Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Merhaba Dostlar,
Biraz ara verdiğimizin farkındayım. Siyasetin yerelinde fırtınalar koptu, oldu olmadı, sendin bendim, anketti, yoklamaydı, ön seçim derken partiler aday listelerini seçim kurullarına verdiler.
Şimdi küskünler, kızgınlar, çekilenler, bağımsız çıkanlar, orası olmadı ama buradan devam edenler-etmeyenler sular durulunca bu kez adaylar sokaklara çıkıp alan çalışmalarına, açık oturumlara yani seçim çalışmalarına başlayacaklar, başladılar.
Çevreye duyarlı olmaları dileğimiz, ama biliyorum ki öyle olmayacak. Bağırıp çağırıp gezen seçim arabaları, bol kağıt ve pankart kirlilikleri, söylenenler ve söylenmeyenler ile 31 Mart tarihine kadar katlanacağımız bir süreci birlikte yaşayacağız.
Bu yazımda İzmir CHP adaylaşmalarına ait iki örnek üzerinden yürüyerek bazı analizler, tespitler ve yorumlarda bulunmak istiyorum.
Havaya ‘ilk cemre’nin düştüğü, bahara yaklaştığımız bugünlerde herkes için bahar değil. Örneğin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Tunç Soyer için. Partisinin kurultay çalışmalarında demokratik hakkını kullanıp adaylardan birine gönül verdiğini ve bu yönde oy kullandığını ifade eden veya öyle bilinen biri olarak partinin yeni yönetimince “aforoz edildi” iddiası yaygın olarak dillendiriliyor. Dolayısıyla sayın Soyer, bir dönem yaptığı belediye başkanlığını ikinci döneme taşıyamadı. Yerine kurultayda yeni başkan sayın Özgür Özel’i desteklediğini ifade eden Cemil Tugay aday gösterildi. Tabii kendisi için hayırlı olsun diyelim.
Peki neden böyle oldu, doğru tercih meselesinden öte, doğru bir yol mu bu?
CHP’nin yerel seçimlerde aday belirleme konusunda çok kötü bir yönetim sergilediği genel kanı. Kiminle konuşsak, kimi dinlesek; “bu iş böyle yapılmaz, bundan daha kötü bu süreç yönetilemezdi” eleştirilerini duymaktayız. Hatta daha ileri giden değerlendirmelerde, “parti kendisine kötülük ettiği gibi, adaylarını da daha sahaya çıkmadan yıprattı” iddiaları da oldukça fazla dillendirilmekte.
Yine İzmir’e gelmek istiyorum.
Tunç Soyer, kendi ifadesi ile “vaat ettiklerimizin yaklaşık yüzde 87’sini gerçekleştirdik” dedi.
Doğru olması, çok ciddi bir işin yapıldığı anlamına gelir ama ben öncelikle başka bir konuya değinmek istiyorum.
Tunç Soyer bir dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı. Bu dönemin iki yılının da salgın hastalık kısıtları ve insanî yardım ile geçtiğini hepimiz gördük, yaşadık. Askıda faturadan, ailelere paket yiyecek yardımından, personelin ve pek çok kaynağın bu işlere kanalize edilmesi gibi. Bir yılın da deprem nedeniyle kaynakların yine belediye hizmetleri dışında harcanmasına neden olduğunu unutmamalıyız.
Sonuç olarak 5 yıllık sürecin 3 yılını saymazsak 2 yılda yapılan işlere baktığımızda, Çiğli tramvayı, Narlıdere metrosu, Kemeraltı düzenlemesi, yağmur suyu ve kanalizasyon ayrımı için alt yapının köklü çözümüne harcanan kaynak ve zaman, hiç de küçümsenecek bir hizmet değil diye düşünüyorum. Üstelik önemli kısmı yer altı hizmetleri olarak kentin geleceğine yapılmış. Dışarıdan bakıldığında görülmese de iyi niyetle bakıldığında kolayca anlaşılabilecek bir konu.
İzmir kırsalında ise kooperatifler, özellikle kadın kooperatifleşmesine verdiği destek ile kadınların kooperatifleşmelerinde ön alması ve onları eğiterek, maddi manevi destek vermesi. Yapılanları gidip yerinde görmek gerek.
Avrupa Belediyeler Birliği Meclis Başkanlığı’na da daha yeni seçilmişti.
Peki bir kez yaptığı bu göreve neden devam edemedi? Yeni yönetime Kurultayda oy vermedi diye mi?
Öyle ise, son derece yanlış bir hareket ki, burada kişiyi, partiyi ve hatta İzmir’i feda ediyorsunuz demek olur.
Şimdi ‘VAR’ kayıtları bile halka açılıyorken, şeffaflık gereği keşke parti çalışma dosyaları, anketler halka açılsa ve bu tartışma bitse, halk da gerçeği görse, ne güzel olurdu.
Bir başka örnek de Güzelbahçe ilçesinde yaşandı.
9 aday adayının olduğu belediye başkanlığı seçiminde, bazı aday adaylarının ön seçim yapılması yönünde talepleri parti yönetimince kabul edilmeyip yerine başka bir yol konuldu. Neydi bu yol: 2 Parti Meclisi üyesi ile 2 Milletvekilinden teşekkül eden 4 kişilik bir komisyon gelecek, bunlar örgüt, adaylar, muhtarlar, STK’lar ve halk ile görüşecek. Daha sonra biri yüz yüze, diğeri telefon ile iki anket yapılacak ve ne çıkarsa MYK ve PM kararı sonrası aday belirlenecek.
Adaylar tabiî ki bu yeni yol için çalışmaya başladılar. Dosyalarını hazırladılar, ilçede gerek demokratik kitle örgütlerini, dernekleri, vakıfları ve halk içinde gezerek kendilerini ve projelerini anlatmaya çalıştılar. Komisyon gelip aynı dedikleri görüşmelerini yaptılar ve Ankara’ya döndüler. Anket ise ne yazık ki yapılmadı.
Adayların bekleyişi sürerken yapılan bir PM toplantısı sonrası başka bir ilçede aday olan bir kişi aday gösterildi.
Parti ne adayların istediğini ne de kendi belirlediği yolu izlememiş oldu.
Adaylar bir süre halk ile birlikte protesto ve başkaca itiraz yollarına başvursalar da ne yazık ki parti bu konuda ısrarını sürdürdü. Bu durumda aday adaylarından sadece biri partiden ayrılarak başka bir partiden aday oldu. … Peki tüm bunlar 100 yıllık bir partinin izlemesi gereken yol muydu? Buna halk olarak sizler karar vereceksiniz.
Gelelim Hatay örneğine: Bir süredir toplumda, medyada ve partide bitmeyen tartışmalar. Adayı geri çekebiliriz, değiştirebiliriz, bakıyoruz, anketlerde o çıkıyor, yeniden anket yaptırıyoruz. … Sonra bir teklif iddiası geldi. Adaylıktan çekilir misiniz diye sordu parti, adaya? Yanıt net ve kesin, Hayır! Ve Hatay adayı çekilmeyince aday olarak konulmak durumunda kalındı.
Tüm bu yaşananların ne anlama geldiği herkesin penceresinden farklı görünse de ortada kafa karışıklığı, güç dengelerinin oturmamış olması, eski yönetim yanlılarına karşı bir tepki, İstanbul etkisi ve benzeri bir karmaşa demeti. Değişim derken yaşanan bu durumun, yani yeni yönetimin hazır olmadığı, neyi nasıl yapacağı konusunda kafalarının net olmadığı çok açık. Dediklerini şeffaf biçimde yapsalar yine de bundan çok daha iyi sonuç alacakları kesin. Bu örnekleri yurt genelinde çoğaltmak mümkün.
Oysa ülkede müthiş bir ekonomik yıkım ve bu yıkımda çok fark edilmeyen eğitimde geriye doğru dönüşüm ki, geleceğimizi esir alacak çok önemli konuların başında. Emperyalistlerin market raflarını ve şirketlerimizi işgalinden sonra topraklarımızda onarılamayacak yaralar açması ve buna devam ediliyor olması da cabası. Bu ortamda güçlü, akılcı, kamucu sosyal devlet anlayışı ile çaresiz vatandaşa çare olacak bir muhalefetin de ne kadar önemli olduğunu söylememe herhalde gerek yok.
Dün, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili genel seçiminde muhalefet, cephe halinde seçimlere girmişken, bugün bu cephenin de olmadığı, her muhalefet partisinin kendi adayı ile gireceği yerel seçim sonrası nasıl bir tablo ile karşılaşacağımızı tahmin etmek çok kolay değil. Umut ise, tabanda halkın koalisyonu ve aklı selimi dışında bir şey kalmıyor.
Aklınızın ve kalbinizin buluştuğu yerde kalmanız dileği ile.