BAKTIKÇA – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Başladık.
Yılın ilk adımını yine Viyana’ya doğru attık. Sevgili Eşim Ayşegül ile uzunca süredir her yılın ilk gününe özel attığımız, bir bakıma ‘gelenekleştirdiğimiz’ bu adımımızda bu kez Sevgili Kızımız da bizimleydi.
Viyana Filarmoni Orkestrası’nın yeni yıl konserinden söz ediyorum. Müzikle kuşatılmaktan. Yaklaşık iki buçuk saat boyunca …
Nota okur yazarlığına olan saygım zaten büyüktür, günden güne de artıyor.
Ne büyük bir olanak. Ne denli önemli bir insanlaşma fırsatı. Hep çok sesle!
…
Sevgili ülkemiz ve dünyamız için en büyük umut kaynağıdır ‘insanlaşmak’!
İnsan pek çok nedenle insanlaşabilir. Hatta diyebilirim ki: Her şeyle. Bu iddiamı garipsemeyin; bence insanlaşma çabamız bitmez, bitemez, bitmemelidir. Dünya üzerinde kaç yıllardır bulunuyor olmamızla ilgili bir durum değildir bu. Yoğun emek gerekir, gerektirir. Emekliliği yoktur.
Durmamalıdır, yorulmamalıdır. Her zaman daha da insanlaşılmalıdır.
Uzun yıllar önce okuduğum “İnsan nasıl insan oldu” başlıklı kitaptan bu yana böyle düşünürüm.
İnsan, ‘insan’ olarak doğmuyor ‘insan oluyor’ ve bu süreç ‘tamamlandı, bitti’ diyebileceğimiz bir süreç değil. Kesintisiz sürdürmemiz gerekiyor. Bitmemesi iyi. Elbette yapabilene …
Aslında sadece müzik değil, tüm sanatlar bu yönde bizi zorlarlar ama ne yazık ki günlük yaşamlarımızın içlerinde ‘yoklar’ desek yeri. Dolayısıyla hep eksikler. Hep eksilerdeyiz. ‘Yeni yıl’ dediğimizi bile bu yüzden sadece başlarken bir yudumcuk hissedip kaybediyoruz. Yeknesak bir akışta, şöyle içimiz coşa coşa büyük bir alkışla yükselmemiz mümkün olamıyor bir türlü. Avuçlarımızın içi kızarana kadar heyecanla. Saygılarla, sevgilerle. Yüreklerimizde pır pır kıpırtılarla. Pırıl pırıl bir gökyüzüne doğru yükselen seslerle.
İnsanlaşma olanaklarımız olmasa, yaşadığımız günlerin ‘tekrar çarkları’ arasında azalmak kaçınılmaz. Günlerimize az biraz da olsa farklı bir renk katabilmektir insanlaşmak. Tekrar çarklarına çomak sokabilmektir. Bunun için kesintisiz çabalar göstermektir. Çok büyük değil, küçük, hatta küçücük de olsa çabalar gösterebilmektir … Ama ille de çok seslerle, çok ses verebilmektir …
‘Başlamak’ başka türlü mümkün değildir. İnsanlaşamasak başlamak mümkün değildir.
…
‘Ekonomik hallerimiz her ne olursa olsun’ diye yazabilsem keşke ama ‘her şeye rağmen’ diye yazıp ‘ne kadar başlayabiliyorsanız o kadar’ diye sürdürmeliyim …
Klavyemdeki harf ve noktalama tuşlarına adeta piyano çalarmışçasına basıyormuşum gibi bir şeyden söz ediyorum insanlaşma derken. Çok olağan dışında bir şey değil başlamak. Çocuğunuzun yanağını okşamak. Sevdiklerinize gülümseyerek bakmak. Dalından kopan yaprağı fark etmek. Ayakkabı boyacısı bir çocuğa yeni yıl için çorap armağan etmek. Sokak kedileriyle, sokak köpekleriyle göz göze gelmek. Yüzünüzü gökyüzünüze dönmek. Gözlerinizi kapatıp birkaç kez deriiiin nefes almak ve yavaşça vermek. Dünyaya nefes vermek. Ne kadar mümkünse o kadar. Elbette mücadele de insanlaştırır. Her gün yeniden başlatır.Mücadele edenlere destekleriniz de … Elinizden geldiğince. Hele de yeni yıla direniş çadırlarında başlayan Polonez işçileri, Akbelen-İkizköy direnişçilerini bir düşünün. ‘Büyük İnsanlık’ dersidir ve ‘en büyük insanlaşma adımı’dır. Yeni yıl başka türlü ‘kutlu’ olmayacaktır çünkü. Yeni yılda sağlık, mutluluk, huzur, bereket, keyif ve afiyet; hatta özgürlük, demokrasi, barış ve de adalet insanlaşmayı başaranlar sayesinde gelecektir. Gelecek çok sesli insanlaşmaktır. Mücadelelerle kalabalıklaşmaktır.
…
Ya siyaset ne alemde?
Viyana’yla başlayınca, siz sevgili okur-yazarlarıma bir sürpriz yapıp Avusturya siyasetindeki son gelişmelerden bahsedip elbette bizimkilere de uğrayıp toparlamak istiyorum.
Şu güne dek hiç de ilgilenmediğimi farkettiğim ‘Avusturya Siyaseti’ başlığının altını 5 Ocak 2025 Pazar günkü BirGün’de Serdar Paulo Erdost’un “Zorunlu Koalisyon” başlıklı yazısından aktarmalarla dolduracağım. Kendisine ve BirGün’e teşekkürlerimle …
“(Avusturya’da) Yeni Liberaller Partisi’nin (NEOS) koalisyon görüşmelerinden çekilmesinin ardından Hristiyan Demokrat Halk Partisi (ÖVP) ve Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) ortak bir koalisyon kurmak için çalışmalara devam kararı aldı. … NEOS’un görüşmelerden çekilmesinde, özellikle emeklilik yaşının 67’ye çıkarılması isteğine SPÖ’nün kesin karşı çıkmasının yattığı ön plana çıktı. Bütçe açığının kapatılmasının hesabının emekçilere kesilemeyeceğinin SPÖ Başkanı Andreas Babler’in kırmızı çizgisi olduğu biliniyordu. … SPÖ tüm koalisyon görüşmeleri sırasında servet ve veraset vergisi talep etti. ÖVP ise bunu şiddetle reddetti. … NEOS’lar servet vergisi üzerine konuşmaktan sürekli kaçındılar. … Müzakere çevrelerinden, NEOS’ların KDV’yi yüzde 22’ye çıkarmak istedikleri duyuldu. … Sosyal Demokratlar varlıklılar için yeni vergiler ile bütçe açığının kapatılması konusunu savunurken … Ayrılıklar göz önüne alındığında, SPÖ ve ÖVP’nin bir koalisyon hükümeti üzerinde anlaşması çok zor görünüyor. Fakat, her iki parti de demokratik yaşamın tüm kurumlarıyla işlemesi konusunda tarihî bir sorumluluk altındalar. Hem SPÖ hem de ÖVP, radikal, ırkçı ve içinde faşist ögeleri barındıran Herbert Kickl başkanlığındaki FPÖ ile ortak bir hükümetten yana değiller … Tüm bu faktörler, SPÖ ve ÖVP’yi parlamentoda yalnızca 1 sandalye ile çoğunluğu sağlamalarına karşın zorunlu bir evliliğe sürüklüyor.”
Kolayca farkedileceği gibi her şey çok net gerekçelerle açıklanıp anlamlandırılabilir durumda değil mi?
Ya bizde?
Elbette türlü türlü taklalarla 23’üncü yılına giren AK Parti iktidarının, kimlerle neden bir arada olduğunun, belki de bile isteye karmakarışıklaştırıldığı bir tablo içindeyiz. Seçimlerde ne vaat edildiğinin, nelerin nasıl konuşulduğunun beş para etmediği, seçim öncesinde konuşulanlarla seçimlerden sonra yapılan ya da yapılmak istenenlerin birbirine neredeyse taban tabana zıt olabildiği, algı operasyonlarıyla, kumpaslarla yürütülen kuluçka süreçlerinin sonunda yumurtalardan (ya da ‘şapkalardan’) nelerin çıkarılacağının belli olmadığı bir tablodan söz ediyorum. Vatandaş olarak hepimiz için yaşamsal önem taşıyan bir dolu konunun Meclis kapalı oturumunda bile konuşulmadan, tam anlamıyla ‘kapalı kapılar ardında’ halledilmeye çalışıldığı bir ülke Türkiye.Uzunca zamandır.
Birinin ‘vardı ama biz çözdük’ diğerininse ‘yoktur’ dediği “Kürt Sorunu” bilmecesi üzerine birinin de “Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” cümlelerini kurabildiği koşullarda, sözü edilen ‘yeni paradigma’nın ne olduğu bir yana, ne olup bittiğiyle ilgili bilgisi olan var mı? Biri(leri) yapıyor ve oluyor! Bu koşullarda bize yaşatılanların özeti: ‘Yorum’ başlığı altında yorucu gevezeliklerle boşa harcanan zamanlardan ibaret! Üstelik ‘çok sesli’ de değil. Başı sonu belirsiz, kontrolsüz, bahis sarmalındaki laf kalabalıkları ve bir süre sonra birilerinin “ben demiştim” böbürlenmesinden başka hiçbir yere varamayacağı, hiçbir işimize yaramayacağınıbildiğimiz bir dipsiz kuyu! Susuz. Sessiz.
…
Viyana Flarmoni Orkestrası’nın, Şef Riccardo Muti yönetimindeki Yeni Yıl Konseri sonrasında kesin dönüş yaptığımız sevgili ülkemizdeki yeni yıl böyle. Belirsiz, yerçekimsiz! Çekilmez!
…
Bir ‘sürpriz’ daha: Yeni yılda bu ilk buluşmamızı, Afyon ili Dinar ilçesi Belediye Bandosu’nun siyasi ve elbette ki sosyal-kültüreltarihimizdeki yeri, mana ve ehemmiyetine değinerek sürdürmek istiyorum.
12 Eylül darbesine Adalet Partisi Genel Başkanı ve (yine)Başbakan olarak tesadüf eden Süleyman Demirel, önce Zincirbozan’da gözaltı, sonra da siyasi yasaklılık günlerinin ardından giderek yine öne çıkmaya başladığı siyaset sahnesinde, Kasım 1988’de katıldığı Taksim Toplantıları programı sonrası bir gazetecinin, “Sizin iktidarınızda başlattığınız 24 Ocak kararlarının gereğini yapan iktidarı neden eleştiriyorsunuz?” şeklinde özetleyebileceğim sorusuna “Proje aynı olabilir ama önemli olan projenin nasıl uygulandığıdır” deyip şöyle devam etmişti: “Beethoven’ın beşinci senfonisini Newyork (bazı kaynaklarda ‘Berlin’ dediği de belirtilmiş) Filarmoni (bazı kaynaklarda ‘Senfoni’ dediği de belirtilmiş) Orkestrası da çalar, Ali Çavuş’un*Dinar Belediye Bandosu da …”
Bu sözleri Dinarlıların tepkisine neden olmuş, Demirel sonra sonra bu durumu bilinen siyasetçi becerileriyle yumuşatabilmişti.
…
1930’lu yılların ilk yarısında (kimi kaynaklara göre 1932’de kimi kaynaklara göre de 1934’te) dönemin Dinar Belediye Başkanı Ahmet Veziroğlu tarafından kurulan Belediye Bandosu, 1999 – 2009 yılları arasında faaliyetleri durdurulmuş olsa da 2009 tarihinden itibaren yeniden ayağa kaldırılarak bugünlere kadar varlığını sürdürüyor.** Yazımı oluşturma sürecinde aradığım Dinar Belediyesi’nden aldığım sıcak ve sevindirici bilgi böyle … Bu arada, bandonun kurulmasına öncülük eden Ahmet Veziroğlu’nun, başkanlığı öncesinde beş yıl kadar Viyana’da kaldığı, yaşadığı bilgisini de ekleyip bu güzel gelenek için emeği geçen herkese teşekkürlerimi, sevgilerimi sunuyor, aramızdan ayrılanları saygıyla anıyorum.
…
Ve bir küçük anımsatmayla noktalıyorum:
Doğup büyüdüğüm İzmir Şirinyer’de de, 1970’li yıllarda Buca Belediye Bandosu’nun, hafta sonu ve hafta başlarında Şirinyer Parkı karşısındaki PTT binası önündeki göndere bayrak çekilmesi ve bayrak indirilmesi törenlerinde İstiklal marşımızı ve bayrak törenine gelip dönerken başka başka marşlar çaldığını anımsıyorum. O dönemlerde başta Bağbozumu Şenlikleri ve milli bayramlar olmak üzere bandomuz büyük coşku nedenimizdi … 1989 – 1994 yılları arasında Sevgili Ertan Erdek’in başkanlığında Kültür ve Sosyal İşler, Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Koordinatörü olarak çalıştığım Buca Belediyesi’nde bu geleneği yeniden canlandırma girişimleri yapmış ama başarılı olamamıştık.1980-1990 döneminde on yıl boyunca yapılmayan Bağbozomu Şenlikleri’ni ise yeniden başlatabilmiştik. Bu ve başkaca etkinliklerimizde, o dönem Cihan Türsen’in Belediye Başkanlığındaki Karşıyaka Belediye Bandosu’nu davet ederdik …Bir vesile anmak, anımsatmak istedim …
* O dönem Dinar Belediye Bandosu’nun Şefi.
** Dinar Belediye Bandosu ile ilgili bilgi ve fotoğraflar: Dinar HALK HABER / Ayhan KALKAN’ın 24 Eylül 2019 tarihli “Belediye Bandomuz 87 Yaşında” başlıklı yazısından.