zaman bir güzel geçip giderdi hep. Ben ki, zamanı hep kıskanmışımdır. Boşa geçmesin diye dört dönmüşümdür ömrümce. Halâ daha öyle ama işin içine sen girince bir hovardalık hali gelirdi üzerime … Oturur kalırdık saatlerce … Sonra yine zamanlar girerdi araya …
“Yaşar Abilere bir uğrasak …”
Ne zaman?
Öyle bir zamanımız yok artık.
Artık seni anma zamanındayız. Şu büyük eksiklik eşliğinde ama:Seninle 1950’lerin, 1960’ların, 1970’lerin, 1980’lerin Hacıapti mahallesini, mahallenin kahvelerini, meyhanesini ve elbette upuzuuuun Fabrika sokağı yeterince konuşamamış olmanın, bu konuda sana ‘Sözlü Tarih Sözü’ verip de yerine getirememiş olmamın kocaman eksikliği içimde … Daha doğrusu ve senin de sevdiğini bildiğim deyişle: ‘Eşşekliği’ eşliğinde …
Netice bu Yaşar Abi: Sürç-ü lisan ettiysek affola!
* Komşumuz Yaşar Hardal. 1 Mart 1937 doğumlu. 11 Şubat 2024 Pazar günü aramızdan ayrıldı. Anılarıyla yaşayacak …
Elmanın Tarihi*
Özdemir İNCE –
Elmanın hızını düşün
Tomurcukları gördün bir sabah
tomurcukları düşün
saniyede 300.000 kilometre yol alan hızda
sayısız güneşlere bölünüyordu
sayısız su kabarcıklarına
Çiçeklerini gördün bir sabah
çiçekleri düşün güneşin inatçı gücünü
erguvan tülünü ilkyazın
tutsak insanları ölü çocukları
hedefe giden merminin hüznünü
köyleri kentleri kasabaları düşün
çiçekleri düşün hepsinin düşleri bir
ama hepsinin düşleri ayrı
Yeşil tüylerini gördün ilk patlamada
yeşil tüyleri düşün
bir şey olmayacakmış gibi duran tüyler
dengeli bir coşkuyla bekleyip kafa tutarak
yelin bağrına gümüş kakmalar döken
yeşil tüyler onları düşün
İlkyazda durumu bu elmanın
yeşil kırmızıya dönüşecek
kırmızı tada dönüşecek
ve sonra doludizgin bir koku
ve elmanın doruk noktası:
Yumruktan küçük ve yuvarlak
kabuğu parlak ve sert
kırmızıdan yeşile kadar türlü renkte
kokusu hoş tadı tatlı ve mayhoş
Dokusu gevrek ufak çekirdekli
Gülgiller’den Elma.
Elmanın hızını düşün
Elini uzatsan elindedir
yere düşerse çürür ayrışır
ve çekirdekleri yayılır toprağa
toprağın dölyatağına
Elma çürür ama öcünü içinde taşır
bir filiz olmanın bir ağaç olmanın öcünü
Döllenmenin hızını düşün yeşermenin hızını
yeşilin kırmızının mayhoş tadın ve kokunun
dalından düşmenin ve çürümenin hızını
Saniyede 300.000 kilometre yol alan hız
benim dışımda benden ayrı bana karşı
parmak uçlarımı karıncalandıran uygar sıcaklık
sevgilimin yeşil saçları gibi yığılan
ölümün sakladığı dirim ertelenen dirim benim
yaşama tarzım bu benim, direnmem bu benim…
değişmem delidumanlığım zorbalığım
ölümsüz ve benden bağımsız bir başka şey
bu beni saran beni sarsan bir bengi salgı
Elmanın hızını düşün sevgilim
seni beklememin hızını düşün.
(Muğla, 5.8.1968)
* Özdemir Amca’nın 14 Mayıs 2023 Pazar günü Cumhuriyet’teki köşesinde “Şiir Günü” başlığı altında yer verdiği Muğla’da yazdığı Ağustos 1968 tarihli “Elmanın Tarihi” şiirinden, ‘geleceğe çoğalma tadı’nı aldınız mı?