BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Benim çocukluk-gençlik günlerimde ‘sarı yapraklı defter’ diye bir şey vardı. Çizgisizdi. Müsvedde (karalama) defteri de denirdi. En ucuzu oydu. Daha çok matematik derslerinde, öğretmenlerimizin tavsiyesiyle kullanırdık. Problem çözümlerini onun sayfalarında arar-karalar, sonradan kareli harita metod defterimize temize çekerdik. 60’lı yılların ikinci yarısı ve 70’li yıllar boyunca, Şirinyer’de güler yüzü gözümün önündeki Çetin Abi’nin, adını taşıyan kırtasiye dükkanından alırdık o sarı defterleri. Babası İsa amcanın da zaman zaman geldiğinde oturacak yer bulmakta zorlandığı küçücük bir dükkandı ‘Çetin Kırtasiye’, ama bizi küçücük dünyamızdan çıkarıp uçsuz bucaksız evrene taşıyan adreslerin başında gelmiştir … İşte o defterlerden biri halâ arşivimde … 1976 ile 1978 yıllarına ait el yazısı notlarımdan, şiirimsi seslenişlerimden bazıları onca yıldır oradadır. Kırmızı defter kabı da şaşırtıcı bir şekilde hiç yıpranmamıştır üstelik … Tarih içinde başımıza gelenler düşünülürse, bu mucizede payı olan, başta annem ve babam olmak üzere herkese teşekkür etmeliyim …
Söz ‘sarı yapraklı defterim’e nasıl geldi derseniz, hemen yazıyorum …
Üniversitelerine atanan ‘rektör’ü kabul etmeyen ve kendisine istifa çağrısı yapan Boğaziçililer direniyorlar. İktidar da bu direnişi kırmak için her türlü yolu deniyor. Bunu, sadece attığı ‘rektör adımı’ndan geri dönmemek adına değil, temelden sarsılmakta olan iktidarının ömrünü biraz olsun uzatabilmek için de yapıyor. Korkutmak, yıldırmak, vazgeçirmek için, ‘çaresiz iktidarlar neler yapar’ sorusuna yanıt olarak bulduğu tüm beyhude ‘tarihsel tecrübeleri’ hayata geçirmeye çalışıyor can havliyle … Ve haliyle ortalık toz-duman, itiş-kakış, provokasyon, gözaltılar-tutuklamalar, koç boynuzlu ev basmalar, yükseklerde keskin nişancılar … Bütün bu yaşananlar arasında, polisin, geçenlerde öğrencilere “Aşağı bak!” dediği iddiası üzerine oluşturulan #AşağıBakmayacağız etiketi yüz binlerce kez paylaşıldı, paylaşılıyor sosyal medyada … Emniyet Genel Müdürlüğü ise, ‘pandemi koşullarında yalanlarla da mücadele etmek durumunda kaldıklarına dikkat çekerek’ görüntülerdeki polis amirinin ‘Aşağı bak’ değil, ‘Aşağıdan’ dediği şeklinde bir açıklama yaptı … Tam da burada not etmeliyim ki, sorun, kimin ne deyip ne demediği ya da neyi kastedip neyi kastetmediği değil Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektörün ‘polis gücü’yle kabul ettirilmeye çalışılmasındadır. Herhangi bir devlet kurumundan değil de bir üniversiteden söz ediyorsak eğer, burada bir dizi özgün-özel demokratik hassasiyet gösterilmesi beklenir, gerekir. 1970’li yılların ikinci yarısında 1750 sayılı üniversiteler kanununa karşı ‘Demokratik, Özerk Üniversite’ mücadelesi vermiş bir yurttaşınız olarak, aynı mücadelenin, 1980 askeri-faşist darbesi koşullarında kurumsallaştırılan “YÖK’e hayır!” eksenli olarak sürdürüldüğünü vurgulamak isterim. Hatta AK Parti’nin yola “YÖK’e hayır!” diyerek çıktığını anımsatmak da isterim. Aradan geçen 20 yılda varılan nokta malûm: Yıl 2021 ve “Asla istifayı düşünmüyorum. Başta bu krizin 6 ay içinde biteceğini öngörmüştüm, öyle de olacak” diyen bu Sayın Rektör bir de, “Kendisine dokunulmasının devlete dokunmak olacağı”nı söylemişti geçenlerde. Bu cümlede, kendisine ‘öğrencilerle görüşmesi’ni öneren Boğaziçi Üniversitesi Mezunları Derneği yöneticisine hitaben, görevden alınması anlamında değil, öğrencilerin kendisini ‘darp etme ihtimali’ olarak dokunulmasından söz etmiş. Elbette kendisine yönelik böyle bir davranış ihtimalinin lafının bile edilmesini, onu çağrıştıracak herhangi bir sözü, asla ve asla kimseler kabul etmez. Bunun hemen yanıbaşında, sevgili Boğaziçililerin haftalardır maruz kaldıkları muamelelere de karşı durulması daha bir anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla, her ne denmiş ya da denmemiş de olsa, olup bitenler, üniversite yıllarımdan kalma sarı yapraklı defterimdeki şiirimsi bir seslenişimi anımsattı bana …
…
Yıl 1978. O yıl, ülkemiz genelinde 1971 askeri-faşist darbesiyle kapatılmış öğrenci derneklerinden biri olan Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğrenci Derneği’nin, Ege Üniversitesi’nde darbe sonrası açılan ilk öğrenci derneği olduğu yıl. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi olarak Dernek Başkanı seçilmişim. Mutluyum, gururluyum. Bu ayrıntıları yazıyorum ki, aktaracağım şiirimsi seslenişim yerçekimsiz boşlukta kalmasın …
Bakın neler neler yazmışım …
Bu bir öngörü değil elbette. O günlerde gördüğümüz ‘muamele’nin özeti.
Aradan kırk üç yıl geçmiş, ‘gördüğümüz o muameleyi anımsatıveren şeyler’ oluyor halâ daha.
Bu muameleyi sadece öğrenci gençlik olarak değil, bütün bir millet olarak görmeye devam ediyoruz elbette.
Ve işte, ‘sarı yapraklı defteri’me ‘Mart 1978’ diye tarihlediğim o şiirimsi seslenişim:
İlle de ileriye
Önceler;
Suçlu hissettiğinde kendini,
Önüne bakardın.
Şimdiler;
Haklı hissediyorsun kendini,
Sağa sola bakıyorsun.
Sonralar;
Güçlü hissedeceksin kendini,
İleriye bakacaksın.
Suçlusun diyecekler sana,
Ne sağa bak
ne de sola.
Hem önüne bak, hem de gözlerini kapa.
“Olgun bir meyve gibi düşerken yere, beni taşıyan ağaca teşekkür ediyorum”
Prof. Dr. Şadan Gökovalı (82) da ayrıldı aramızdan. Bizi hep çoğaltan katkılarıyla yaşamaktan mutluluk, gurur duyduğum çok sevgili bir ‘öğretmenim’di o da benim.
Bir görüşmemizde, Milas’ın Euromos antik kentinden söz ederken ‘Yuromos’ demem üzerine, ‘Karyalılar İngilizce mi konuşuyordu sanıyorsun!” diye ona özgü bildik tavrıyla tatlı tatlı çıkışmış ve yine her zamanki güzel-gülümser ciddiyetiyle şöyle sürdürmüştü:
“Doğru okuması ‘Avromos’tur, bunu sakın unutma!”
“Tamam Hocam!” diyebilmiştim sadece ve çok iyi öğrenmiştim.
Ustalığına hayran olduğum, bilgi zenginliğini cömertçe paylaşan bir büyük değer olarak uğurladık O’nu, “Halikarnas Balıkçısı’nın Manevi Oğlu”nu … İkisi de bitmez tükenmez hazinelerimiz. Oku oku, yaz yaz bitmezlerimiz. Yaşayabildiğimiz sürece unutmayacaklarımız, anıp anlamaya, anlatmaya çalışacaklarımız onlar, Baba-Oğul!
Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, Gökovalı’nın kendisine en son şu sözleri yazdığını açıklamış: “Olgun bir meyve gibi düşerken yere, beni taşıyan ağaca teşekkür ediyorum …”
‘Olgunluk’ tam da böyle bir şey işte, ne bir eksik ne bir fazla …
‘Tarih Felsefesi’ okumalarım … (2)
Olguları incelemeden önce tarihçiyi inceleyin … Genellikle tarihçi istediği türden olguları elde edecektir. Tarih yorum demektir. (s.33)
Tarihçi’nin görevi, geçmişi sevmek ya da kendisini “geçmişin ölü elinden” kurtarmak (şeklindeki bir başka basmakalıp formülle) değil, bugünü anlamanın anahtarı olarak onun üstünde çalışmak ve anlatmaktır. (s.36)
Burada, Collingwood’cu tarih görüşünün, tarihi tümüyle insan beyninde dokunmuş birşey diye ele alma yaklaşımının anti-olguculuğu, bir diğer yönde yanlışa savrulmadır. (s.37)
Tarihçi, olguları olmaksızın köksüz ve boş, olgular tarihçileri olmadan ölü ve anlamsızdır. Bu çerçevede “Tarih nedir?” sorusuna verilebilecek -ilk- yanıt şu olacaktır: Tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog. (s.41)
Toplum ve Birey
Tarihçi, tarih yazmaya başlamadan önce, tarihin ürünüdür. (s.54)
Tarihten önce tarihçiyi inceleyiniz … Tarihçiyi incelemeden önce de onun tarihi ve toplumsal çevresini inceleyiniz. Tarihçi, bir birey olarak aynı zamanda hem tarihin hem de toplumun bir ürünüdür. (s.60)
Genellemenin tarihe yabancı olduğunu söylemek saçmadır; tarih genellemelerle beslenir … Fakat genellemenin, özel olayların içine oturtulacağı çok geniş kapsamlı bir tarih çerçevesi kurmamıza izin verdiği sanılmamalıdır … Marx, mektuplarından birinde sorunu yerli yerine oturtan şu sözleri söylüyor:
“Dikkati çekecek ölçüde birbirine benzeyen, fakat farklı tarihi ortamlarda meydana gelen olaylar birbirine hiç benzemeyen sonuçlara varırlar. Bu gelişmelerin her birini ayrı ayrı inceleyip sonradan karşılaştırarak bu olgunun anlaşılması için bir anahtar bulmak kolaydır, fakat tarihin üstünde olmak gibi büyük bir erdemi olan, tarihî-felsefî bir teorinin her kapıyı açan anahtarını kullanarak böyle bir anlayışa varmak olanaksızdır.” (s.87)
Tarihten ders çıkarmak hiçbir zaman tek yönlü bir süreç değildir. Geçmişin ışığında bugünü öğrenmek, aynı zamanda bugünün ışığında geçmişi öğrenmek demektir. (s.90)
Tarihte nedensellik
Tarihçinin nedenleriyle olan ilişkisi, olgularıyla olan ilişkisi gibi aynı çifte ve karşılıklı niteliği taşır. Nedenler, onun tarihî süreci yorumlayışını belirler. Nedenleri önem sırasına koyması, bir nedenin ya da nedenler dizisinin görece daha çok anlamlı olduğuna karar vermesi tarihçinin yorumunun özüdür. (s.136)
Tarih, tarihî anlamlılık terimleriyle yapılan bir seçme sürecidir. Talcott Parsons’un deyimini bir kez daha kullanarak söylersek, tarih, gerçekliğe yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda nedensel yaklaşımların da seçmeci bir sistemidir. Tarihçi nasıl ki amacı için anlamlı olanları, sınırsız olgular okyanusundan seçerse, onun gibi çok sayıdaki neden-sonuç ardı ardına gelişlerini, yalnız ve yalnızca tarihî bakımdan ardarda gelişler içinden seçer … (s.139)
Tarihte yorum her zaman değer yargılarına bağlıdır ve nedensellik de yoruma bağlıdır. … 1920’lerde Meinecke şöyle der: “Tarihte nedensellik ilişkilerinin araştırılması, değer yargılarına başvurulmaksızın imkansızdır.” (s.142)
Bugünden söz ederken başka bir zaman boyutunu tartışmanın içine gizlice sokmuş bulunuyorum. Sanırım, geçmiş ve gelecek aynı zaman aralığının parçaları olduğu için bugünle ilgilenmek ile gelecekle ilgilenmenin birbirine bağlı bulunduğunu göstermek kolaydır. Tarih öncesi ile tarihî zaman arasındaki sınır çizgisi, insanlar yalnızca bugünde yaşamayı bırakıp sürekli olarak hem kendi geçmişleri hem de kendi gelecekleriyle ilgilenmeye başladıkları zaman geçilmiştir. Tarih, geleneğin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla başlar; gelenek ise geçmişin alışkanlık ve derslerinin geleceğe taşınmasıdır … (s.142-143)
İlerleme olarak tarih
On sekizinci yüzyıl Aydınlanma çağı tarihçilerinin iyimser-ilerleyen tarih görüşü yakın zamanlara dek etkisini sürdüregitmiştir … (Sürecek)
1 Yorum
Şiirimsi dediğin,şiirin de,tarih üzerine Ali nti ve notların da güzel. Bakış ,zengin bir içerikle çıkıyor anlaşılan.Bu görülüyor. Şadan Gokovali hocamizi kampüste ziyaret edip bir çayını içmistim 1996 veya 97 olabilir.Sevgi ve saygıyla bir kere daha analım…Selamlar, sevgiler 🌻🌻🌻