Yılmaz Kaya AYLANÇ
Bir devletin doğuşu, ümmet bir halkın özgür yurttaş olmaları ve dünya devletleri arasında saygın bir yerin alınması, mazlum ve esir halklara örnek olacak KURTULUŞ ve KURULUŞU sağlayan son savaşın başladığı gündür 26 Ağustos.
22 Ağustos 1922 tarihinde Meclis’ten aldığı Başkomutanlık yetkisi ile bizzat yönettiği meydan savaşının zaferle son bulması sonucu biz bugün özgür, laik, demokratik bir hukuk devletinde yaşıyor oluyoruz.
Kolay mı oldu? Tabii ki hayır!
İşte o savaşın sonunda Mustafa Kemal, Meclis kürsüsünden konuşuyor, gün gün olay olay yurttaşlarına neler yaşandığını anlatıyor. Tüm bu günlerce süren konuşma NUTUK adlı kitabında bulunmakta ve her yurttaş bu kitabı okumalıdır.
Mustafa Kemal, “… Her safhası düşünülmüş, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat Türk Ordusu, Türk Subay ve Komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk Milleti’nin hürriyet ve istiklal fikrinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan mesut ve bahtiyarım” diyor.
Bu savaşa hazırlanırken Meclis’te muhalefetin gittikçe sertleştiğini, eleştiri dozunun artırdığını unutmayalım.
Tüm bu süreci değerlendirdiğimizde ise Sivas Kongresi’ne katılan 38 delegeden 25’inin Amerikan Mandası tarafında görüş bildirdiğini ise hiç unutmayalım dostlar. Ki bu delegeler Kurtuluş Savaşı’na samimi olarak katkılarını ve yurdun düşmandan temizlenmesi için her şeylerini ortaya koymuşlardır.
Ya sonrası için… İşte hemen hepsi, Nutuk’ta anlatıldığı gibi hiç kolay olmamıştır.
Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 günü başlamış ve ordularımız 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’e ulaşmıştı. 13 günde Afyon Kocatepe’den İzmir’e! Çok kolay gibi gözüküyor değil mi?
Bakın taarruz başlamadan Mustafa Kemal nelerle uğraşıyor: Kendi ifadesi ile, “1. Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa azledilerek Divan-ı Harbe sevk edilmek üzere Konya’ya sevk olunduğuna dair Mecliste söylentiler dolaşıyordu… Efendiler, bir kumandanın azlinin, divan-ı harbe sevki konularının gün geçmeden Millet Meclisi’nde konuşuluyor olması dikkate değer değil mi? Bana bunu bildiren Rauf beye tarafımdan durumu açıklayan bir cevap verildi. 1. Ordu Kumandanlığı bir süre vekaleten yürütüldü. Fakat asaleten atama yapılmalıydı. Moskova sefaretinden bildiğim Fuat Paşa’nın 1. Ordu Kumandanlığını kabul etmeyeceği konusunda bilgim vardı. Anladım ki cephe kumandanlığı yapmış olduğundan cephe kumandanı emrine girmeye eğilimli değildir. Müdafaa-i Milliye Vekili bulunan Kazım Paşa vasıtasıyla 1. Ordu Kumandanlığını Refet Paşa’ya teklif ettirdim. Kabul etmemiş. Nihayet o tarihlerde bilâ kayd-ü şart cephe emrine girerek ifa-yı vazife edeceğini söyleyen, açıkta Nurettin Paşa’yı 1. Ordu Kumandanlığı’na tayin ettik”.
Kuvvetlere kumanda edecek komutan bulmak konusunda bile nelerle mücadele edildiğine sadece bir örnek.
Düşman varmış, ülke işgal altındaymış, her cana, her eşyaya gerek varken bu yoklukta insanlar kendi geleceklerini, emir altına girmede şahsi kurallarını nasıl da ilk planda tutabilmişler. Sanki şimdi farklı mı? Demeden edemedim.
Ali İhsan Paşa’nın ise neden divan-ı harbe verildiği, neden sürgüne gönderildiği ise ayrı bir yazı konusu. Ama bu ve benzeri kişiler ne yazık ki az değildiler.
İşte bu şartlarda insan problemleri ile uğraşan Mustafa Kemal, bir yandan da bu taarruza hazırlanmak için cephane, mühimmat, yiyecek ve giysi gibi pek çok ihtiyacın da yokluğunu yaşamaktaydı. Bu hazırlık için çıkarılan seferberlik emri sonucu ise halkın bir kısmında oluşan huzursuzluğu, sıkıntıyı ve karşı çıkışı ne yazık ki bugünkü siyasette bile halâ konu edildiğine şahit olmaktayız. Ne kadar acı verici!
Neyse, taarruza giden süreçte bu gibi sıkıntıların yanında taktiksel olarak 28 Temmuz günü Akşehir’de düzenlenen futbol maçı da yer almıştır. Burada tüm üst düzey subaylar ve bazı vekiller bir araya gelme fırsatı bulmuştur. Daha sonra Ankara’ya dönülür. Mustafa Kemal Nutuk’da anlatmaya devam eder, “Taarruz ile ilgili olarak Meclis’e de bilgi vermek gerekecektir. Meclis’te ise muhaliflerin gürültüleri gittikçe artmaktadır. Gerçi bu harekatı gizlemek işimize gelse de, etrafa yaydıkları olumsuzluklar yanımızda olanların bile kararlarını etkilemekte, huzursuzluk ve tereddütler oluşturmaktadır. Meclis’e gerekli bilgileri vererek düşmanı yeneceğimiz söyledim. Böyle bir ortamda Ankara’dan ayrıldım. Birkaç kişinin bilgisi vardı. Önce Konya’ya, sonra Akşehir’e geldim. Tarih 20 Ağustos. Kısa bir müzakereden sonra 26 Ağustos sabahı düşmana taarruz için Cephe Kumandanına emri verdim.”
“24 Ağustos’ta karargahımızı Akşehir’den, taarruz cephe gerisi Şuhut’a, 25 Ağustos sabahı ise Kocatepe’de çadırlı karargaha naklettik. 26 Ağustos sabahı 05:30’da topçu atışı ile taarruz başladı”.
“Efendiler 26-27 Ağustos yani 2 günde Karacahisar’ın güneyinde 50, doğusunda 30 km. ilerlendi ve düşman müstahkem mevzileri düşürüldü. 30 Ağustos’a gelindiğinde Aslıhanlılar civarında düşman kuşatıldı. Düşman Başkumandanı General Trikopis de dahil pek çok esir alındı. 31 Ağustos 1922 günü artık ordumuz İzmir yolundadır”.
“Bütün bu olanları oldukça gizli tutmaya çalışıyorduk, düşmanın imha olacağını görenler anlaşma teklif edebilirler veya yardıma gelebilirler. Ki nitekim 4 Eylül günü Rauf beyden böyle bir telgraf aldım.”
Bu teklife Mustafa Kemal şöyle yanıt verir:
“Anadolu’daki Yunan ordusu mağlup edilmiştir. Artık yeniden karşı koyacak durumda değildir. Anadolu için anlaşmaya gerek kalmamıştır. Anlaşma ancak Trakya için olabilir. Bu da ya direk Yunan hükümeti ile veya İngiltere vasıtasıyla hükümetimize resmen müracaat edildiğinde olabilir. Eylül’ün 10’undan sonra durum başka olacaktır.
1-Anlaşma tarihinden itibaren 15 gün içinde Trakya’da 1914 sınırlarına kadar alan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun ordusuna teslim edilecektir.
2-Yunanistan’da esir bulunan askerlerimiz 15 gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarına teslim edilecektir.
3-Yunan ordusunun 3,5 yıl içinde Anadolu’da yaptığı tahribatı tamir etmeyi taahhüt edecektir.”
Mustafa Kemal Nutuk’da devam ediyor o günleri anlatmaya.
“Bizzat bana gelen telgrafta İzmir’deki itilaf devlet temsilcileri benimle müzakere yapmak istiyorlarmış. Hangi gün olabileceğini soruyorlar. Verdiğim yanıt 9 Eylül’de Nif’te olabilir şeklindeydi. Ben o gün Nif’te bulundum, ancak mülakat isteyenler orada yoktu. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı.”
“Muhterem Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve sonrasında düşman ordusunu imha ve esir eden ve kalanını da Akdeniz’e Marmara’ya döken harekatımızı anlatmaya söz bulamam. Her safhası planlanmış, idare edilmiş ve zaferle taçlanmış bu hareket, Türk Ordusunun, Subaylarının ve kumandanlarının, yüksek irade ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk Milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun Başkumandanı olduğumdan, mesut ve bahtiyarım. Şimdi diplomasiye geçebiliriz!
Ordularımız, İzmir ve Bursa’yı aldıktan sonra, Trakya’yı Yunan ordusundan temizlemek için İstanbul ve Çanakkale istikametinde yürüyüşüne devam ederken İngiltere Başbakanı Lloyd George, fiilen harbe karar vermiş tavırla dominyonlara hazır olun dese de, bu talebe gereken yanıtları alamadığını kabul etmeliyiz.
Bu sıralarda, İstanbul’daki Fransız Komiseri General Pelle benimle mülakat için İzmir’e geldi. Belli bir mıntıka içine ordularımızın girmemesini tavsiye etti. Ben de, hükümetimizin böyle bir mıntıka tanımadığını, Trakya’yı almadıkça ordularımızın durmayacağını söyledim. General Pelle, Mösyö Franklin Bouillon’un görüşmek istediğini söyledi. Kendisi Fransa dışında İtalya ve İngiltere’yi de temsil etmekteydi. İzmir’de kabul edeceğimi söyledim. Biz görüşmedeyken 23 Eylül tarihinde İtilaf devletlerini temsilen bir nota geldi. Biri askeri harekatı bitirmeyi, diğeri barış görüşmelerini konu etmekteydi.
Biz doğu Trakya’yı tamamen almadıkça askeri harekatı durdurmayacağımızı söyledik. Notada; Venedik veya başka bir şehirde İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri, Romanya ve Yunanistan’ın katılacağı bir barış konferansı düzenlenmek istendiğini, bu sırada Trakya’nın askersiz olmak kaydıyla boğazlar hariç Türkiye’ye bırakılabileceği beyan ediliyordu. Boğazların ise tarafsız bölge olarak kalacağı söyleniyordu. Görüşmeler süresince Yunan kuvvetlerinin bir hattın gerisine çekilecekleri ve bu konuların Mudanya veya İzmit’te bir anlaşmaya konu edilmesi isteniyordu. 29 Eylül günü bu notaya cevap verdim ve Mudanya Konferansını kabul ettim. Fakat Meriç’e kadar Trakya’nın derhal bize iadesini talep ettim. Temsilci olarak İsmet İnönü’yü atadığımı, ayrıca toplantıya boğazlar nedeniyle Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuriyeti dahil edilmesini talep ettim. 11 Ekim’de Mudanya Mütarekesi imzalandı.”
“Efendiler, zafer sonrası İzmir’de siyasi temaslar yaparken, Ankara’da bazı vekillerin telaş içinde oldukları duyumunu aldım. Askeri vazifemin bittiğini, siyasi işlerin icra vekillerine ait olduğunu bildirmek için beni Ankara’ya davet ettiler. Oysa ne askeri vazifem bitmişti ne de siyasi ve diplomatik süreçten uzak tutulabilirdim. O nedenle ben o vekillerin İzmir’e gelmelerini teklif ettim. İcra Vekilleri Reisi Rauf bey ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal bey geldiler. Rauf bey, İzmir’de bana Ali Fuat Paşa ile Refet Paşaların zafer münasebeti ile terfi ve taltif edilmesini ve münasip görevler verilmesini rica etti. Oysa bu paşaları harekata katılmaları için ikna etmeye çalışmış ve başarılı olamamıştım. Zafer sonrası zaten tüm katılan kumandan ve zabitler taltif ve terfi almışlardı. O nedenle Rauf beye bunu kabul edemeyeceğimi söyledim. Ayrıca Ali Fuat Paşa Meclis Reis-i Sanisi zaten, açıkta kalan Refet Paşa’ya münasip bir vazife bulacağımı söyledim ve İzmir’e davet etmesini söyledim. Fakat ben Ankara’ya döndüğüm için görüşemedim.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta toplanan ve Mecliste kendisinin okuduğu bu satırlar Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum hikayesidir. Atatürk’ün konuşmasının sonunda ise bu Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere bir sözü vardır. Umarım gençler O’nun sözlerini dinler ve O’nun izinden giderler.
“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk ve bu mücadeleye katkı koyan tüm şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle anıyorum. 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.