BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Hıfzı Topuz’u kaybettik. Cumhuriyetimizden 9 ay büyük bir ‘Büyük Gazeteci’yi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti: “Hıfzı Topuz’un ailesine ve basın topluluğumuza başsağlığı diliyoruz. TGC’nin önceki Onur Kurulu Başkanlarından, TGC Basın Özgürlüğü Ödülü sahibi gazeteci-yazar Hıfzı Topuz 26 Eylül 2023 Salı günü İstanbul’da hayatını kaybetti” diyerek duyurdu vefat haberini.
…
Uzunca süre durdum, bekledim yazımın tam buracığında. Ne yazsam. Neler yazsam.
Olmadı, başka bir şeyler yazamadım. Az daha yazamayacaktım. Ama olmazdı. Sonra kendime nasıl ‘Ben Yazarım’ derdim; olmazdı. Bekledim. O’nun tavsiyelerini anımsadım. Sabırla bekledim. Boş durmadım: Düşündüm, düşledim. Bir süre daha bekledim. Bir süre daha …
Sonra?
Sonra bakın neler yazdırdı bana bu veda.
…
Çok güzel deyimlerimiz var. Bunlardan biri de “seni gördüm daha iyi oldum”dur.
Bazı arkadaşlarımın, tanıdıklarımın “nasılsın” sorusuna “seni gördüm daha iyi oldum” diye karşılık vermek çok iyi gelir bana, çok hoşuma gider.
Bunu bir de, Mustafa Kemal Atatürk’ün, 9 Ağustos 1929 tarihinde sağlığını merak eden ve Ali Fethi Bey’in Büyükdere’deki yalısında kendisini görmeye gelen bir grup vatandaşa hitaben yaptığı konuşmada söylediği şu çok büyük anlamlar içeren “Beni görmek demek, behemehal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir” sözleriyle de buluşturunca, duyduğum mutluluk büyür de büyür.
Böyle böyle ‘fikirlerini, duygularını anlayıp hissettiğiniz’ her kimse, onu ‘görmüş’ ve kendinizi çok iyi hissetmiş olursunuz. Bulunmaz nimettir.
Zaman zaman, yaşamımda sevgiyle, saygıyla izlediğim, yazdıklarının söylediklerinin düz ve yan tüm anlamlarına ulaşmaya çalıştığım, dolayısıyla, büyük bir içtenlikle ‘Öğretmenim’ dediğim insanlar için yazmışımdır.
Varlıklarıyla, yıllardır yapmaya çalıştığım haber yazıcılığını heyecanla yapmamı sağlamış birçok öğretmenim oldu. Bir haberi ‘en kısa zamanda’ yazmak kadar, en doğru-dürüst şekilde yazmanın bir ‘heyecan işi’, bir ‘içtenlik işi’ olduğunu öğrendiğim Öğretmenlerim.
“İyi habercilik için, doğru dürüst gazetecilik için öncelikle ‘hep öğrenme yolu’nda sabırla, inatla, kararlılıkla yürümeniz gerekir” diyen öğretmenlerim onlar.
“Üstelik bu yolculuk hiç bitmez. Haberiniz her ne olursa olsun onu her zaman en uygun sözcükleri kullanıp en etkili cümleleri kurarak ‘daha iyi’ ifade edebilmelisiniz” diye devam eden Öğretmenlerim.
İyi ki varsınız!
İşte Hıfzı Topuz da, behemehal yüzünü görmeden de yıllardır öğretmenim olarak çok şey öğrendiğim “seni gördüm daha iyi oldum” duygusuyla çok büyük bir saygıyla birlikte büyüdüğüm bir meslek büyüğümdü. Meslek sevgisini bildiğim, güvendiğim Büyük Öğretmenim.
Biz, her şeyden önce ‘Gazeteci Duruşu’nu öğrendik ondan …
Şöyle ki:
Cumhuriyet – Genç meslektaşlara ne tavsiye edersiniz?
Hıfzı Topuz – Sonunda ne oluyor? İktidar devriliyor, gazeteciler devrilmiyor. Kenan Evren dahil hepsinin devrildiğini gördük. Ama gazeteciler ayakta. Dayanmak, direnmek, dayatmak, yılmamak lazım. Meslekten vazgeçmemek lazım. İnsan bu mesleği seçerken bütün bu riskleri göze almak zorunda değil mi? Bu iş kolay değil. İşsizliği, hapsi göze alacaksınız. Bütün bunlara rağmen, mücadele edeceksiniz. Vazgeçmeyeceksiniz, katiyen ödün vermeyeceksiniz. Satılmayacaksınız. Başınız dik olacak. Haykıracaksınız. Yeniden başlama imkânı olsaydı ben yine gazeteci olurdum. (28 Mart 2017 / Cumhuriyet)
Ve …
Journo – Genç gazetecilere tavsiyeniz nelerdir?
Hıfzı Topuz – Direnmekten vazgeçmemek lazım, dimdik durmak lazım, kafa tutmasını bilmek lazım, tehlikeyi göze almak lazım. Bunu yapamayacak güçte olanlar girişmesinler bu işe. Bu işe girdin mi artık her şeyi göze alıp çalışman lazım. Ben genç gazetecilere her zaman her yerde bunu tavsiye ediyorum. Bu bunalım dönemleri geçici olur diyorum. Gün geçer yine özgürlüklere kavuşursunuz diyorum. Vazgeçmeyin diyorum. Ama ödün vermeyin asla diyorum.
Gazetecilik heyecandır yani, bundan vazgeçmemek lazım. Mesleği sevmek lazım. Mesleğe bağlanmak lazım. Gazeteciliği bir gelir kaynağı olarak görmemek lazım. Ben hiçbir zaman aylığım kaç para olacak diye sormadım. İlk gazeteye girdiğim zaman asgari ücret 90 liraydı, ben 50 lirayla işe başladım. Sonra yükseldi. Ama hiçbir zaman aylık peşinde koşmadım. Ayrılana kadar aynı politikayı izledim. Ben ekmek parası için gazetecilik yapmadım. İhtiyacım mı yoktu, vardı, elbette vardı ama satılmış olmak istemedim. Kendimi satmadım asla. Fikirlerimi satmadım, direnmesini bildim. (https://journo.com.tr/hifzi-topuz-gazeteci-bayram / 24 Temmuz Öğütleri / 24 Temmuz 2019)
Her şey için teşekkürler Sevgili Öğretmenim.
‘Çok kötü’ydü! Çok üzüldüm.
Milas Belediyesi Edebiyat ve Sanat Günleri’nin 14’üncüsü ile ilgili bir iki satır da olsa bir değerlendirme yapmam gerekiyor.
Her şeyden önce, Milas Belediyesi’nin Muhammet Tokat başkanlığında ve Halim Şafak Şanlıdağ önderliğinde başlattığı bu etkinliği çok ama pek çok alkışladığımı söylememe gerek yok sanırım.
Elimde olmayan nedenlerle bazılarına katılamamış olsam da yıllardır çoğuna katıldığım bu etkinliğin haberleştirilmesinde içtenlik ve titizlikle çalıştığım ortada.
Bu gibi etkinliklere, elimde not defteri ile koşan bir öğrenci gibi katılmayı seviyorum ve sadece bu nedenle bile 22 Eylül akşamı bomboş salon yüzünden ‘erteleme kararı’ verilmesine çok üzüldüm. Çok sıkıldım.
Bu gibi etkinliklere çok büyük kalabalıkların ilgi göstermediğinin farkındayım. Bu durumun kısa sürede tedavisinin de olanaklı olmadığını biliyorum ama Milas gibi bir ilçede, ‘Halil Menteşe’ gibi bir siyasetçi ile ilgili sempozyumun başlangıç gününe neredeyse ‘hiç kimse’nin gelmemiş olmasını da anlayışla ve dolayısıyla sessizlikle karşılamam mümkün değil. Çok kötü!
Bu ‘kötü durum’la yüzleşilmesine ve herkeslerin kendisine çekidüzen vermesine faydası olur ya da faydası olsun diye yazıyorum.
Sempozyum programının 22 Eylül için planlanmış açılış ve birinci oturum bölümü 23 Eylül’e ertelendi.
‘23 Eylül programında yer alan ikinci oturumla birleşince de sempozyum biraz uzayacak ama olsun’ diye düşündüydüm ama öyle olmadı. Sunuş ve açılış konuşmalarının ardından 6 konuşmacı sahnedeki yerlerini aldı ve konuşmalar başladı. Süre konusunda bir sınırlama bekleniyordu elbette ama …
Konuşmalar bir turla tamamlanıp plaketlerin verilmesinin ardından etkinlik sona erdiğinde saat 21:36’ydı.
Bu kadarını da beklemiyordum doğrusu. Her şey yaklaşık bir buçuk saate sığdırılmıştı. Sempozyum, sempozyum olmaktan çıkmış bir şeye benzememişti.
Özetle: İki günlük programın bir güne sıkılaştırılması nedeniyle uzayacağı düşünülen etkinlik, yine de yeterince kalabalık sayılamayacak bir katılımla tahmin edilenden çok daha kısa sürdü. Oysa bir ‘sempozyum’a katılıyorsanız, tahammül sürenizi daha uzunca bir zamana göre yükseltmiş olmalısınız. Sempozyumun ‘bilgi şöleni’ olarak adlandırıldığını da dikkate alırsanız, böylesi bir etkinlik için en son tartışılması gereken şeyin ‘zaman’ olması gerekir.
Ve böylece ‘Halil Menteşe Sempozyumu’, beklentilerin karşılanmadığı yönünde haklı eleştirilere neden olurken, Halil Menteşe gibi, yakın tarihimiz için çok önem taşıyan bir kişinin-kişiliğin tarih yolculuğumuz içindeki mana ve ehemmiyetine yakışmadı. Kısacası; ‘durum’ yeterince anlatılamadı, anlamlandırılamadı ve giderek de anlaşılamamış oldu …
Son söz: Bu kısacık değerlendirme yazısı, Halil Menteşe Sempozyumu etkinliğine katılan konuşmacılara teşekkür etmesem eksik kalır. Teşekkür ediyorum.