Gazeteci sorar. Sorar ama, hangi soruları soracağına-sormayacağına kendisi karar vermelidir. Sormak, ustalık ister. İyi sorular bulmak kadar o soruları sorabilmek de önemlidir elbette. Ben de yıllarcadır Milas ÖNDER’de ‘soru/yorum’ adını verdiğim köşemde bunu yapmaya çalıştım …
‘Tarih’e, ‘kahramanlar’a ihtiyaç duyulmaksızın yaşanabilecek-yazılabilecek bir süreç olması yönünde müdahalelerde bulunmanın önemine inanırım. Ama ne yazık ki böylesi bir ‘mutlu son’ henüz ufukta görünmüyor. Gazeteciye “terörist”, “vatan haini”, “provakatör” gibi yaftalar takıp takıp sorduğu soruların ‘gazetecilik dışı mihraklar’dan geldiği şeklinde muamele ederseniz gazetecilik yapabilmek zorlu bir mücadele gerektirir, böylece de kaçınılmaz olarak bir tür ‘kahramanlık destanı’ yazılır gider.
Öte yandan, iktidara ‘yardım-yataklık-yalakalık’ dışında bir gazetecilik için gösterilecek çaba, en az ‘doğru haber-yerinde yorum’ kadar enerjisini alır götürür insanın. Bu bakımdan gazeteci, her şeyden önce ‘enerji kaynağı’nı kendi içinde bulmalı, işleyip üretebilmeli ve ‘bağımsız’ olabilmeli, kalabilmelidir.
Karakterinizde bu ölçüde bir ‘bağımsızlık mayası’ yoksa, zamanla ya da zaman zaman yaşanan ‘enerji yetersizliği ya da kesintileri’ yüzünden yapmaya çalıştığınız işin tadı kaçar. İçinizde bir iş yapmanın saadetini değil, adeta bir ‘suç’ işlemişsiniz kadar ağır bir huzursuzluk yaşarsınız … Yaşarsanız!
Aksi, gerçek anlamda gazetecilik yapmayı bir kenara terk eder, çeker gidersiniz. Gittiğiniz yerde gazeteciler yoktur. Böylece ‘meslek büyüğü’ olma ihtimaliniz sıfırlanmıştır, ‘meslekî bakımdan ölü’sünüzdür artık! …
…
KAŞKAR Ailesi olarak Milas ile tanışmamıza vesile olan ÖNDER Gazetesi’ndeki ‘yaklaşık çeyrek yüzyıl’lık mesleki yaşamım, ifade etmeye çalıştığım karakter özelliklerim ve yeteneklerimin gelişimi bakımından çok değerli bir deneyimdir benim için. 31 Mayıs 2021 tarih ve 9048 sayılı ÖNDER’de yayınlanan ‘son soru/yorum’ sadece ÖNDER’e veda yazısı değil, bu uçsuz bucaksız deryalar içindeki duygu ve düşüncelerimin bir tür özetidir aslında … Bir ‘meslek büyüğü’ olarak …
Bu özeti siz sevgili BAKIŞ okur-yazarlarıyla da paylaşmak, arada sırada ‘soru/yorumlu BAKTIKÇA’larda buluşma coşkumu sizlere doğrudan duyurmak istedim …
Sağlıkla, mutlulukla …
Yaklaşık çeyrek yüzyıl …
A. Kemal KAŞKAR
ÖNDER’deki ‘ilk soru/yorum’um, 1 Eylül 1995 Cuma günü “İletişmek maksadıyla …” başlığıyla yayınlanmıştı. Yaklaşık 26 yıl sonra bugün, ÖNDER’deki ‘son soru/yorum’uma ‘ilk’ini anımsatarak başlamak istedim …
“Merhaba.
Bu ilk seslenişim. Kimler, nereler duyabilir meraktayım.
Ama şu kesin ki, şu anda sizinle adım adım tanışmaktayım.
Uzunca bir süredir yazmam istenen ÖNDER Gazetesi’ne, Muğla Gazeteciler Cemiyeti’nin ödüllerini alışının hemen ardından yazmaya başlamam tümüyle bir rastlantıdır. Aman ha, sakın yanlış anlaşılmasın. Ağustos başından bu yana Bodrum yarımadasında, bi’ başına “yazar-durur” olmaksızın yaşar olduğum için ve bu anlamda ‘Yazar ne yaşar ne yazamaz!’ sorunumu aştığımı düşünerek, gecikmeden başladım. Durumum bundan ibarettir.
İtişip kakışmak yerine iletişmek maksadımı ta baştan, özellikle başlık olarak seçtiğim için, sözü çokça uzatmadan ve yazdıklarımın işe yarar dişe dokunur olması umuduyla soruma geçiyorum.
Sevgili Can Amca (Yücel), Çiftesöz adlı şiirinde şöyle diyor:
“Heybeli’de bir kahvede
Masadan masaya bir ses:
-Hangi vapurla geldin?
-Sana ne!
-“Sana ne” diye bir vapur yok ki!”
Bu şiir bence en az iki nedenle yazılmış olmalı:
Birincisi, her sorunun mutlaka bir yanıtı vardır. İkincisi, soruyu sordun muydu, yanıtına katlanmak gerekir. Yani zaman zaman, ‘soruyu soran terler’. Ancak soruya karşı tavır her ne olursa olsun, her zaman, ‘iyi bir soru, ona verilebilecek herhangi bir yanıttan önemlidir’.
Bu durumda, sorunun sorulmasıyla ‘maksat hasıl olmuştur’.
Gelelim soruma.
Muğla dolaylarında herkesler “atomize bomba” şeklinde yaşamak zorunda mıdır?
Bu, ilk ve genel izlenimim. İlk ve genel olduğu için yanılgım olabilir gibi bir ihtiyat payı koymalıyım belki. Ve hatta denebilmeli ki: “Affedersiniz ama, daha önceleri neredeydiniz?”
Doğrudur. Ciddi bir dünyevi sorundur bu. Yaygındır, salgındır, yangındır. Öylesinedir ki, kontrol altına alınamamaktadır. Doğru. Ama Muğla dolaylarında bu bana biraz daha dosdoğruymuş gibi geldi.
Hoş geldim. Hoş buldum.
Sevgiyle kalın.”
…
Böylesi bir mütevazi başlangıç yazısıyla tanıştığım ÖNDER okur-yazarlarına, uzunca süredir aklımda olan bir adımı nihayet atıp veda etmem gerekiyor artık.
Biraz da emeklilik haliyle, çok uzunca süredir ilgim-dikkatim başka başka yerlere yöneldi çünkü. Bu arada, yıllarcadır üretebildiklerimi derleyip toparlamaya da çalışıyoruz Sevgili Eşim Ayşegül ile … Ve Sevgili Oğlumuz Melih’e, BAKIŞ gazetesinde omuz vermeye çalışıyoruz … 2018 Haziran ayından bu yana Milas’a, Muğla’ya, ülkemize ve dolayısıyla dünyamıza oradan bakmaya çalışıyoruz. Bu desteğimi de, bakabildikçe ‘BAKTIKÇA’da sürdüreceğim …
Aslında ÖNDER’deki aktif çalışmalarıma Eylül 2018’de noktayı koymuştum ama, 2018’in sonuna kadar ve birazı da 2019’da olmak üzere birkaç ‘soru/yorum’la siz sevgili ÖNDER okur-yazarları ile buluşabilmiştim yine de … Ancak sonraki günler ÖNDER’e bu yönde de bir katkım olmadı, günlere yetişemedim. Ve zaman, her zaman olduğu-yaptığı gibi hızla geçti, bir anda bugüne geliverdik.
Ve ben, artık daha da gecikmeden, bugün, siz değerli ÖNDER okur-yazarlarına saygım ve sevgimdendir ki böylesi bir seslenişle veda etmek istedim.
Yıllar içinde ÖNDER’de sadece ‘soru/yorum’ adlı köşemde değil, aynı zamanda ÖNDER’in birinci sayfasının sağ alt köşesinde ‘O. Kadar!’ imzasıyla kısa kısa ‘ünlem yazılar’ yazan “Osman KADAR” olarak ve birkaç sayı da çıkarabilmiş olsak çok büyük keyifle yazılar ürettiğim -Mizahî Kılavuzluk Hizmetleri verdiğimiz- ÖNDER’in mizah eki: KARGA’daki köşesinde yazılar yazan ‘Kızgın Karga’ olarak ve birçoğu ‘ÖNDER Haber’ imzalı binlerce habere imza atmış bir haberci-gazeteci olarak çok büyük bir huzur içindeyim.
Kendisini olabildiğince iyi şekilde ifade edebilmiş, yeteneklerini bu yönde geliştirebilmiş bir yurttaşınız olarak yaşadığım bu huzuru besleyen mutluluk, onur ve gururla hepinize teşekkürlerimi sunuyorum.
Başlamak kadar bitirmek ve bunu ilgililere saygının bir gereği olarak duyurmak da gerekli diye düşünmüşümdür hep. Tıpkı Milas İlçe İnsan Hakları Kurulu ve Milas Kent Konseyi’nde uzun yıllar disiplinle ve sevgiyle sürdürdüğüm çalışmalarımı da günü geldiğinde noktalamam gibi …
Elbette buralardayım, bir yere gitmiyorum. Milas BAKIŞ’taki yerimde olmayı, olup bitenlere oradan bakmayı, baktıkça da yazmayı, yazdıklarım arasına ‘soru/yorum’lar da ekleyerek sürdüreceğim …
Tekrar teşekkürler, saygılar ve sevgiyle …
Suphi Tuncer’e veda!
Onlara ‘koca çınarlar’ diyoruz. Onlar Köy Enstitülüler. Suphi Tuncer de bir koca çınardı, biz ona ‘Suphi Baba’ derdik. Bir insan, ancak bu kadar ‘insan’ olur. Ama O hiç durmaz, kendini hep daha da gelişmeye zorlardı. Hep çalışırdı. Yıllar önce eşim Ayşegül ile Köyceğiz’de geniş bahçe içindeki evlerine konuk olduğumuzda, sadece ağaçlar, sebzeler ve çiçekler değil aralarında bir de ineğin olduğu hayvanlarıyla uğraşa çalışa ve ille de yaza yaza geçen günlerinin içinde bizi, yüzlerinde hiç eksilmeyen tatlı bir gülümsemeyle ağırlamışlardı.
ÖNDER’deki köşesinin adı “Köyceğiz Mektubu” idi Suphi Baba’nın … Gerçekten de mektupla gönderirdi yazılarını. Bazen birden çok yazı çıkardı zarfın içinden, titizlikle daktilo edilmiş, yayın sırası da belirtilmiş yazılar … İyi yazardı!
Benim için ayrıca, tanıdığım birçok Köy Enstitülü gibi Suphi Baba’yla da ortak bir paydamız vardı: Kızılçullu. Ben doğduğumda adı ‘Şirinyer’ olarak değiştirilmiş ve Enstitü binası NATO karargahı olarak kullanılıyor olsa da kendimi Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün saat kulesini gören bir evde doğmuş olmaktan dolayı hep çok şanslı saymışımdır. Sevgili Babam Hayati Kaşkar’dan bir yaş küçük olan, Ekim 1932 Köyceğiz Çöğmen Köyü doğumlu Suphi Tuncer’e ‘baba’ diye hitap edebilmiş, yani ona bu denli yakınlaşabilmiş olmaktan da gurur duymuşuzdur eşim Ayşegül’le birlikte … Yaşamımız boyunca ‘iyi ki tanımış-tanışmış, görüşmüş-konuşmuşuz’ dediğimiz güzel insanlardan biriydi O da …
13 Mayıs 2021’de aramızdan ayrılmış olan Suphi Tuncer’i; Erdal ATICI’nın, Ekim 2012’de yayınlanmış olan, “Anadolu’da Aydınlanma Ateşini Yakanlar” / Köy Enstitülülerle Söyleşiler dizisinin, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları arasında çıkan üçüncü kitabında yer alan söyleşisinde, “Okuyuculara, Öğretmenlere, Gençlere ve Akademisyenlere neler söyleyeceksiniz?” sorusuna verdiği şu yanıt çok iyi anlatıyor aslında:
“Okuyuculara biraz daha sorgulayıcı okumalarını, öğretmenlere her baskıya karşın biraz daha ülke sorunlarıyla ilgilenmelerini, sınıf içi çalışmalarıyla işimizin bitmediğini, halka karşı da uyarıda bulunmalarını, iktidara karşı cesur olmalarını ve mutlaka örgütlenmelerini, gençlerin ülke sorunlarıyla daha fazla ilgilenmelerini, akademisyenlerin de büyük çıkar gruplarının değil halkın yanında olmalarını isterim.”
İşte budur Suphi Tuncer’in vasiyeti …
O’nun çok değerli anısı önünde saygıyla, sevgiyle eğiliyoruz …
#AkbelenOrmanınıVermeyeceğiz!
İkizköy Çevre Komitesi’nden edindiğim bilgilere göre, ‘Akbelen Ormanı’ yaklaşık iki yıldır Orman Genel Müdürlüğü tarafından kesilmek isteniyor, yurttaşlar kestirmiyor.
2019 yılındaki ilk kesim girişiminde idare tarafından alanın endüstriyel plantasyon olduğu söylenmiş, ancak İkizköylülerin ısrarlı eylemleri sonucu orman, kesim programından çıkarılmıştı. Bu yıl başlatılan kesim çalışmaları ise, Tarım ve Orman Bakanı tarafından Kasım 2020 tarihinde imzalanmış olan ve 740 dönümlük ormanlık alanda YK Enerji’ye kömür madeni işletme izni veren karara dayandırılıyor. Kesime karşı duran yurttaşlar, orman kesiminin durdurulması ve kömür madeninin genişletilmesi projesinin ÇED muafiyetinin iptali için imza kampanyası başlattılar.
change.org/ikizkoydireniyor adresinden kampanyaya destek verebilirsiniz.
Hüsamettin Cindoruk: “Barışan Türkiye!”
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun 29 Mayıs Cumartesi günü kendisini ziyareti ile ilgili olarak Halk TV’nin sorularını yanıtlayan Hüsamettin Cindoruk, “Eskiden ‘Konuşan Türkiye’ diyorduk, şimdi ‘Barışan Türkiye’ye ihtiyaç var” demiş. “Yeni kuşak ‘ben bu filmi gördüm’ diyor, oysa ben bu filmde rol aldım, biliyorum” sözleriyle dikkat çeken Hüsamettin Bey’in ülkemiz siyaseti için iyi bir ders olduğunu düşünüyorum.
İktidarın, en son ve en çok hatırda kalan örnek olarak İYİ Parti Lideri Meral Akşener’e hitaben “Dur bakalım, bunlar iyi günler, daha neler olacak neler” sözleriyle özetlenebilecek hal ve gidişinin yanında ‘Demokrat Parti’ çizgisinin yaşayan en kıdemli siyasetçisi olan Cindoruk’un bu sloganını önemseyip biraz öne çıkarmak istedim.