İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’ndan, tarihsel-siyasi anlamda çok yerinde bir iktidar eleştirisi:
“Geçmişte çok övdüğünüz insanlarda yanıldığınız gibi, şimdi de sövdüğünüz insanlarda yanılacaksınız!”
‘Siyaset yapmak’ zor iştir. Ama ‘siyaset konuşmak’ toplumcek çok hoşumuza gider. Ettiğimiz lafların gereğini yerine getirmek gibi bir durum söz konusu olmadığı için ‘siyaset konuşmak’ bize çok kolay gelir. Sağı solu, ileriyi geriyi hesaplamaksızın atar tutarız. “Ben olsaydım”la başlayan kontrolsüz cümleler havalarda uçuşur. Hiçbir ağırlığı olmayan, hiçbir şekilde ‘yerçekimi’ tanımayan bu gevşek tabloda -doğal olarak- herhangi bir içtenlik de yoktur. Hatta yıllardır aynı cümlelerin yinelenmesi de yaygın bir durumdur. Kimseler de bu gibi insanların kendileriyle yüzleşmelerini sağlayacak müdahalelerde bulunmaz. Kalkıp da, “konuşuyorsun ama boş konuşuyorsun” demez kimse … ‘Baş sallama’ şeklindeki ‘onay görüntüsü’ en kestirme ve en baş ağrıtmayan yoldur. Çünkü hiç kimse, durup dururken ‘risk almak’, ‘başını derde sokmak’ istemez …
‘Kamuya açık alanlarda söylenme’ olarak özetlenebilecek bu yaşam tarzının çok geniş bir müşteri kitlesi de vardır. ‘Hem nalına hem de mıhına vurma’ iddiasıyla bir tür “dengecilik” olarak da görülebilecek bu söylemin en sık yaptığı savunma ise “Siyasetin artık sağ ya da sol diye adlandırılabilecek kulvarlarının ya da eksenlerinin olmadığı/kalmadığı” yönündedir.
Bu anlamda ‘söylenmeciler’, ‘AK Belediyecilik’in ülkemiz genelinde ipliğinin pazara çıktığı koşullarda bile İstanbul’da, Ankara’da, Antalya’da, Adana’da ve diğer birçok ilde henüz yarım yılı bile bulmamış yeni belediye yönetimlerinin attığı adımlardan hata-kaza türetme gayretkeşliği içindedirler.
‘Omurgasızlar Mahallesi’nin bir başka sokağında ise, aynı zamanda mahalleye adını da veren ‘her devre uyanlar’ oturmaktadır. ‘Yumuşakçalar’ olarak da anılan, adlandırılan ve ‘söylenmeciler’in aksine ‘her devirde öyle ya da böyle siyasetin içinde görünenler’den oluşan bu topluluğun ülkemiz siyaseti bakımından çok bilinen eski-yeni örneklerine burada girmeme gerek yok …
İşte siyaset, tüm bu yan sokaklarında gezinenleri ve de ikamet edenleriyle birlikte bir büyük kenttir adeta. Elbette bu kentin merkezinde, içtenlikle çalışanların olduğunu da not etmeli ve sözü bu anlamda içtenlikli siyaset erbabı olduğunu düşündüğüm Ekrem İmamoğlu’na getirmeliyim.
Zaman zaman öyle güzel sözler söylüyor ki, üzerine söylenebilecek hiçbir şey kalmıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin, hafta başında yapılan ve izlenme rekoru kıran yeni dönem ilk toplantısında AK Parti Grup Başkan Vekili Tevfik Göksu’nun, Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığı görevine atanan Tayfun Kahraman için, “Terör örgütlerinin paçavrasının altında gaz maskesiyle beraber havaalanı dursun, boğaz köprüsü dursun diyen bir kişi bu şehrin neresini dönüştürecek” sözlerine karşılık İmamoğlu:
“Tayfun Kahraman, bu ülkenin bir akademisyenidir, bir. Şu anda yine bu ülkenin bir devlet üniversitesinde eğitim görevlisidir, iki. Akademik ünvanı vardır, üç. Benim çok iyi bir dostumdur, dört. Karakterine ve kişiliğine kefilim, beş. Burada bir insanın sürecini irdelemeden, incelemeden söver gibi ona hakarette bulunmanızı yadırgıyorum, altı. Ama bir ilave yapıyorum Tevfik bey, geçmişte çok övdüğünüz insanlarda yanıldığınız gibi, şimdi de sövdüğünüz insanlarda yanılacaksınız” dedi.

Bundan daha iyi bir tarihsel-siyasi eleştiri cümlesi düşünemiyorum ve İmamoğlu’nu tüm içtenliğimle ve coşkuyla alkışlıyorum.
İsraf yapanlar elbette belalarını bulmalı!
Aynı meclis toplantısında bir şey daha oldu ki, tarihsel bir oybirliği örneği olarak not düşmekte fayda olduğunu düşünüyorum …
AK Partili Meclis Üyesi Yavuz Selim Tuncer’in, yaptığı konuşmada sözü, İBB’nin uzuuuuun AK Parti yönetimi döneminde yaptığı somut delillerle öne sürülen ‘israf’ konusuna getirip de “İsraf yapanın Allah belasını versin!” cümlesine, başta CHP ve İYİ Partili üyeler olmak üzere meclisten bir anda ‘Amiiiiiin!’ seslerinin yükselmesi Tuncer’in şaşkınlık yaşamasına neden oldu … Ama bunda şaşılacak bir şey yoktu ve toplumumuzda giderek yaygınlaşan kanaate göre ‘israf yapanlar elbette belalarını bulmalı’ydı …
Çok zor günler
İşte böylesi bir tablo içinde artık siyaset kentinin ‘dengeci söylenme’ ve de ‘omurgasız yandaşlık’ gibi sokaklarında ikamet eden ya da dolaşmaya çalışanları, daha önceki birçok tarihsel yol ayrımı dönemlerinde olduğu gibi yine çok zor günler bekliyor …
Genel Müdür söz verdi, yeraltı maden işçileri açlık grevini sona erdirdi!
Amasya’nın Merzifon ilçesindeki Yeni Çeltek maden ocağı önünde toplanan 253 yeraltı maden işçisinden 50’si, yazdıkları dilekçeleri yetkililere bırakıp ocağa inerek sorunları çözülünceye kadar açlık grevine başlamış ve sorunları çözülünceye kadar eylemlerine yeraltında devam edeceklerini belirtmişlerdi.

Türkiye Maden İşçileri Sendikası Merzifon Yeni Çeltek Şube Başkanı Cemil Güven konuyla ilgili açıklamasında, “Geldiğimiz son durum şu, 5 Ağustos 2019 tarihinde Yeni Anadolu, yani ismini değiştiren Yeni Çeltek, Soma Holding Gürmin A.Ş.’ye ihtar verdi ve dedi ki, ‘Bir ay sonra işletmenin rödovans ihalesini iptal ediyorum; çünkü sen hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmedin’. Bugün itibariyle Soma Holding Gürmin A.Ş.’nin sözleşmesi iptal oluyor burada. Sözleşme iptal olduğu için buradaki 253 kişi de işsiz kalıyor. Sabah bütün herkes çocuklarının elinden tuttu, okula gitti. Oysa biz buraya eyleme geldik. Bizim ailemizin, çocuklarımızın bildiği bir gerçek var, yarın bu insanlar işsiz. Buna çözüm bulunmadığı takdirde eylem nereye kadar giderse, bu arkadaşlar adına söylüyorum, asla dönmeyeceğiz. Çünkü bizim de geçindirdiğimiz çocuklarımız, ailelerimiz var” demişti.
Açlık grevinin başlatılmasının ardından direnişteki işçileri ziyaret eden Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürü Ömer Bayrak, iki üç gün içinde maden işçilerini tüm haklarıyla kendi bünyelerine alacaklarını ve hiçbir işçinin hak kaybına uğramayacağını söyleyip açlık grevinin sona erdirilmesini istedi.
Bayrak’ın verdiği sözler üzerine maden işçileri eylemlerini sona erdirdi.
Artık Sonbahar!
Nereden geliyor bu hoş koku? Yağmurla buluşmuş topraktan mı?
Güzel kokuyla mutluluk arasında bir yakınlık olmalı ki birden içimde bir yerçekimsiz kalkışma …
Yaşasın! Artık sonbahar!
Yeni bir mevsime başlamış olmanın etkisiyle de el ele vermiş, büyümüş olabilir içimdeki genç heyecan …
Onunla tanışıklığımız çok eskilere dayanır. Dayanılmaz zorluklar içinde onunla hep birlikte yürüyüp büyümenin verdiği rahatlıkla yazıyorum bunu: Yağmurlu günlere yaklaşıyor olmak beni hep heyecanlandırmıştır. Çok heyecanlandırmıştır. Bu heyecanla kendimi iyi hissetmişimdir hep, çok iyi hissetmişimdir …
Bu anlamda saatlerce yağmuru seyredebilirim örneğin, hiçbir şekilde “boş boş oturuyorum” diye hayıflanmaksızın … İçimde huzurlar büyüterek …
…

Fotoğraflara bakarsanız: güneş dağlardan, denizlerden ya da gökyüzü ile buluşan uçsuz bucaksız bir ovanın böğründen gelir ve onu yine ya dağlar ya denizler ya da ovalar yüklenip götürür gibidir. Ama güneşin bir yere gittiği yoktur. Fotoğraflar öyle söyler … Bu ‘fotoğraflar her zaman doğruyu söylemez’ mi demektir? Elbette hayır. Bakarsınız bakarsınız da inanasınız gelmez bazı fotoğraflara … Ama bunun sorumlusu fotoğraflar değil gözlerinizdir. Gözünüze gözünüze batan-batırılan bazı şeyleri göremeyişiniz ya da görmek istemeyişinizdir mesele … Sonbahar da bu anlamda başlı başına bir meseledir gözleriniz için ve güneş için de … Ne yaparsa yapsın güneş yavaş yavaş etkisini kaybedecektir yine ama etkisini kaybetse bile ona bakan gözleri geçici olarak körleştiren etkisini sürdürebilecektir … Bu anlamda en iyisi yağmurdur. Hem güneşe iyi gelir hem de gözlerinize … Üstelik bir de güzel koku getirir beraberinde toprakla kucaklaşması …
Hoş geldin sonbahar …