Demokrasimizin de ‘Yüz yüze Eğitim’e ihtiyacı var …
Bir demokrasi dersi olarak: Yeniden ‘hep birlikte tartışma’ düşü’!
BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Ülkemizde siyasete yön verenler arasında ‘yan yana gelmezlik hali’ sürüyor. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu durumun ortadan kaldırılması, siyasi liderler arası doğrudan, yüz yüze tartışma platformları oluşturulabilmesi için muhalefet liderlerinden gelen tekliflere tamamen kapalı … Doğrudan, yüz yüze tartışma ve bu anlamda ‘yüz yüze eğitim’ olamayınca da ‘yüzgöz’ olunuyor kaçınılmaz olarak. Zaman zaman, yakın geçmişte bu alanda yaşanmış görüntülere bakıp bakıp “Hey gidi günler!” diyor, tarih içindeki yolculuğumuzda bir hayli gerilere düştüğümüzü üzülerek fark ediyoruz.
Bugün, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Gara Şehitleri ile ilgili olarak Erdoğan’a yönelttiği 5 soruyla başlayan -her zamanki gibi- uzaktan uzağa tartışma-atışma tablosu içinde söylenenlerin bir bölümünü derleyip toplayıp yan yana getirip sunmak istedim. Bu tabloyu, sanki bir televizyon ekranında yan yanalarmış gibi düşünerek okumaya çalışın desem … Bu ‘birlikte tartışma düşü’nü bir tür ‘yüz yüze eğitim’ pratiği anlamında ‘demokrasi dersi’ymiş gibi versem …
…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: Bu kardeşlerimiz, bir kısmı beş yıl bir kısmı altı yıl bu teröristlerin ellerinde esirdi. O günden bugüne bu kardeşlerimizi nasıl bu terörist alçakların elinden kurtaracağız hep bunun hesabını yaptık. Çok uğraştık. En son bu operasyonların yapıldığı gece, artık bu operasyonları yapmak suretiyle bu kardeşlerimizi kurtaralım istedik. Bunların içinde polis, asker var, öğretmen var. Ama gel gör ki bunu başaramadık. …
Kemal Kılıçdaroğlu: Rize’de yaptığınız açıklamalarda sınır ötesi operasyonun hedeflerinden birinin de şehit olan 13 evladımızın kurtarılması olduğunu, ancak başaramadığınızı söylediniz. 13 vatandaşımızın kurtarılması amacıyla başlatılan operasyondaki başarısızlığı kim üstlenecek? Bu işin sorumlusu kim? 13 şehidimizin sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Recep Tayyip Erdoğan: Utanmadan, sıkılmadan bunun sorumlusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır diyorsun. Sende yüz var mı? Sen ne yüzsüzsün. Sen nasıl oluyor da 6 yıldır bu şehitlerimizi yakından takip eden bizlere bunların sorumlusu Erdoğan’dır nasıl diyorsun ya. Terbiyesiz herif. Sana bakanlarımı gönderiyorum seni bilgilendirsinler diye… Sen bunlara layık değilsin.
Kılıçdaroğlu: Asker siyasetin emrinde, ‘Operasyonu şöyle yapacaksın.’ demişler, gitmiş yapmış operasyonu. 2 yüzbaşımız, bir askerimiz ayrıca şehit oldu. Kamuda görev yapmış hiçbir asker, hiçbir görevli böyle bir operasyonu kabul etmiyor. Bu yanlış bir operasyon. Bunu söyledik, bir sürü hakaret. Bu sorulara halâ cevap almış değilim. Bana hakaret edeceğine, millet bu soruların cevabını bekliyor Beyefendi. Bu soruları cevapla.
Erdoğan: Operasyonun sorumlusu elbette aynı zamanda Başkomutan ve yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’ndan Milli Savunma Bakanı, askerinden polisine kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Meral Akşener: Sayın Erdoğan sorumlu benim dedi. Doğrudur, başkomutanlar talimat verir, dolayısıyla başarı da başarısızlık da ona aittir. İnşallah baştan aşağı başarılı olur Türkiye’nin terörle ilgili her adımı, buradaki hiç kimse bunun tersini düşünmez. Evet sorumluluk siyasi irade olarak o talimatı veren sayın Erdoğan’ındır, o da kendisi bunu itiraf etmiş, kabul etmiş, sorumluluğu almış, güzel bir şey. Sayın Erdoğan, ‘devlet eşittir benim’ diyor. İyi güzel de o zaman AK Parti Genel Başkanı olmayı bir kenara koysun, hayatında bir kere hepimizin Cumhurbaşkanı olsun, çok fayda sağlayacak.
Devlet Bahçeli: O meşum mağarada aslında Türk milletinin tamamına ateş açılmıştır. Kurşunlar hepimize isabet etmiştir. Biz göreceğimizi gördük, çekeceğimiz çileyi çektik. Acılara dayandık, sıramızı savdık. Bundan böyle gerisini bölücüler, yardım ve yataklık yapan iş birlikçiler, eli ve vicdanı kanlı teröristler düşünmelidir.
Kılıçdaroğlu: Türkiye tarihinde bir ilktir. Devleti yöneten kişi devleti beceriksizlikle suçluyor.
Mithat Sancar: Bu bir katliamdır. Uluslararası insancıl hukukun ağır ve vahim ihlalidir. Biz bunu açıkça kınıyoruz. Operasyonun amacı neydi? Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarından anlıyoruz ki amaç alıkonulmuş bu görevlilerin kurtarılması olarak belirlenmiş. Eğer amaç gerçekten alıkonulmuş ve bugün rahmete gitmiş bu görevlilerin kurtarılması idiyse, operasyon başarıyla yapılmadı. Bu operasyonun icrasını yürütenler sorumludurlar.
Ali Babacan: Savunma ve güvenlik uzmanlarına sorduk, bu nasıl olur, bir kurtarma operasyonu böyle mi yapılır diye? “Böyle bir kurtarma operasyonu olmaz, davul zurna çalarak, erkenden yapılan müjde duyurularıyla kurtarma operasyonu olmaz” diyor bu işi bilenler. Ortada bir başarısızlık olduğu çok açık. 16 vatandaşımızın canıyla bedelini ödediği bu başarısızlığın hesabını birilerinin vermesi lazım. Hepimiz biliyoruz ki bu operasyon başarılı olsaydı, müjde haberiyle Cumhurbaşkanı kameraların karşısına geçecek, “Ben başardım, ben yaptım” diyecekti. Ama öyle olmadı yapılan hatalar neticesinde 16 vatandaşımızı kaybettik ve bu başarısızlıktan dolayı sorumluluğu üstlenen kimse yok ortada. Sayın Erdoğan aldığınız kararların faturasını başkasına kesemezsiniz. Nerede bir hata yaptım diye düşünün. “Gençlerimizin ailelerine sağ salim kavuşması için üstüme düşeni yaptım” diyebiliyorsunuz. Sorumluluğu üstlenip hesap vereceğiniz yerde kalkıp bir de muhalefetten hesap soruyorsunuz. Siz siyasete ayar vermeye çalışacağınıza önce şu sorulara cevap verin. Terör örgütünün elinde başka vatandaşlarımız var mı? Varsa, kurtarılmaları için ne yapacaksınız?
Ahmet Davutoğlu: Maalesef Sayın Erdoğan’ın ilk yıllarda olmayan bir özelliği son dönemde artık doğal bir özellik haline geldi. Ben de bunu yaşadım. Başarı varsa kendisine aittir. Ola ki bir politika sonunda başarısızlık olmuşsa başka herkese aittir ama asla kendisine ait değildir. Kendisinin çıkardığı krizleri bile başkasının üstüne yüklemişti. Net olacaksınız. Her operasyon başarılı olmayabilir. Halkımız bunu da anlayışla karşılar. En azından her şeyin doğru yapıldığı konusunda kamuoyunun tatmin edilmesi lazım. Sana oy veren vatandaş da yanlış veya doğru işlerin faturasını sana kesecek bir sonraki seçimde. Halkın faturası demokrasilerde seçimle kesilir.
Temel Karamollaoğlu: Kendisi burada bir başarısızlığın olduğunu itiraf etti. Ancak bizi üzen bütün bunlara rağmen ısrarla Sayın Cumhurbaşkanının ve AK Parti ileri gelenlerinin sanki bu operasyonu planlayan muhalefetmiş, sanki bu başarısızlık muhalefete aitmiş, sanki bunun arkasında muhalefet varmış gibi bir tavır sergileyerek halen muhalefeti suçlamalarını kabullenmek mümkün değil.
SOL Parti: İktidar mensupları ve basın bugün de bu ölümler üzerinden iç siyaseti kendi dar çıkarlarına göre belirleme, manipülasyon ve yalanlarla hedef gösterme ve muhalefeti bu acı olayın sorumlusu ilan etme girişiminde bulunmaktadır. Biz, bir arada yaşama zarar veren, halklar arasındaki kardeşliği zedeleyen her tür düşünce ve şiddet eylemi karşısında durmaya devam edeceğiz. Daha fazla ölmek de öldürmek de çıkmaz sokaktır. Bu toprakların ihtiyacı olan kardeşlik ve bir arada yaşamı kararlılıkla savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
İşçi Partisi: Hükümeti uyarıyoruz. İnsan yaşamına mal olan bu tür konuları işinize geldiği zaman, işinize gelen şekilde propaganda malzemesi olarak kullanmaktan vazgeçin. Gerektiğinde “analar ağlamasın” diye oy toplayıp kırmızı bültenli kişiler ile görüşebiliyor, ardından Kürtçe şarkı söyleyen çobanı bile terörist ilan edebiliyorsunuz. Boğaziçili öğrencileri, LGBTİ+’ları, Somalı madencileri ve sizinle aynı düşünmeyen herkesi terörizmle itham ediyorsunuz. Askeri çözüme hayır diyenlere terörist destekçisi, iltisaklı vb. diyerek suç işlemekle kalmıyor, daha fazla genç insanın ölümüne neden olacak bir çözümsüzlük girdabına tüm ülkeyi sürüklemiş oluyorsunuz.
Şiddet, her defasında daha fazla şiddeti doğuruyor, bölge halkları kendi yurtlarında emperyalist güçlere mahkûm ediliyor. Halkları birbirine düşman etmek için var gücüyle çalışan tüm kesimleri uyarıyoruz. Esir etme politikasını da, esir edilen savunmasız kişilerin katledilmelerini de kesinlikle kabul etmiyoruz. Bu halk, daha fazla kan ve gözyaşı istemiyor.
Bu kadarını aklım kabul etmiyor.
Sevgili ülkemde 19 yıldır iktidardaki AK Parti’nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı ve de Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan, ‘Gara Şehitleri’ ile ilgili olarak muhalefetin kendisine ‘sorumlusun’ demesine neden böyle tepkiler verir ki? Bu sorum, ne yazık ki herhangi bir ‘şaşkınlık hali’ içermiyor. İktidar sahiplerinin tanıdık-bildik halleri olarak kayda geçiyor hepsi. Toplumsal bünyemize hiç iyi gelmese de durumun özeti bu. Ama bir çift söz etmeli yine de …
Başarısız olunduğunu bizzat kendisi dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu başarısızlığın aralarında kendisinin de olduğu sorumlularını, ilk açıklamalarında olmasa da sonrasında ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ çatısı altına alarak açıklamasına bile demokrasimiz ya da demokratik siyaset adına sevinebildik mi?
Sadece bu soruyu sorup noktalayabilirdim bu yazımı ama az daha sürdürmek istiyorum.
Bu, vatandaş tarafından kendilerine süreli vekalet verilmiş bütün seçilmişlerden, görevlerini yerine getirirken doğal olarak beklenen bir şeydir. Demokratik siyaset de zaten en başta böyle bir şeydir. Seçimlerle devlet işlerinin emanet edildiği siyasal grup/gruplar başarı ve başarısızlıklarına göre değerlendirilir ve seçim yoluyla kendilerine ‘buraya kadar’ ya da ‘devam’ denir. Dolayısıyla kendilerine, sürekli değil süreli olarak ‘emanet’ edilmiş makamları hizmet ekseninden çıkarmamak, yani kendilerine verilmiş vekalet belgelerini ‘tapu’ imiş gibi kullanmamak esastır. Aksi bir tutum ‘demokrasi’nin ruhuna aykırı gelir.
Yaşamda (ki buna ‘siyasal yaşam’ da dahildir) başarılar kadar başarısızlıklar da vardır, olacaktır. Bunda şaşılacak, ötesi saklama telaşı yaşanacak bir durum yoktur. Hatta başarısızlıkların, hataların kabul edilip özeleştiri yapılmasının, özür dilenmesinin, hatada-yanlışta ısrar edilmeyip doğruya yönelmek bakımından ‘iyi bir şey’ olduğu söylenegelir, tavsiye edilir hep. Bu arada elbette siyasetin dünyasındakiler için bu gibi durumlarda makamlarından ayrılma, yani ‘istifa etme’ erdemine sahip olmaları da ‘ayakta alkışlanacak’ bir şeydir. Öyle değil mi?
“Kadın haklarını içine sindiremeyen erkekler yetmedi bir de seninle mi uğraşacağız?”
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, yine çok yerinde bir konuşmayla alkışı hak etmiş bulunuyor.
AK Parti Meclis Grup Başkan Vekili Özlem Zengin’in Meclis genel kurulunda ‘çıplak arama’ tartışmaları sırasında söylediği, “Onurlu kadın, ahlaklı kadın bir sene beklemez. Bu kurgusal bir harekettir” sözlerine tepki gösteren Akşener bakın neler söyledi:
“Şu utanmazlığa bakar mısınız, gerçekten ibretlik. 7 Haziran 2015’te damadın abisinin televizyonunda bana eşimi aldattığıma dair imalı bir iftira atıldı. Buna ben susmadım. Çok sert bir tavır aldım, anında konuştum. Bana göre gök kubbeyi aşağı indirmeye çalıştım. Dördüncü gün Erdoğan beni aradı, bu arada herkes sustu. İçeriden bilgi bu. Bütün arkadaşlarımız neyi gördüm biliyor musunuz, arkadaşlarımız çok üzüldüler ‘kadındır rencide olur mu’ diye sustular, benim arkadaşlarım böyle sustu ama diğerleri ‘ya doğruysa’ diye sustu. Dördüncü gün aradı Erdoğan, uzunca bir telefon görüşmesi yaptık. Sonra AKP’nin içinden insanlar beni aradılar. Yazar çizer takımının tamamı, bu Akşener de ne yapmak istiyor, yeter sen bir kadınsın sus dediler ve yazdılar. Şimdi kalkıp da tecavüze uğrayan bir kadının, tacize uğrayan bir kadının veya çocuğu tacize uğrayan bir annenin hemen konuşmamasını onursuzluk olarak nitelendiriyorsanız aynaya bakın muhteremler. Herkes o açıklıkla konuşamayabiliyor. Bu arkadaşlar o kadar vizyonsuz ki bu arkadaşların dünyada olup bitenden dahi haberi yok. ‘Me too’ hareketi, toplumun baskısından korkan binlerce taciz mağduru kadına cesaret verdi. 20 yıldır saklanan taciz tecavüz olaylarının ortaya çıkmasına vesile oldu. Tüm bunlar torunu yaşındaki bir kadın siyasetçiye sırf kendinden değil diye vitrin süsü diyebilen bir genel başkan ve onun meclis grup başkan vekilinin umurunda bile değil. Ne kadar acı değil mi. Oysa bizlerin görevi uğradıkları felaketlere karşı kadınları cesaretlendirmektir. Şikâyet edeni onursuz ilan ederek bir travma daha yaşatmak değildir. Vicdan, ahlak, onurlu siyaset bunu gerektirir. Tecavüze, tacize uğrayan kadınlar için şikâyet süresi mi var, 3 iş günü içinde şikâyetçi olmayana namussuz mu diyeceksiniz. Kadın haklarını içine sindiremeyen erkekler yetmedi bir de seninle mi uğraşacağız? Zihniyetiniz batsın sizin. İster 1 gün sonra ister 10 yıl sonra söylesin, hakkını arayan her kadın onurludur.”
‘Tarih Felsefesi’ okumalarım … (4)
Sizleri fazlaca sıkmamak için, ikinci ve son kaynak olarak, G. Osipov’un “Toplumbilim / Teori ve Yöntem Sorunları” kitabından (SOL Yayınları/ 1977) aktarmalarla sürdürüp noktalıyorum …
…
İnsanın toplumsal tarihi, bunun bilincinde olsalar da olmasalar da, insanların bireysel gelişmelerinin tarihinden başka bir şey değildir. Engels der ki; “… doğrudan bir etki yaratan, insanların zaman zaman rahata düşkünlükleri gibi, ekonomik koşullar değildir. Hayır. İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ancak onu koşullandıran belli bir çevrede ve daha önce var olan fiili ilişkiler temeli üzerinde yaparlar ve bu ilişkiler içerisinde ötekiler -siyasal ve ideolojik olanlar- ne denli etkili olurlarsa olsunlar, bunlar içinde belirgin bir biçimde göze çarpan ve bunları tek başına anlaşılır kılan ekonomik ilişkiler, en sonuncu belirleyicilerdir..” (F.Engels, H.Storkenburg’a Mektup/25 Ocak 1894’ten.)
“Sınıf mücadelesinin siyasal biçimleri ve muzaffer sınıfın kurduğu anayasalar, yargı sistemleri ve hatta mücadelede yer alanların zihinlerindeki tüm bu fiili mücadelelerin yansımaları olan siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve dinsel dogmalarındaki kutsallıklar da dahil olmak üzere bunun sonuçlarınca etkilenmektedir. Bütün bunlar, tarihsel mücadeleleri etkilemekte ve birçok durumda biçimlerinin belirlenmesinde üstün bir yer tutmaktadırlar. Bütün bu öğeler karşılıklı etkileşimde bulunmakta, tüm sonu gelmez rastlantı yığınının ortasında, en sonunda, ekonomik hareket kendisinin zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Yoksa, teorinin herhangi bir tarih dönemine uygulanmasındaki bir seçimin birinci dereceden basit bir denklemin çözümünden bile kolay olması gerekirdi.” (Marx) s.24
“Her kişi kendi bilinçli ereğini izlemekte ve işte tarihi oluşturan da, değişik yönlerde işlerliği olan bu birçok iradelerin ve bunların dış dünya üzerindeki çok yönlü etkilerinin bileşkesidir. İrade, tutku ya da düşünme ile belirlenir. Ama tutkuyu ya da düşünceyi doğrudan belirleyen kaldıraçlar çok değişik türdendirler. Bunlar kısmen dışsal nesneler, kısmen düşünsel güdüler, ihtiras, gerçek ve adalet tutkusu, kişisel nefret ya da düpedüz, her türlü kişisel kaprislerdir … Burada, ayrıca tüm olarak, bütün bireylerin bilinçli olarak istenen amaçlarına karşın yüzeyde rastlantılar egemen gözükmektedir. İradi olarak istenen şey pek ender gerçekleşir; çoğu durumlarda, istenen amaçların çoğu birbirleriyle kesişmekte ve çatışmakta ya da bizzat bu amaçlar daha başında gerçekleşemezler ya da onları elde etme araçları yetersiz kalmaktadır. Böylece sayısız bireysel iradelerin ve bireysel eylemlerin tarih alanı içinde çatışmaları, işleri, bilinçsiz doğanın alanı içindekine benzer bir duruma sokmaktadır.” (F.Engels. Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu) s.26-27
Engels diyor ki, “Tarihimizi biz kendimiz yaparız, ama ilk elde, belirli varsayımlar ve koşullar altında. Bunlar arasında ekonomik olanları nihai belirleyicilerdir. Ama siyasal olanları, vb. ve gerçekten de insanın aklını rahat bırakmayan gelenekler bile, belirleyici olmasalar da kısmen belirli bir yer tutmaktadırlar.
İkincisi, bununla beraber, tarih o tarzda yapılmaktadır ki, nihai sonuçlar daima çok sayıda bireysel iradeler arası çatışmalardan meydana gelmekte, bunların da her biri gene yaşamın belirli koşullar yığınınca oluşturulmuş bulunmaktadır. Demek oluyor ki, birbirleriyle kesişen sayısız güçler, bir bileşkeyi -tarihsel olayı- yaratan sonsuz sayıda güç paralelkenar dizileri oluşmuş bulunmaktadır. Bu da gene, bir tüm olarak, bilinçsizce ve iradi olmaksızın işleyen bir gücün ürünü olarak kabul edilebilir. Çünkü her bir bireysel irade bir başkasınca engellenmekle ortaya çıkan şey hiç kimsenin iradesine bağlı olmayan bir şey olmaktadır. Böylece, geçmiş tarih doğal bir süreç gibi ilerlemekte ve esas olarak aynı hareket yasalarına tâbi bulunmaktadır. Ama bireysel iradelerin –bunları herkes kendi fiziksel yapısına, ekonomik olanlar sonunda ağır basmak üzere, dışsal koşullarına (hem kendi kişisel koşulları hem de genel olarak toplumun koşulları) göre- iradi olarak istediklerini elde edemeyişleri ve kolektif bir ortalamaya, ortak bir bileşkeye varmaları olgusuna dayanarak, değerlerinin sıfır olduğu sonucuna varılmamalıdır. Tersine, her biri bu bileşkeye etki eder ve bu ölçüde ona katılır.” s.48
Engels şöyle demektedir: “Materyalist tarih anlayışına göre tarihte belirleyici etken, son aşamada, gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Ne Marx ne de ben, hiçbir zaman daha fazlasını iddia etmedik. Eğer sonradan herhangi biri çıkıp da ‘ekonomik etken tek belirleyicidir’ dedirtmek üzere bu önermenin anlamını zorlarsa, onu boş, soyut, anlamsız bir söz durumuna getirmiş olur. Ekonomik durum temeldir ama çeşitli üstyapı öğeleri; sınıf savaşımının siyasal biçimleri ve sonuçları, savaş bir kez kazanıldıktan sonra kazanan sınıf tarafından hazırlanan anayasalar vb. hukuksal biçimler, hatta bütün bu gerçek savaşımların , savaşıma katılanların beynindeki yansıları, siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, din anlayışları ve bunların daha sonraki dogmatik sistemler halindeki gelişmeleri, hepsi de tarihsel savaşımların gidişi üzerinde etki yaparlar ve birçok durumda ağır basarak onun biçimini belirlerler. Bütün bu etkenlerin etkisi ve tepkisi vardır, öyle ki ‘ekonomik hareket’ bu etkenlerin bağrında, sonunda bir zorunluluk olarak sonsuz bir rastlantılar yığını arasından kendine yol açmaya başlar.” s.241
“İnsanlık kendi önüne ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar … Sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte olduğu yerde ortaya çıkar.” (Marx) s.241.
(27 Mayıs 1986 Salı, 21.22)