BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
‘Egemenlik’ kavramı, en genel anlamıyla sınırları belli bir ülkede siyasi yönetim yetkisinin kullanılması hakkını ifade eder. Tarih dediğimiz zaten, ülkelerde egemenliğin kime-kimlere ait olacağını, kim-kimler tarafından kullanılacağını belirleyen savaşlar, savaşımlar değil midir … Emperyalist ülkelerce işgal edilen Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi de, egemenliğin ‘millet’ tarafından ‘padişah sülalesi’nden alınıp ‘millet iradesi’ne geçtiğini yazar.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenliğin sahibi ve kullanıcısını kendine özgü sözlerle şöyle ifade etmiştir:
“Arkadaşlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar (taç sahibi, padişah) yoktur, diktatör yoktur ve olmayacaktır. … Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında yalnız bir kuvvet vardır o da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır o da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. … Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir.”
…
Bir süredir yine ‘yenileme gündemi’ne taşınmak istenen ‘Anayasa’nın da bir tür ‘Toplum Sözleşmesi Belgesi’ olması gibi, genel olarak sevgili dünyamızın, birbirleriyle en yaygın haliyle savaş-savaşım şeklinde bir etkileşim-iletişim içindeki tek tek tüm ülkelerinin ve elbette sevgili ülkemizin de tarihinde böylesi birçok belge vardır. Bu belgeler, ‘toplumsal mutabakat’ın ürünleri olarak tarih içindeki yerlerini alırlar ve dolayısıyla ‘ortak irade’ ürünü olarak ‘egemenlik hakkı’nın kullanılması anlamında ‘kırmızı çizgiler’, ‘dokunulmazlık sınırları’ oluştururlar.
‘Dokunulmazlık sınırları’nın yine ve yine ihlal edilip durmasının bilindik sorunlar arasında ön sıralarda yer aldığı ülkemizde, ‘oyun sürerken’, ‘oyunun kuralları’ anlamında yasalara (en çok da ‘ihale’ ve ‘seçim’ yasalarına) zırt-pırt dokunulup durulmasının da toplumsal bünyemizde bir tür ‘kanser’ etkisi yaptığı hepimizce malûmdur. Yaklaşık 65 yıllık Türkiye deneyimimden çıkardığım en başta gelen sonuçlardan biri: AK Parti’nin, geçen 19 yıl boyunca iktidarda kalabilmek, iktidarını tahkim edebilmek için ülkemizde bugüne dek iktidar olmuş tüm siyasal partiler arasında en çok ‘olmayacak işler’ yapan parti olduğudur. En özlü ‘tepki’ ifadesiyle: Tadını, ayarını fazlasıyla kaçırmıştır.
Bugünlerde tartışma gündemimizin ilk sırasındaki konu, baş köşesinde, egemenliğin ‘kayıtsız şartsız’ millete ait olduğu yazılı olan ve dünya üzerinde başka herhangi bir meclisin sahip olmadığı çok onurlu bir sıfatla ‘Gazi Meclis’ diye anılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin artık neredeyse tümüyle devre dışı bırakılmış olmasıdır.
Bunun en son ve çok tatsız örneği, ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak adlandırılan ve 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilk imzacıları arasında yer almasının yanı sıra ilk yasalaştıran ülke olmakla gururlandığı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kararname ile feshedilmesidir.
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da 13 ülke tarafından imzalandıktan sonra 11 Kasım 2011 tarihinde, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı” değerlendirmesinin altında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla TBMM’ye sunulan ve 24 Kasım 2011 tarihinde kabul edilerek yasalaşan İstanbul Sözleşmesi’nin yaklaşık dokuz buçuk yıl sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından -“hukuken böyle bir yetkisinin olmadığı”na ilişkin tepkiler arasında- feshedilmesi ne anlama geliyor? Ya da bu durumu nasıl açıklayabilirler?
Şu sıralar içeriğine ilişkin ‘muhafazakâr gerekçeler’ eşliğinde ‘yeni-alternatif bir belge’ üretme gayretleri bir yana, ilk anda ya da bir anda, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın birileri tarafından yine kandırılmış olması ihtimali akla geliyor.
Böyle düşünmemin nedeni ise çok açık. Çünkü: Yaklaşık 20 yıllık iktidarlarında bazı icraat ya da tercihlerini tümüyle imha etmenin, yok saymanın ya da inkâr etmenin başka bir ‘izah tarzı’nı üretmediler bugüne dek: Varsa yoksa ‘kandırılmak’!?
…
Sözü hiç uzatmadan; Adana, Adıyaman, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresin, Gümüşhane-Bayburt, Hakkari, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kırklareli, Kırıkkale, Kırşehir, Kilis, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Sakarya, Samsun, Siirt, Sinop, Sivas, Şanlıurfa, Şırnak, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat ve Zonguldak Baroları ile Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu tarafından yapılan ortak açıklamayı paylaşmak istiyorum …
77 Baro ve Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu:
“İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmemiz mümkün değildir”
77 Baro ve Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu (TÜBAKKOM) tarafından İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı kararı ile feshedilmesine ilişkin ortak açıklama …
“Hukuki kazanımlarımızın bir gecede yok edilebileceğinin sanılması çok büyük yanılgıdır”
İstanbul Sözleşmesi, kadınların, çocukların herkesin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan ve şiddet mağdurlarının korunması, rehabilitasyonu ve bir daha aynı şiddet vakalarının yaşanmaması için topyekün bir birlikteliği öngören, herkesin yaşama hakkının teminatı bir uluslararası antlaşmadır.
İstanbul Sözleşmesi, çok uzun yıllardır sürdürülen kadın haklan mücadelesi ve kazanımları ile hazırlanmıştır. Bu nedenle binlerce yıllık mücadeleye dayanan, bu uğurda yitirilen canların emeklerinin ve kişi hak ve özgürlüklerimize ilişkin çok önemli hukuki kazanımlarımızın bir gecede yok edilebileceğinin sanılması çok büyük yanılgıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bütün partilerin milletvekillerinin oybirliği ile Anayasamızın 90. maddesi uyarınca, 24 Kasım 2011’de 6251 sayılı Kanunla onaylanan İstanbul Sözleşmesi, milli iradenin sonucudur. Anayasamızın 90. maddesi gereği, usulünce yürürlüğe giren Temel Hak ve Özgürlüklere ilişkin Uluslararası Antlaşmalar kanun hükmündedir, hatta normlar hiyerarşisinde kanunların bile üzerinde yer alır.
Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevlerinin Cumhurbaşkanı kararı ile ortadan kaldırılamayacağı, düzenlenemeyeceği Anayasanın 104. maddesinin açık hükmüdür.
İstanbul Sözleşmesi, Anayasa’nın 15. ve 17. maddelerinde düzenlenen ‘Kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaması’, ‘Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu’, ‘Kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı’na ilişkin temel hak ve özgürlüklerle doğrudan ve birebir ilişkilidir. Bu nedenle, Anayasa’nın 104. maddesi gereği, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere ilişkin Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarılması, hukuka aykırıdır.
TBMM’nin yani milletin iradesini yok sayarak Anayasa’nın 87. ve 90. maddelerine aykırı şekilde Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu Uluslararası İstanbul Sözleşmesinin feshine ilişkin Cumhurbaşkanı kararı Anayasa’ya aykırıdır. Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesini fesih kararının Anayasa’da temeli yoktur. Yetki ve usulde paralellik ilkesi gereğince imzalanan uluslararası antlaşmaların, Anayasa doğrultusunda aynı yöntemle feshedilmesi gerekmektedir.
Bu anlamda, daha önceden çıkarılan 15.07.2018 Tarih ve 9 sayılı Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle bu konuda Cumhurbaşkanına yetki verilmesi de açıkça Anayasaya aykırıdır ve hükümsüzdür. Anayasa’nın 6. maddesi gereği ‘Hiçbir kimse ve organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz’.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 104. maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri arasında “Milletlerarası antlaşmaları onaylar ve yayımlar” hükmü vardır. Bu nedenle Cumhurbaşkanına, milletlerarası sözleşmeleri sadece “onaylama ve yayımlama” görevi veren Anayasa, Cumhurbaşkanına milletlerarası antlaşmaları feshetme yetkisi vermemiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nin feshine yönelik Cumhurbaşkanı kararı, yasal dayanaktan yoksundur. İnsan hayatı ve güvenliği, kişi hak ve özgürlükleri, her türlü siyasetin üzerinde olup hiçbir politik hesaba kurban edilemeyecek kadar önemlidir. İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir, uygulanmaya devam edecektir.
Bu nedenle, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni iradesine sahip çıkmak üzere göreve, siyasal iradeyi de Anayasanın 2. maddesinde açıkça tanımlandığı şekilde bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde hukuki tüm ilke ve kurallara uymaya davet ediyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmemiz mümkün değildir. Bizler, Barolar ve TÜBAKKOM olarak kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık olarak kabul eden İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırmaya yönelik Anayasa’ya aykırı bu girişime karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi belirtiyor, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bulduğumuz bu girişim karşısında toplumumuzun her kesimini bu mücadeleye destek vermeye ve dayanışmaya çağırıyoruz.
1 Yorum
İstanbul sözleşmesi yaşatır.İmzalarken gurur cakası satanlar,bir gece ansızın uyuz cemaatleri mutlu edip politik çıkar sağlamak için, meclisi çiğneyerek bir uluslararası sözleşmeyi yok edemez. Cabanizin yanındayız…