BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
İşbu yazıma, Akbelen’de acele kamulaştırma telaşı içindeki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Resmi Gazete’de yayınlanan kararını iki gün sonra ‘iptal etmesi’ üzerine başladıydım. Yazımı bitirmek için acele etmemi gerektirecek bir durum var mı diye düşündüm önce: Yoktu. Bu nedenle, yavaş yavaş, sindire sindire ilerledim. Aradan beş gün geçmişti ve ben halâ yazıyordum …
Bugün 22 Mart 2024. Aradan 8 gün geçti. 17 Mart’ta Akbelen direnişçileriyle dayanışma buluşması oldu bölgede. Aralarında bazı siyasi partilerin belediye başkan ve belediye meclis üyesi adaylarının da olduğu çok kalabalık bir katılım vardı. Güzeldi. Çok yerindeydi …
Yazımı sürdürdüm sürdürdüm ve nihayet zamanı geldi, dikkatinize sunuyorum.
…
12 Mart 2024 tarih ve 32487 sayılı Resmi Gazete’de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanarak yürürlüğe giren 8247 sayılı Akbelen Ormanı çevresinde İkizköy, Çamköy ve Karacahisar köylerimizin sınırları içindeki 190 parsellik arazinin linyit madeni sahası olarak ‘acele’ kamulaştırılması kararı, 14 Mart 2024 tarih ve 32489 sayılı Resmi Gazete’te yayınlanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 8259 sayılı kararıyla yürürlükten kaldırıldı.
Gazete’deki yayında, 8259 sayılı kararın, “2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27’inci maddesi gereğince” alındığı belirtiliyordu.
Tam da İkizköy Çevre Komitesi’nden yapılan açıklamada, “Akbelen ormanında ve bölgede maden işletmesine, termik santrallere ilişkin açılan davalar henüz sonuçlanmadan geçimlik tarım alanlarımızın, yaşam alanlarımızın acele kamulaştırma ile elimizden alınmasının amacı ne olabilir? Verilen acele kamulaştırma kararı Akbelen direnişini kırmak, YK Enerjinin işini kolaylaştırmak, İkizköy, Çamköy ve Karacahisar Köylülerinin mülklerini şirkete devretme girişimidir. Hukuksal ve vicdani bir yanı yoktur. Buna sessiz kalmayacağız, en kısa zamanda acele kamulaştırmanın yürütülmesinin durdurulması ve iptali için dava açacağız. Yerimizden yurdumuzdan atma girişimine karşı her türlü hukuksal ve meşru direnişi göstereceğiz” denmişti ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan kararının yürütmesini kendisi durdurdu.
İyi olmadı mı; oldu elbette. Peki ama ne oldu? Soru bu? Çok basit bir soru ama tablo tam bir ‘çorba’! İzler birbirine karıştı yine …
İşbu yazımla, delillerin karartılmasına karşı mücadele etmenin önemine ve ille de önümüzdeki günlerde konuyla ilgili ne gibi gelişmeler yaşanacağına ilişkin endişeli bekleyişe dikkat çekmek istedim. Kendimce … Kimin umurunda bilmiyorum ama kendimce böyle bir iş gündemi yaptım.
Ortaya çıkan durum; siyaseten ‘acemilik’ mi dersiniz ‘basiretsizlik’ mi dersiniz her ne derseniz deyin ama ille de olumsuzdu ve bu durum aklımda o kadar çok soru oluşturuvermiş, adeta sorular birbirlerinin üstüne basa basa kafama öylesine üşüşüp doluşmuştu ki hiçbirini durdurmak, ziyan etmek istemedim …
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 11 Mart’ta kamulaştırma telaşı yaşatan neden ya da nedenler neydi?
Ona 8 bin 247’nci kararı aldıran ‘acil durum’ neydi?
Resmi Gazete’yi yaz boz tahtasına çevirmenin ne gereği vardı?
Kararının üzerinden henüz iki gün ve 11 karar geçmişken sayın Cumhurbaşkanı’nın 13 Mart 2024 Çarşamba günü 8 bin 259 sayılı kararına neden olan neydi? Bu, bir tür kararsızlığın ifadesi olabilir miydi? Yani sayın Cumhurbaşkanı, ilk kararını alırken de ikircikliydi de ‘içine sinmemiş miydi’ yoksa?
Öte yandan, AK Parti Muğla Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Prof. Dr. Aydın Ayaydın’ı, bu ‘acele iş’e müdahaleye sevk eden neydi? ‘Acele iş’e şeytan mı karışmıştı? Eğer karıştıysa ‘şeytan’ın aklına Prof. Ayaydın faktörü gelmemiş miydi? Yanlışlık neredeydi?
“Yerel seçime iki hafta kala yapılacak iş miydi bu” gibi basit bir akıl yürütmesi yeterli miydi yoksa?
Eğer buysa, yaşanana ‘akıl tutulması’ denilebilir miydi? Mesele tamamen ‘zamanlama hatası’ mıydı?
13 Aralık’ta alınıp 14 Aralık’ta resmen ilân edilen yeni karar da bu bakımdan ‘uzun ömürlü’ olmayacak mıydı?
31 Mart yerel seçimlerinin sonrasında ne yapılacaksa yapılsın, yeter ki seçime kadar konu rafa kaldırılsın yeter miydi?
‘Oy kaygısı’!
Yaygın kanaat bu ve vadesinin ‘köprüyü geçinceye kadar’ olduğundan, bu kaygıyla hareket edildiğinden emin bir büyük çoğunluk, seçimlerde AK Parti adaylarına oy vermeme eğilimini değiştirmiş değil. Dolayısıyla, kararın geri çekilmesi, bölgedeki vatandaşların mücadelesine duyulan sempatiyi yükseltmiş, desteği çoğaltmış oldu. AK Parti’nin oylarını değil!
Yaygın kanıya göre, zaten seçimde başarılı olması beklenmeyen sayın Ayaydın’ın, bir de bu sorunla uğraşmak istememesi AK Parti genel başkanına da mantıklı gelmiş olmalıydı. Hiç ikiletmemesinden ve derhal caymasından, sadece ben değil hemen hemen herkes bu sonucu çıkardı.
…
Bütün bu olup bitenlere sevinelim mi ne yapalım?
Elbette atılan bu ‘geri adım’a, 12-14 Mart tarihleri arasında iki gün boyunca kimbilir neler neler yaşatılmış olan vatandaşlarımızı bir ölçüde de olsa rahatlatmış olduğunu varsayıp sevinmeli … İnsan sevinmeli sevinmesine de: Bu işler bu kadar kolayca yapılıp bozulacaksa, ‘karar verici’nin iki dudağının arasına sıkıştırılacaksa, herhangi bir ‘yargı güvencesi’ olmaksızın neye göre verilip neye göre kaldırıldığı belirsiz olacak-kalacaksa, sevinmek de; sevinmekle sevinememek arasında kalıyor, yarım yamalak bir şey oluyor.
Seçimlere yaklaşık bir hafta kala, Prof. Ayaydın her ne kadar, “Muğla’nın denizine, yeşiline sahip çıkılması gerektiğini sürekli vurguladım ve vurgulamaya da devam edeceğim” diye bir söylem üzerinden yürümeye çalışsa da, acele kamulaştırma konusundaki geri adımdan da geri adım atılacağı, seçim sonrasında en kısa zamanda yeniden ‘acele kamulaştırma’ yönünde karar alınacağı beklentisi bölgemizde hakim!
Sayın Ayaydın, ‘acele kamulaştırma’ya karşı hamlesini: “Umuyorum ki Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuda kamulaştırmadan etkilenecek hemşerilerimize yardımcı olacak ve desteklerini esirgemeyecektir” diyerek duyurmuştu kamuoyuna. Ama vatandaşlarda, Cumhurbaşkanı’nın kararını ‘yardım ve destek’ için değiştirdiğine ilişkin en ufak bir rahatlama yok. Kamulaştırmadan etkilenecek hemşerilerimizin endişeleri sürüyor, ötesi büyüyor. Siyasi beklentiler nedeniyle böyle bir şey yapıldığı düşünülüyor ve Cumhurbaşkanı’nın son kararı samimi bulunmuyor…
Son bir paragraf:
Örneğin Cumhurbaşkanı, konuyu Resmi Gazete sayfalarındaki ‘bir adım ileri bir adım geri’ durumundan kurtarıp da: “Yanlış yaptım. Acele ettim, fazla düşünmeden imzalamışım. Allah korusun bu karar uygulansaydı var ya, Muğla’ya ihanet olurdu. Ben de Muğla’nın denizine, yeşiline sahip çıkılması gerektiğini vurguluyorum ve vurgulamaya da devam edeceğim” diye bir açıklama yapsa … Yapabilir mi?
Muhtemelen bir yerlerde ilgili şirket yetkililerine, “Seçim bir geçsin hele …” diye başlayan cümlelerle durum izah edilmiştir bile … Çok mu önyargılıyım? …
Yanılmayı öyle çok istiyorum ki …
Ali Sirmen: ‘Büyük insanlık’!
17 Mart 2024’te aramızdan ayrılan Ali Sirmen’i nasıl bilirdik:
‘Büyük insanlık’!
Eğer ki ülkemizin, dünyamızın güzel geleceğine tereddütsüz inanmış olarak, başımıza ne gelmişse gelmiş zerrece savrulmadan, kararlılıkla, cesaretle, omuz omuza büyük yürüyüşümüzü sürdürmekteysek, onun adı da mücadelenin önündedir.
En yakın arkadaşı Uğur Mumcu’yla birlikte 12 Mart dönemini nasıl yaşadıklarını şöyle özetlediğini anımsıyorum: “Nöbetçi eczane gibi ya Uğur Mumcu içerde ya ben içerdeyim …”
Onlar sevgili ülkemiz için hiçbir zaman “Mustafa Kemal’in bizden başka askeri yok mu” demeden hep görev başında, hep nöbette oldular.
Bize hep örnek oldular.
Ali Sirmen’i, 12 Eylül döneminde tutuklu olarak yargılandığı Barış Derneği davasından 10 Mart 1986 tarihinde Sağmalcılar Cezaevi’nden tahliye olduğunda, eşi Mine Sirmen ve arkadaşı Uğur Mumcu ile birlikte gösteren (Cumhuriyet’ten aktardığım) fotoğraf eşliğinde yolcu etmek istedim …
Anıları önünde saygılarla, sevgilerle eğiliyoruz.