BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Üçüncü yılındaki ‘BAKTIKÇA’ sayfasında paylaştığım yazılarım içinde, sanırım bu adlandırmaya en çok yakışacak yazıdır bu yazım. Dünyaya, ülkemize, etrafa nasıl bakmamız-bakmamamız gerektiğine ilişkin bir ders gibi adeta … Yazabileceklerimi ‘ders zili çalana kadar’ yetiştirebilmek için hemen başlamalıyım …
Parlamento muhabirlerinin; koronavirüsle ilgili tedbirleri hiç dikkate almaksızın kapalı mekanlarda maske-mesafe kurallarına uymadan, ağzına kadar (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tabiriyle ‘lebalep’) dolu salonlarda yapılan AK Parti kongreleri ile ilgili sorularını yanıtlayan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydası olmadığı kanaatindeyim” deyip şöyle sürdürmüş: “Bugüne kadar Bilim Kurulu üyelerimiz dahil olmak üzere kapalı ortamlarda bulaştığını biliyoruz. Kalabalık ortamlarda bulaştığını biliyoruz. Yakın temasta bulaştığını biliyoruz. Bu bilgilendirmede bir değişiklik söz konusu değil, dolayısıyla herkesin bu mücadelede üzerine düşen sorumluluğun gereğini yapması gerektiği kanaatindeyim. Buradan bir ayrıcalık çıkarma hikayesi oluşturmak doğru olmaz.”
Açıklamasında daha sonra, çok daha bulaşıcı olduğu bilinen ‘mutasyona uğramış koronavirüs’e ülkemizde rastlanma oranının % 75’lere yükseldiğine de dikkat çeken Bakan Koca, “Mutasyon her geçen gün artıyor. Varolan virüsün yerini ağrılıklı olarak her geçen gün İngiliz varyantı almaya başladı. Bu varyantın özelliği çok bulaştırıcı olmasıdır… Bu dönemde bizim kapalı, kalabalık ortamlardan ve özellikle yakın temastan uzak durmamız gerekiyor” da demiş.
Hatta biraz daha ayrıntıya girip İngiliz varyantı mutasyonlu virüsün yanı sıra 3 vakada Brezilya, 157 vakada da Güney Afrika varyantının görüldüğünü söyleyen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın bu söyledikleri ile kendisinin de kalabalık olabileceğini öngöremeyip katıldığı için özür dilediği cenaze töreni de dahil olmak üzere partisinin kongrelerinde yaşananlar arasında nasıl bir ilişki kuruyor ve anlamlandırma yapıyorsunuz Allah aşkına?
Sözlerine, “Bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydası olmadığı kanaatindeyim” gibi -kendince- bir ‘güvenlik alanı’ oluşturarak başlayan Koca’nın, böylece oluşturduğu ‘büyük boşluk’, “herkesin bu mücadelede üzerine düşen sorumluluğun gereğini yapması gerektiği kanaatindeyim” ifadesiyle doldurulabilir mi?
Ve devamla, tam da bizzat ‘tebrik ettiği’ lebalep dolu kongre organizatörlerinin “üzerlerine düşen sorumluluğun gereğini yapmadıkları” yönünde bir anlam esintisi oluşturmuş gibiyken, yine o güvenlikli alana dönüp “Buradan bir ayrıcalık çıkarma hikayesi oluşturmak doğru olmaz” deme zorunluluğu hissetmesi dikkat çekiyor …
Ama böyle olmaz ki Sayın Bakan … Bulaş riski artan ve ülkemizin neredeyse tamamının ‘çok yüksek riskli’ hale getirildiği koşullarda, köklü-bilimsel tedbirlerin alınıp uygulanması yerine sizinki gibi -sözümona- ‘tedbirli-kaçamak ifadeler’le, birbiriyle çatışan ‘kanaatlerle’ hiçbir yere varılamaz ki Sayın Bakan!
Yaşadıklarımızın bütün sorumluluğunu ‘sorumsuz vatandaş’ adresine fatura etmeye çalışarak hiçbir yere kaçılamaz ki Sayın Bakan!
Sevgili ülkemizde yaklaşık 20 yıldır iktidar sorumluluğu taşıyanların kaçıp kurtulmaya çalıştıkları sorumluluklarını onların yüzüne yüzüne söyleyebilmek gerekir. Bundan kaçış, çıkış, kurtuluş yolu olmadığını sürekli anımsatmak gerekir. Bu anlamda bir çıkış-kurtuluş yolu aramanın da beyhude olduğunu, lafı hiç dolandırmadan, doğrudan, ‘yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebilmek’ gerekir. Sorumluluklarını yüklenmek istemeyen, sorumluluklarından kaçıp saklanmaya çalışan ‘gerçek sorumlular’ı tarihsel sorumluluklarıyla sobelemek için sözü dolandırmanın hiç gereği yok Sayın Bakan.
Bir başka anımsatma: Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Dolayısıyla dünya üzerinde boş boş bakan, boş konuşan insanlar durumuna düşmemek için gereği neyse, bazı riskleri de göze alarak yapabilmeliyiz. Dünyaya, ülkemize, etrafımıza bu gözle, yani saklananları bulup çıkarmak için bakabilmeli ve gereken ne ise söyleyebilmeliyiz …
Ha bir de, merak edilebilir belki: Risk derken, örneğin ‘bakanlık koltuğunu kaybetme ya da terketme ihtimali’ bir risktir. Göze alınabilmelidir. Ve şu çok yaygın olarak bilinen bir durumdur ki; makam koltukları, onları gerçek anlamda doldurabilenlerle anılır …
Bu, gerçekten bir ‘tedbir’ mi?
29 Mart Pazartesi akşamı bakanlar kurulu toplantısının ardından, 58 ilimizde ‘çok yüksek riskli-kırmızı’ alarm veren ülkemiz haritası eşliğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan açıklamada duyurulan ‘yeni tedbirler’ arasında bir tanesi -bilhassa- dikkatimi çekti.
13 Nisan’da başlayacak olan Ramazan ayına kadar restoranlar ve kafeler % 50 kapasiteyle oturan müşteri kabul edebilecek ama Ramazan ayında ‘sadece paket servis’ yapabileceklermiş …
Neden böyle bu? Anlamaya çalışsak, kendimizi zorlasak anlaşılabilir mi dersiniz? …
29 Mart 2021 tarihi itibariyle sevgili ülkemizi ‘kırmızı tablo’dan kurtarmak için açıklanan tedbirlerden biri, lokantalar ve kafelerde Ramazan’ın başlangıcına kadar % 50 kapasiteyle oturan müşteri kabul edilmesiydi. Peki ama Ramazan ayında ‘çok daha kötü’ bir ‘tablo’ ile karşılaşılacağı şimdiden tahmin mi ediliyor da, zaten çok zor durumda olan esnafımızı tümden batıracak bir adım atılıp bu işyerlerine sadece ve sadece ‘paket servis yapabilme’ kısıtlaması getiriliyor? Yoksa ‘çok yüksek risk’ten öte ve ‘kırmızı’dan daha koyu renkte bir ‘alarm’ var da o mu çalacak Ramazan’da? …
Eğer yoksa ve böyle bir tedbir gerçekten ‘tedbir’ olarak kararlaştırılmışsa bunun ‘mantığı’ nedir? Ve ille de böyle yapılacaksa ve bunun bizim anlayamadığımız bir ‘mantıklı gerekçesi’ var ise, örneğin sevgili Bilim Kurulu üyelerinden bunu bilimsel olarak açıklamalarını istesek açıklarlar mı dersiniz?
Bence, aksine, Ramazan ayında nüfusumuzun büyük bir bölümü oruç tutacağı için, müşteri talebinin azalacağı düşünülerek bu işyerlerinde, yarı kapasiteyle ve HES kodu sorgulamaları ve vücut ısısı ölçümleri yapılarak oturan müşteriye servis yapabilmeleri uygulamasının devam etmesi gerekirken, niçin ‘tedbir’ diye böyle bir karar alınır ve ‘erken erken’ duyurulur ki?
Bu bir ‘tedbir’ mi gerçekten, yoksa başka bir şey mi?