Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Bir garip süreç yaşanmakta. Özellikle yerel seçim sonuçlarının sindirilmeye çalışıldığı bugünlerde seçimleri kazanan taraf liderliğini perçinlemek için yeni bir strateji üretmek ve bunu topluma kabul ettirmek uğraşısı ve isteği içindeyken, uzun yıllardır ülkeyi yöneten partinin ve liderinin son seçimin 2. Partisi olma konusunu sindirmeye ve yeni duruma uyum göstermeye çalışırken, yarınlar için bu durumu tersine nasıl çevirebilirimin hesapları içinde olmak adına Anayasa konusunu nasıl çözer ve iktidara devam ederimin uğraşısı içinde olduğu bir süreci yaşamaktayız. Ama önce geçenlerde sayın Cumhurbaşkanının söylediği “Benim için Hamas ve Kuvâ-yi Milliye aynı şeydir” demesi üzerine bir şeyler yazmak istiyorum.
Kurucumuz Atatürk’ün Kuvâ-yi Milliye için şöyle bir ifadesi bulunmakta: “Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetler emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlere, devletin ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ‘ordu’ adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendine kalıyor. Buna Kuvâ-yi Milliye diyoruz.”
Bu hareketin özellikleri, halkın gönüllülük esası üzerine kurulmuş olması, bireysel değil birlikte yapılan hareket olması, vatanseverliğin milliyetçi ruhu ile hayat bulması, tek amaçlarının vatanı savunmak olup başka beklentilerinin olmaması olarak sıralayabiliriz. 1918-1921 yılları arasında milli mücadelede etkin bir rol oynamıştır. Güneyde Fransızlara, doğuda Ermenilere ve batıda Yunanlılara karşı düzenli ordu kurulana kadar kahramanca savaşan Kuvâ-yi Milliye’nin sayısı 15 bine kadar çıkmıştır. Ortaya çıkışı tek bir kişinin kararı ve liderliği ile değil, işgaller karşısında tüm halkın direniş gösterme bilinci ve gayreti ile oluşmuştur. İsmi de bugünün kelimeleri ile “Ulusal Kuvvetler” olarak ifade edilmektedir.
Milli mücadele sürecinde özellikle başlangıçta çok büyük öneme sahip olan bu düzensiz kuvvetler içinde Şahin bey, Sütçü İmam, Kara Fatma, Yörük Ali ve Gördesli Makbule gibi kahramanları da burada ifade etmek isterim.
Halkın iradesi ve gönüllülük esasıyla oluşan Kuvâ-yi Milliye 1921 yılında düzenli ordu kuruluşu ile görevini tamamlamıştır. Bu kuvvetler çoğunlukla TBMM iradesini kabul ederek düzenli orduya katılmışlardır. TBMM’ne bağlı düzenli ordu otoritesine karşı gelen Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem gibi guruplarındüzenli ordu gücü karşısında isyanları kısa sürede bastırılmıştır.
Hamas, resmi adıyla İslami Direniş Hareketi, Filistin Parlamentosunda çoğunluğu elinde tutan paramiliter ve sunni İslamcı siyasi parti. 1987 yılında yaşanan birinci intifada sonrasında Filistinli imam Ahmed Yasin tarafından kuruldu. 1973 yılında Mısırlı Müslüman kardeşler ile ilişkili bir İslami yardım kuruluşu olarak Gazze’ye yerleşti. FKÖ’nün iki devletli çözümüne ve İsrail’i tanımaya karşı çıkarak direnişe devam etti ve 2006 seçimlerini kazanarak Gazze’de kontrolü ele geçirerek otokratik tek parti rejimi ile bölgeyi yönetmektedir.
Sivillere dönük rehin alma eylemleri nedeniyle bazı devletler tarafından terör örgütü olarak nitelenmektedir. Ancak Birleşmiş Milletler nezdinde durum böyle değildir. Hamas, İsrail ile savaşı dini bir kutsal görev olarak tanımlamaktadır. Hamas başlangıçta Gazze’de bulunan 600 cami üzerinden, sendikalar, üniversiteler ve meslek örgütlerinde faaliyette bulunarak yerel siyaset ve hayır işleri ile toplum içinde yer edinmiş ve sempatizan kazanmıştır.Hamas finansman kaynakları olarak Gazze şeridindeki gayri menkullerin yüzde 10’unu aşan, tarımsal araziler de dahil olmak üzere dini vakıfların 2000 dönüm arazi, birçok işyeri, kiralanabilir daireler ve kamu binalarını içermektedir. Ayrıca yurt dışı Filistinlilerin ve global yardım kuruluşlarının bağışları da önemli bir gelir kaynağı teşkil etmektedir. Bunun dışında bazı ülkeler de bu finansman katkısına destek vermişlerdir. Bunların başında İran gelmektedir.
Aralarındaki rekabet nedeniyle Filistin Ulusal Yönetiminin Gazze’ye yaptığı yardımı kesmesi üzerine, İsrail Katar’dan gelen milyonlarca doların ülkelerinden geçerek Hamas’a gitmesine izin verdi. İsrail bunu, “artık denetleyebildiğimiz bir insani yardım çalışması” olarak dünyaya ve kendi halkına duyurdu.
Hamas’ın sivillere yapmış olduğu saldırılar nedeniyle 2002 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü, Hamas liderlerinin, Kassam Tugayları tarafından işlenen “savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar” için sorumlu tutulmaları gerektiğini belirtmiştir. Yine pek çok batı ülkeleri ile Japonya ve Avustralya’nın da içinde bulunduğu ülkelerce Terör Örgütü olarak görülmektedir.
Son olarak şu bilgiyi de aktarmak isterim.
1970’li yıllarda gençlerin çoğunluğunun Müslüman Kardeşler yerine Filistin Kurtuluş Örgütüne yönelmesi ve seküler milliyetçi hareketlerin İslamcı hareketlere göre rağbet görüyor olmasını gören İsrail, Şeyh Ahmed Yasin’e, örgütüne üye olacakların vereceği vergilerle finanse edilecek olan İslami Merkez’i açma iznini vermiş ve böylece Hamas para toplama ile okul, cami, hastane gibi sosyal ve dini kurumlar açma yetkisini bizzat İsrail’den almıştır.
İsrail, FKÖ’yü dengelemek için İslami Merkezi yoğun biçimde desteklemiştir. İsrail’li general Segev, 1979-1984 arası FKÖ ve komünistlere karşı denge oluşturmak amacıyla İslamcıların desteklendiğini ve finanse edildiğini ve örtülü ödenekten para yardımı yapıldığını açıklamıştır.
Sizlere kısaca özetlediğim bu bilgiler ışığında Hamas, Kuvâ-yi Milliye ile bir olabilir mi? Asla!
İki oluşum arasında hiçbir benzerlik olmadığı gibi, kuruluşları, kimlerden destek aldıkları ve hedefleri ile sonrasında ne yaptıklarına baktığımızda, Suriye’de zorla oluşturulan ÖSO ne ise Hamas’da biraz daha farklı olmakla birlikte odur. En önemli benzerlikleri ÖSO ve Hamas dini bir birliktir ve şeriat yol ve yöntemlerini kabul etmişlerdir.
Kuvâ-yi Milliye Ulusal bir birliktelik olup, işgale karşı savaşı kabul eden ve sonrasında ülke birliğini sağlayan kurumlara iştirak eden bir halk oluşumudur.
O nedenle bir kez daha belirtmek isterim ki, Kuvâ-yi Milliye ile bu örgütler arasında bir benzerlik kurmak çokça zorlamak olur ve dini bir sempatiyi kurumsallaştırmak arzusundan öteye gitmeyen bir yaklaşım olacaktır.
…
1 Mayıs, günler öncesinden son seçimleri kazanan CHP Genel Başkanı’nın defalarca adres vererek orada olacağız çağrıları üzerine gözler ve dikkatlerin tavan yaptığı bir sürece evrilmişti.
Son açıklamalar ışığında CHP’de önemli değişikliklere imza atan ve atacak olan yaklaşımlar da bu beklentileri yükseltti. Ben dahil herkes 1 Mayıs günü kurumsal olarak CHP alanda olacak ve Taksim’e yürüyecek beklentisine girdik.
Bu durum son seçimleri kazanıp 1. Parti olan ve ülkenin önemli bir kısmını, ekonomik alanların yüzde 80’nini yöneten partinin bu ivme ile sesini ve tonunu yükselttiği bir zamanda neden olmasın dedirtti.
1 Mayıs günü Saraçhane’den yapılan yayınlarda Sayın Özel, Sayın İmamoğlu ve İl Başkanı Sayın Çelik’i gördük. Sendika ve Oda başkanları ile görüşme ve selamlaşma sonrası bir de baktık ki Sayın Genel Başkan ve Büyükşehir Belediye Başkanı gitmişler.
Evet durum kritik olabilir, ortam gergin olabilir, risk vardır belki ama milyonlarca insan ekranlarda, binlerce yurttaş da sizlerle birlikte alanlarda sizi beklemekte.
Roma su kemerlerinin altında binlerce polis, yetkililer 42 binden fazla polis olduğunu söylemekte.
Şimdi, “Disk ve diğer sendikalar gitti biz ondan gittik” diyorlar. Doğrudur, ancak; Van halkı Sayın Zeydan için geri adım atsaydı yerel seçimler sizce nasıl olurdu?
Avrupa’da çiftçiler caddeleri, sokakları traktörler ile işgal etmeselerdi yakıt zammı geri alınabilir, tarımsal yardım kesintileri eski haline döner miydi? Hayır!
‘Hak verilmez alınır’ diye geçti gençliğimiz. Buna inanıyorum, siz istemezseniz ancak verilen ile yetinmek zorunda kalırsınız.Haklarımızı bize dayattıkları kadarı ile yetinerek genişletemeyiz ve geliştiremeyiz.
Neden örgütlülüğü savunuyoruz?
Yurttaşların, emekçilerin ve hak sahiplerinin haklarını, verenin insiyatifine bırakmamak, bunu bir lütuf gibi sunanlara bunun doğru olmadığını anlatmak için.
İşte tam da bu noktada, o barikata yürümek gerekiyordu. Bu hakkı sizin verdiğiniz kadarına razı olmadığımızı, Anayasamızın bize hak olarak tanıdığı bu hakkı sizin engellemenize karşı çıktığımızı göstermek için, yasalara sizin de bizim kadar uymanız gerektiğini ortaya koymak için o barikata kadar yürünmeliydi.
Peki orada polis ile çatışmalı mıydı diyebilirsiniz.
İşte o noktada tarihi konuşmasını yaparak, barikatın polis kalkanının tam önünde tüm dünya medyası önünde, demokrasi, özgürlük, yasalara saygı, hak ve adalet taleplerini ve yarınki Cumhurbaşkanı ile görüşme öncesi tüm bu olanların sorumlusu olduğunu orada haykırarak, ama polislerin de yurttaş olduğunu, anne, baba, evlat, komşu, arkadaş olduğunu söyleyerek, biz birbirimizle savaşa değil barışa yürüyoruz diyerek polislerimize birer karanfil vererek onların da 1 Mayıs Emek ve Dayanışma gününü kutlaması daha değerli ve doğru olmaz mıydı?
Bazen böylesi fırsatlar heba edilerek gerilere düşüyoruz. Hatırlarsanız “Anayasa” mitingi yapacaktık, şehitlerimiz gelince iptal etmiştik. Oysa tam zamanıydı, mitingin adını değiştirerek “Anayasayı Koruma ve Şehitler Mitingi” diyerek devam etseydik daha doğru olmaz mıydı?
Liderlik bazen duruma göre pratik yaklaşımları ve değişim-dönüşümü anında yapmak da demektir. Tabii ekibin de bunda payı mutlaka vardır. Herşeyi de lider düşünmeyecektir.
Neyse, yazımızı şöyle noktalayalım.
Ülkemizin-halkımızın, demokrasiye, özgürlüklere, refaha çok ihtiyacı olduğu bu dönemde, kendilerine zengin, kendilerine demokrat bir yapıya daha fazla tahammül kalmamıştır.
Bu konuda muhalefete çok iş düşmektedir ve artık hatalara yer yoktur. Anayasa tanımayan, kanunları kendi istediği gibi yorumlayıp kullananlar ile Anayasayı önce darbe Anayasası deyip 23 kez değiştirenler, kullanmaya devam edenler ile yeni bir Anayasa konuşulmaz ve de yapılmaz denmesini bekliyoruz.
1980 Anayasasının 23 kez değiştirildiğini, en az 179 maddesinin ya değiştiği ya revize edildiğini de belirtmek isterim.
Anayasalar kanun gibi yapılmaz, anlayışları ortaya koyar!