Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Yerel seçimleri yaptık ve uzun süre devam eden siyasi yelpaze şöyle bir sallandı ve yeniden suları durulduğunda daha kırmızı bir Türkiye ile karşı karşıya kaldık. Halkın yeni durumu oluşturduğu tercihleri bakalım önümüzdeki dönemde bizleri nasıl bir Türkiye’ye götürecek.
Eskiler derler ya; “tebdili mekanda ferahlık vardır” diye. Şimdi kim ne derse desin yeni bir Türkiye var.
İlk kez iktidar olduğundan bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi en düşük oyu alarak 2. parti oldu. Bu da yeni bir siyaset zamanı demek bence.
Bayramı da geride bıraktığımız bugünlerde yeniden asıl sorunlarımıza bakma zamanı geldi.
Nerede kalmıştık?
Devleti devlet yapan en temel taşlardan biri hukuk, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı. Yani güçler ayrılığı dediğimiz ve bizde uzun bir süredir sıkıntılı olan bir konu. Yargı, yürütme ve yasamanın bir birinden bağımsız olma hali. Demokratik bir devlette olmazsa olmaz bir konu. Güçlülerin, yönetenlerin, üsttekilerin, yetkililerin, zenginlerin diğer yurttaşlar ile yargı karşısında eşit olma hali. Güçsüzün en önemli güvencesi.
Bunu sağlayamayan bir devletin demokratik bir devlet olduğundan bahsedilebilir mi?
Gelin hep birlikte bazı olayları hatırlayalım:
Soma maden kazası, Hepimizi derinden yaralayan, birçok çocuğu babasız, kadını eşsiz, anayı evlatsız bırakan o acı maden kazası. 301 madenci o maden ocağında can verdi. Pek çok raporda yetkililerin işlerini doğru yapmadıkları ortaya kondu. Ancak hiçbir bakanlık yetkilisi tutuklanmadı. İstifa eden bir yetkili de görmedik.
Pamukova tren kazası. 38 yurttaşımız can vermişti. TCDD Genel Müdürüne önce verilen sonra kaldırılan soruşturma iznine hepimiz şahit olduk. Peki sonuçta istifa eden bir bakan veya üst düzey yetkili var mı??
Ödül bile alan oldu.
Ermenek, Karaman’da 18 işçi öldü. Hiç tutuklanan bir üst düzey yetkili duydunuz mu?
2018 yılında olan Çorlu tren kazası. 25 canımızı yitirdik. Çocuktu bazıları. Dava 6 yıldır sürmekte. Tutuklu yok. Ne de istifa eden bir yetkili var.
İliç, Erzincan altın maden sahasında toprak altında 8 işçi hayatını kaybetti. Ciddi bir çevre felaketi de yaşandı. Soruşturmada hiçbir üst düzey bürokrata dokunulmadı.
Yüzyılın felaketi dediğimiz 50 binden fazla yurttaşımızın hayatını kaybettiği depremde, gerek yapı gerekse kurtarma zafiyetleri sonrasında bazı müteahhit ve belediye çalışanları dışında ne üst düzey bir yetkili ne de bakan düzeyinde soruşturmaya konu kimse yok. İstifa ise her zamanki gibi zaten yok.
Depremde sadece Kızılay konusu bile demokratik bir ülkede infial yaratacak konu bizde ne yazık ki olması gerektiği gibi olmadı. Tüm sorumlular güle oynaya hayatlarını sürdürmeye devam etmekte.
Hadi gelin şimdi de ekonomi tarafında bazı konulara bakalım. Nasıl olsa ne yapılırsa yapılsın sorumlu yok, ama yetkili çok. Ancak faturayı ödeyen hep halk!
Enflasyon, defalarca burada yazdım. Kötülüklerin anası, bir toplumu çürüten en önemli konulardan biri ve hatta toplumun ahlakını bozan bir konu. Ülkemiz uzun yıllar hep bu belanın pençesine düşmüş, büyük ekonomik yıkımlara uğramış ve halk, her defasında bunun bedelini onlarca yıla mal olacak bir fatura ile ödemiştir. Şimdi yeni bir faturayı da Merkez Bankası sayesinde ödeyeceğiz anlaşılan. Merkez Bankası’nın bu yıl açıkladığı 2023 yılı zararının 818.2 milyar olduğu öğrendik. Bu zararın en önemli nedeninin kur korumalı mevduat olduğu uzmanlarca söylenmekte. Buraya giden süreç ise “Nas” nedeniyle faiz politikalarında iktidarın uyguladığı rasyonel olmayan politikalardı.
Bu denli bir zarara uğranmasının faturası da yine halka kesilecektir. Peki asıl sorumlular!
Şimdi de uzun bir süredir yüksek enflasyon altında, ancak son 3 yıl çok önemli, satın alma gücündeki düşüşle inanılmaz bir zorluk yaşanan duruma bakalım. Nüfusun önemli bir kısmı sadece beslenme konusunda varını yoğunu ortaya koymakta ve yaşamaya çalışmakta.
Gençler üniversitelerini bırakmakta, insanlar evliliklerini ertelemekte, pahalılık nedeniyle sağlıksız gıdalar ile beslenen çocukların sağlıkları bozulmakta ve daha pek çok olumsuzluk yaşanmakta. Tabii burada ıstakoz yiyenleri ayrı tutuyoruz.
İşte tüm bu olumsuzlukların kaynağı olan enflasyonda ne durumdayız sizce? Ülkeyi yönetenlerin dediği gibi uçuyor muyuz yoksa Avrupa bizi kıskanıyor mu?
Gelin enflasyonda, yani yoksullukta nerelerdeyiz bakalım:
Arjantin yüzde 293.7, Suriye yüzde 153.5, Lübnan yüzde 134.7, Sudan yüzde 84.1, Türkiye yüzde 77.2, Venezuella yüzde 73.1, Zimbabwe yüzde 64.4, Filistin yüzde 61.1, Angola yüzde 58, D. Kongo yüzde 51.3.
Bu, sefaletin tablosudur. Lütfen iyi bakın. Uzun süreçte bu tablo yıkıcı bir alt yapıyı da beraberinde yapacaktır, yapmaktadır. Bu tablo tek başına değil ama, getirdiği yıkım sanayiden tarıma, oradan eğitime kadar pek çok konuyu da etkileyecektir, etkilemektedir.
Bugün milyonlarca metrekare tarım alanı ekilmemekte ve birçok tarım ürünü ithal edilmekte, sanayi ve bazı hizmet sınıflarında ara eleman bulunmamakta bunun sonucu da bazı sanayiciler mültecilerin bu konuda kurtarıcı olduklarını bile dile getirmekteler.
Buna tabii ki ben katılmıyorum.
Siz planlama uygulamasını bırakır ranta dayalı, üretmeyen ekonomiyi savunursanız, “en büyük ekonomist benim” derseniz, liyakat yönetim kademelerinde kendine yer bulamazsa sonuç kaçınılmaz böyle olumsuz olur.
Gelin birlikte eğitime bakalım biraz, bakalım orada enflasyon nasıl.
2022-2023 eğitim öğretim yılında üniversitelerde 6 milyon 950 bin öğrenci okumakta. Bu öğrenciler 208 üniversitede eğitim görmekteler. Nasıl üniversite sayımızdaki enflasyon. Ama gelin görün ki dünya sıralamalarında ne yazık ki ilk 400’de yoklar.
Bu arada, ülkemizde 84 hukuk fakültesi olduğunu biliyor muydunuz? Dekanları hukukçu olmasa da! 2022 yılında avukat sayımızın 174 bin 533 olduğunu. İşte size yeni bir enflasyon daha.
Tabii bu arada sanayide ara elemanı olacak öğrenci kalmıyor, çünkü onların hepsine üniversite okutuyoruz. Bununla da gururlanıyoruz!
Peki ilk ve orta dereceli okullarda durum nasıl derseniz? Kaç öğrenci nerede okuyor?
MEB’e bağlı resmi kurumlarda 1 milyon 518 bin 567
MEB’e bağlı özel öğretim kurumları 287 bin 803
MEB dışı resmi kurumlar 163 bin 138 (DİB, Yerel yönetimler, aile bakanlığı)
MEB’e bağlı olmayan özel kurumlar 85 bin 842.
Özellikle bu 85 bin çocuğumuz nerede okuyor da istatistiklere dahi giriyor ve biz ne olduğunu bilmiyoruz.
Devlet bu çocuklara sahip çıkmalıdır. Bu konuda eğitimin tekliğine dair Cumhuriyetin kuruluşunda çıkartılmış kanunlara uyulmasını sağlamalı ve dağdaki çobanın başbakan olduğu ve bunun Cumhuriyet sayesinde olduğu eşitleyici anlayışı tekrar sağlamalıyız.
Yine, okulda olması gereken 1.5 milyonun üzerinde çocuğumuz da ne yazık ki okullarda değiller.
Ekonomide olduğu gibi ülkemizin geleceğini en az ekonomi ve hatta daha da fazla etkileyecek eğitim konusunun bu duruma gelmesinin sorumluları kimlerdir ve bu durumun hesabını kim verecektir?
Sorun ülkemizin geleceği ve halkımızın mutluluğu sorunudur.
Suç varsa ceza da olmalı. (16.04.2024)