Demokraside ‘kumpas’ olur mu?
BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR
Demokrasicilik oyunumuzda o denli olmayacak işler oluyor ki … Üstelik çok sık oluyor. Yani ‘münferit’ değil adeta ‘kurumsal’ bir durumla karşı karşıyayız … Hiç olmazsa her birine dikkat çekip ‘demokrasi okulu’nun müfredatını zenginleştirmiş mi oluyoruz bilemiyorum … Ancak bunun ‘eğitilebilme yeteneğine sahip yurttaşların varlığı’ ile bir anlam kazanacağı açık!
Dolayısıyla bu “zenginleşme ihtimali”nin dışında tümden fakirleşiyoruz! Hem de ne fakirlik!
İşte son bir örnek daha: İnsanlara demediklerini dedirtmek suretiyle kumpas kurmak …
Ekrem İmamoğlu’nun Haber Türk’te katıldığı bir programda, kendisine yöneltilen “PKK’ya FETÖ’ye ve özellikle yabancı basının Türkiye seçimleri, İstanbul seçimleri üzerinden tartıştığı konuştuğu meselelere ilişkin bir mesajınız var mı?” sorusuna verdiği yanıtta AK Parti’ye yönelik “Gelin Türkiye’yi beraber yönetelim” çağrısını “PKK ve FETÖ’ye yapmış” gibi gösterip bunun “skandal bir itiraf” olarak sunulmasından söz ediyorum.
İmamoğlu böyle bir şey dememiş, orası kesin!
Kesin olmasına kesin de, birileri Ekrem İmamoğlu’nun “Türkiye’yi PKK ve FETÖ’yle birlikte yönetme” gibi bir fikre sahip olduğunu nasıl düşünebiliyor? Kimi yurttaşlarımız böylesi bir yalanı nasıl olup da yutabiliyor? Yani bu yurttaşlarımıza böylesi olmayacak bir şey nasıl düşündürtülebiliyor?
Ve bu ‘olmayacak şey’ için bir televizyon kanalında ‘açık çağrı’yla “skandal bir itiraf”ta bulunulabilmesinin mantıksızlığını bile düşünemez halde kaç kişi var kimbilir …
Ancak bu sözde “haberler”i yapabilenlerin bu kadar kaba bir ‘numara’yı bile yutturabilecekleri “dikkatsiz yurttaşlar”ın varlığına güvendikleri de kesin!
Buradan hareketle, iktidar partisine üç beş oy devşirebilme ihtimali ile gözleri kararmış durumda AK Parti’ye, kaybettiği seçimi kazandırmak için debelenip duruyorlar.
Bunun ‘nitelikli dolandırıcılık’tan ne farkı var Allah aşkına!
Hele hele “o çağrı” ve “itiraf”ın yapıldığının iddia edildiği sırada orada olan başta Nagehan Alçı olmak üzere akıllarının iyi çalıştığını düşündüğüm gazeteciler bu fırsatı kaçırırlar mıydı? İmamoğlu’nun peşini bırakırlar mıydı?
Tam anlamıyla ‘deli saçması’!
…
“Cımbızlama” diye bir eylem vardır bilirsiniz. Birinin sözlerinden bazı bölümleri -adeta cımbızla kıl çeker gibi- çekip yan yana ekleyip o kişinin söylemek istediklerinin tam tersi yönde anlamlar üretmek anlamındadır.
Bunların yaptıkları ‘cımbızlama’ gibi ince bir iş de değil. Kaba saba! Bir bakıma ‘kerpetenleme’ gibi … Aslında o bile değil … İşleri güçleri iktidar lehine alçakça yalan üretmek, yanlış-ters algılar oluşturmak olan ve bu niyetle gözü dönmüş şekilde ne görürse, ne duyarsa tümünü kontrolsüz bir kumpas için kullanmaya çabalayan zavallılar bunlar!…
En başta AK Partililer bunları durdurmalı, çünkü yapmaya çalıştıklarıyla AK Parti’ye zarar veriyor, muhalefetin işini kolaylaştırıyorlar… Hani bir sözümüz vardır: “Allah insanı böyle dostlardan korusun” deriz ya, işte tam da öyle!
…
Konunun bir başka üzücü yanı ise “gazeteciliğin” düşürüldüğü durum …
Ben büyürken gazeteciler öldürülürdü … (Öyle öyle, sevgili ülkemin geleceğini ‘emperyalizme bağımlı – yeni sömürge’ çerçeveye sığdırmak istediklerini ve bunda da büyük ölçüde “başarılı” olduklarını söylemeliyim … Özellikle son 17 yılda olup bitenlere bir baksanıza … 1923 devrimiyle başlayan süreçte nerelere savrulmuş durumdayız …) Daha sonra bu operasyon tekniği yerini başka bir şeye bıraktı: ‘Gazeteciliği öldürmek’!
Her ne yaparlarsa yapsınlar istedikleri sonuca ulaşamayacaklar …
İstanbul kazanacak, Türkiye kazanacak! Her şey çok güzel olacak!
…
Ve iyi bayramlar Türkiye, iyi bayramlar Muğla, iyi bayramlar Milas …
“Saldırganların ülkesi”
Gazetecilere yönelik saldırılara bir lanetleme tepkisi vermeliyim.
Ana Muhalefet liderine Çubuk’ta yapılan saldırının ardından, hem AK Parti Genel Başkanı hem de Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın -bir türlü- o alçak saldırıya karşı üzüntülerini belirtmemesini de eklemek istiyorum bu yazıma.
Bir siyasi parti liderine yönelik, üstelik “yakalım!” çağrıları da dahil canına kastedecek denli çukurda bir kalkışmaya haddini bildirmemek, en başta demokratik siyaset terbiyesi bakımından affedilemez bir büyük yanlıştır. Laf sırası geldiğinde mangalda kül bırakmayanların -ister istemez- konuyu “senin saldırganın – benim saldırganım” düzeysizliğine taşımış olmaları çok büyük sorundur.
Ve gazetecilere yönelik saldırılar … İktidar sözcülerinden bu saldırıları kınayan herhangi bir açıklama gelmediği gibi hukuk da bu saldırılara karşı bir kalkan oluşturmuyor …
İçişleri Bakanı’nın tarif ettiği, “herkesin kendisini ifade edebildiği, kimsenin korkmadığı, kimsenin çekinmediği Tayyip Erdoğan’ın ülkesi”nden kastedilen böyle bir şey midir yoksa!?
Saldırganların şiddet uygulamaktan, kaş patlatmaktan, burun kırmaktan korkmadığı, çekinmediği bir ülke mi olduk!
Yazıklar olsun!