BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
O akşam Akbelen Ormanı için nöbet direnişine Tolga Çandar türküleriyle omuz verecekti. Eşim Ayşegül’le bir koşu oradaydık yine … 4 Eylül Cumartesi akşamı orada “Veda Penceremde Alkış sesleri” başlıklı son yazımdan söz ediyordum Zeki Gümüşel’e … “O kadar çok ölüm üst üste geldi ki” deyip yazımda ‘saygı ve sevgi duruşu’nda bulunduğum ‘arkadaşlarımızın’ adlarını söylerken araya girdi Zeki ve “Tufan Doğu’yu da kaybettik” deyiverdi … Böylesi anlarda sessizlik olmamalı, birileri mutlaka bir şeyler söylemeli, konuşma sürmelidir:
“Ne zaman?…”
“Geçen hafta …”
…
Sağlık sorunları vardı, biliyordum ama … Şu kocaman dünya üzerinde kimi insanlarla ‘hiç ölmeyecekmiş’ gibi yan yana yürür yaşar gider ya insan … Onlardan ‘asla kötü bir haber gelmeyecekmiş, her türlü sorunu çözecek ve yataktan kalkıp, hastaneden çıkıp yürüyüp gideceklermiş gibi’ gelir ya insana …
Tufan Abi de, benim-bizim için öyle bir ‘abide’!
Hiç bi’şey olmaz, yaşarız, karşılaşırız yine, sarılırız … Tıpkı Aydın E Tipi Cezaevindeki ilk açlık grevinin bittiği 20 Haziran 1988 Pazartesi gece yarısı bizim yaşama yeniden sarılmamızı sağlaması gibi.
27 Mayıs’ta başlayan o açlık grevinin ‘haklı taleplerimiz’in çok büyük ölçüde kabul edilmesiyle sona ermesi için içtenlikle çaba gösteren bir ‘büyük insanlık’ örneğiydi O …
Yıllar sonra Muğla Gazeteciler Cemiyeti genel kurulunda yanına gidip ‘o gece’yi anımsatarak kendimi tanıttığımda, bir anda beni kucaklayışını ve yanımızdakilere beni “bu yiğit genci iyi tanıyın, onlar bu ülkenin, cumhuriyetimizin sigortasıdır” sözleriyle beni nasıl da onurlandırdığını unutmam mümkün değil … Sonra sonra değişik vesilelerle her karşılaşmamızda muhabbetimiz bu minval üzre hep artan bir coşkuyla süregitmiş, her seferinde aynı coşku ve içtenlikle sarılmışızdır birbirimize … Bir ‘abi-kardeş’ yakınlığı ile, hatta çok fazlası:
O’na sarılmak ‘yaşam’a sarılmaktı benim için …
O’nu kaybetmiş olmanın çok büyük üzüntüsüyle, henüz tamamlanmamış olan bir çalışmamın kısa bir bölümünü paylaşmak istiyorum siz sevgili okur-yazarlarımla …
Anısı önünde saygıyla, sevgiyle eğiliyorum …
…
Önce, ‘Notlar’ımın birinci bölümünde yer alan, Adalet Bakanlığı’na hitaben kaleme aldığım ve ‘Neden Açlık Grevi’ sorusuna yanıt niteliğindeki 27.5.1988 tarihli o dilekçe ile başlamalıyım.
…
Aydın Cumhuriyet Savcılığı kanalıyla Adalet Bakanlığı’na
ANKARA
Aydın E Tipi Özel Cezaevi’nde 20 Mayıs 1988 Cuma günü başlayan ‘olağanüstü durum’ sürüyor.
Koğuşlardan birinde bulunan ‘tünel’ gerekçe gösterilerek yapılan uygulamalar, işkence düzeyinde seyreden dayak ve çok yönlü yasaklarla dayanılmaz bir nitelik göstermektedir.
İnsanlar ölüme terkedilmiş durumdadır.
Dışarısıyla tüm bağlantılarımız kesilmiş, bütün bu olumsuzluklara karşın; “İyiyim, selamlar” şeklinde gönderilen telgraflar dışında bir iletişime de izin verilmemektedir.
Bu durum karşısında, hiçbir yakınıma “iyiyim” diyemeyeceğim koşullarda ve aynı cezaevinde bulunan eşim ile yaptığımız haftalık mûtad görüşmelerden bile mahrum kalarak yaşadığım şu günlerde, aşağıdaki isteklerimle gerekçelendirerek, ‘süresiz açlık grevi’ne gitmeye karar vermiş bulunuyorum.
İstemlerim:
1.Hücrelere atılan arkadaşların koğuşlara verilmesi,
2.İşkenceciler hakkında soruşturma açılması,
3.Tüm eşyalarımızın geri verilmesi ve ‘tek tip elbise’ uygulamasına geçilmemesi,
4.Yemekhane ve havalandırmaların açılması,
5.Mektup trafiğinin serbest bırakılması ve telgraflara konan ambargonun kaldırılması,
6.Günlük ve süreli yayınların verilmesi,
7.Radyo, teyp ve tüp verilmesi,
8.Çayın piyasa fiyatından satılması,
9.Açık görüşler için, ‘Üçüncü dereceden akrabalar’ da dahil olmak üzere geniş bir çerçeve çizilerek, varolan sınırlamaların kaldırılması,
10.Kapalı görüş yerlerinin görüşmelere uygun duruma getirilmesi,
11.İsteyen hükümlünün istediği cezaevine gidebilmesi,
12.Cezası bir senenin altına düşen hükümlülerin, istedikleri ‘kaza cezaevi’ne gönderilmeleri.
Bu istemlerimle gerekçelendirerek başladığım açlık grevimin Aydın E Tipi Özel Cezaevi’nde insanca yaşama koşullarının tesis edilebilmesi yönünde bir ‘son çare’ olduğunu ve gereğinin yapılması hususunu bilgilerinize arz ederim. Saygılarımla. (27.5.1988 Cuma 02:12)
Ve ‘notlar’ımın 25’inci bölümü …
20 Haziran 1988 Pazartesi saat 00:59. Bu satırları yazmaya başladığımda açlık grevi bitirilmişti.
Şu ana dek herhangi bir değişiklik yok. Olacak değişiklik de süt-bisküvit ve uygun bir çorba … Bekliyoruz.
Annem ile Babama telgraf yazdım, sabaha gidecek. Ayşem’e de bir not yazıp az önce gönderdim.
Çok değişik, çok hoş bir duygu bu!
SHP’li parlamenterler gelmiş … Temsilcilerin son çağırıldıklarında görüşmede onlar da varmış. SHP’li heyette şu isimler varmış: Muğla Milletvekili Tufan Doğu, eski Denizli Milletvekili ve Barış Derneği davası sanıklarından Mustafa Gazalcı ve Mersin Milletvekili Ethem Cankurtaran.
Görüşme çokça uzun sürmemiş. İstemlerimizi yinelememiz istenmiş ve tümü, ya istenildiği şekliyle ya da makul bir zaman-mekan çerçevesinde kabul edilmiş. Sermayesi ‘verilen sözler’ olan bu sonuç, önümüzdeki günlerde ve dönemde bizzat milletvekillerince, “denetleyeceğiz” sözü verilerek alınmış.
Haberin kesin olarak alındığı anda Ekrem’i ve Mustafa’yı kucaklayıp yemekhanede koşturdum. Sarıldık öpüştük. Servet Hoca (Ziya Çoraklı) uğradı. Alkışlarla karşıladık onu. Çok güzel bir andı …
Şu anda daha fazla yazamayacağımı hissediyorum.
Bugün sabaha dek uyumayacağız sanırım.
Mutluyum … Başka ne olsun!
(01:17)
Çok duygulandım…..