Kürşat Şahin YILDIRIMER / Dr. Psikolog-Refleksolog
Yahudilikte ise kadın erkeğin hizmetçisidir. Yahudi inancına göre erkek kadından üstündür ve kadın ona hizmet etmelidir. Bunun gerekçesi de Âdem’i Havva’nın yoldan çıkardığına inanmalarıdır. Bu sebeple kadın lanetli kabul edilir. Tevrat’ta “Kadın, ölümden acıdır. Allah nezdinde iyi kimse, kadından kurtulandır. Binde bir erkek arasından bir iyi adam buldum, kadınlar arasında tek bir iyi bulamadım” ibaresi yer alır. Antik Yunan felsefesi, Hammurabi yasalarından gelen fikirler, bu tahrif edilmiş Tevrat’ta işlenir.
Hıristiyanlığın kadına bakış açısı da Yahudilikten çok farklı değildir. Hıristiyanlık, kadını vesayete muhtaç kabul etmekle birlikte onu “pis varlık” sözleriyle nitelendirir. Bu sebeple de bekârlığın Allah katında evlilikten daha şerefli olduğu belirtilmektedir. Şövalyeler, rahibeler ve papazlar, bu inanışın gereği olarak evlenmezler.
Çünkü evlenmek, “şeytan’ın kapısına gitmektir.” Bu da kadının güzelliğinden sakınılması gerektiği, onun fitne ve gururunun İblis’in silâhı olduğu teziyle güçlendirilir. Bu düşünce katılığına tepki olarak Hıristiyanlığın, hatta İslâm’ın gelişinden yüzyıllar sonra Rönesans ve Reform ortaya çıkmıştır. Ancak bu değişimler dahi Batıda kadının fert olarak tanınmasını ve sosyal haklarının iyileştirilmesini hemen sağlamamıştır.
Yirminci yüzyılın başlarına kadar bekar bir kadının, velisinin izni olmadan akit yapmaya ehil olmadığı düşünülmüş ve tıpkı bir akıl hastası gibi kısıtlı olarak kabul edilmiştir.
Batıda çok feci şekilde yaşanan kadın hakları ihlallerinin 1900’lerin başında İngiltere, Kanada ve Fransa gibi ülkelerde değişmeye başlamasıyla durum tersine dönmüştür. Meselâ Kanada’da kadının birey olarak kabul edilmesi 1929’larda gerçekleşir ki bu çok yakın bir tarihtir.
Garpta kadın ferdiyetinin onaylanması ilk kez İngiltere’de, o da ilginç bir şekilde vuku bulur. Bilindiği gibi İngilizcede cinsler arasında ayırım yapmak için “he” [erkekler için kullanılan “o” zamiri] ve “she” [kadınlar için kullanılan “o” zamiri] kelimeleri kullanılır. 1900’lerin başında Kanada’da avukatlık yapan bir kadın, hâkim olduktan sonra kendisine birey olmadığı, yasalarda “he” değil “she” yazdığı söylenir. Kadınlar bu olay üzerine başlattıkları hukukî mücadele sonrasında erkeklerle eşit haklara sahip olabilmişlerdir.
Yirmi birinci yüzyıldan farklı olarak geçmiş çağlarda Batıda kadın, erkekler tarafından küçümsenmiştir. Erkekler, düşünce yeteneklerinin zayıf olduğunu düşündükleri karşı cinsi köleleştirmişlerdir.
Özgür olmadığı için hakkını arayamayan kadının durumu, Fransa gibi büyük bir devlette dahi ancak 1938’lerden sonra değişmiştir.
Son din İslâmiyet’te kadının sosyal konumunu incelersek, bilhassa Hz. Muhammed zamanında toplumda çok aktif olduklarını görürüz.
Osmanlıların da kadını eve hapsettiğini düşünmek yanlıştır. Fakat geleneksel baskı bu çağda şekil değiştirerek devam etmektedir. Kadının cinsel kimliğiyle var olup, toplumsal konumunun bu şekilde belirlenmesi mi onun için avantajdır, yoksa imaretler, okullar, hastaneler açarak toplumla ilgilenmesi mi daha iyi bir konum sayılır?
Kadınların en büyük özelliklerinden biri, empatik iletişimlerinin erkeklerden daha güçlü olmasıdır. Empati yeteneğinin kadında daha fazla olması, en çok onun çocuk eğitimi ve yardımlaşmada gösterdiği başarılara yansır.
Osmanlı, kadının bu empati becerisini toplumsal dayanışma alanında kullanmış ve dinin infak kurumunu harekete geçirerek kadına bu alanda rol vermiştir.
Fakat Batıda bilhassa Orta çağda kadın sadece cinsel kimliğiyle anılmış, hiçbir şekilde diğer sosyal kimliklere sokulmamıştır. Orta çağda ilim, kültür, sanat hayatında etkin kadınlar görmek güçtür. Buna tepki olarak da Batıda daha sonraki dönemlerde cinsel özgürlük akımı ortaya çıkmıştır.
İnsanlık tarihi, büyüyen bir insan gibidir. Bilhassa kültürel gelişim sürecinde toplumların hatalarıyla karşılaşmak ihtimali daha çoktur. Nasıl ki bir çocuğun yetişme çağında yaptığı hatalar erişkinlik sürecinde son bulursa, insanlığın yanlışları da olgunlaştıkça azalır. Şu esnada erişkinlik dönemini yaşayan insanlık, bugüne kadar edindiği kültürel birikimi göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.
Ancak burada, üzerinde önemle durulması gereken bir husus var:
İnsanî değerleriyle anılmak isteyen modern kadın, aklın geliştirilmesine çok önem vererek onu kutsallaştırdı. Mantık ve muhakeme ile ilgili melekelerini yücelten kadın, biyolojik doğasına aykırı davranarak duygularla uğraşmayı zayıflık şeklinde algıladı. Biyolojik doğasına aykırı davrandı; çünkü kadın beyninde daha çok, duygusallıkla ilgili hücre vardı. Bunun en büyük ispatı, son yıllarda duygularımızın yaşantımızdaki önemi anlaşıldıkça ortaya çıktı.
Toplum, aklı ile birlikte duygularına yaslanmayı da başardıkça, kadınların sosyal roldeki kıymeti artmaya başladı. Kadının sevgi veren, insanlığın sevilme ihtiyacını gideren bir unsur olarak vazgeçilmezliği kanıtlandı.
Bu durumun benzeri, antik Yunan çağında da yaşanmış olmasına rağmen, insanlığın tam olgunlaşmamış olması ve iletişim eksikliği, kısa zamanda kazanılan hakların kaybedilmesi sonucunu vermiştir. Bu haklar, kadını cinselliğinin dışında “insan” kimliğiyle görebilirsek günümüzdeki hukuk modeli çerçevesinde de devam ettirilebilir. Eğer antik çağda Yunanlıların yaptığı hata yapılmazsa, yani kadın düşünürlerin varlıklarını hissettirmeleri suretiyle sosyal hayatta aile odaklı yaklaşımlar güçlenirse, her iki cinsin de mutlu olabileceği bir toplum oluşur. Kadın ve erkeğin bencil olmadan bağımsız kalabileceği, kimsenin kimseye üstünlük sergilemeyeceği bir beraberlik oluşabilir.
Bunu yapmak, rol paylaşımlarını iyi bir biçimde gerçekleştirmekle mümkündür. İnsanlık şu anda bu olgunluk düzeyine sahiptir. Aslında konuyla alâkalı tartışmalar, insanlığı geliştireceği ve ileriye taşıyacağı için iyiye işarettir.
Bir kişinin insaniyetiyle cinsiyet kimliğinin doğru noktalarda değerlendirilmesi, topluma doğru şeyler kazandırır.
Kadının kendi yönetimini gerçekleştirebilmesi için, kimliğinin farkına varması ve kendini, toplumu doğru tanıması gerekmektedir.
İnsanlığın şu anda geldiği nokta, “kadın ve erkeğin birbiriyle savaşan değil, birbirini tamamlayan iki varlık olduğu” gerçeğidir. Özel bir yetenektir. O, çocuğu veya sevdiğiyle ilgili olarak beş duyunun tespit edemediğini görmektedir.
Annelik duygusunu anlamaya çalışırken, bu duyguyu biyolojik boyutuyla da kavramak gerekir. Annelik tandansı [eğilimi] içinde, hem duygu hem de beyinde yazılı bir programın uygulanması vardır. Çocuk olduktan sonra annenin beyninde yazılı olan program devreye girer ve artık anne ona göre duygular yaşar. Meselâ bu dönemde lohusalık depresyonu oluşur. Bu süreç bazı kadınlarda daha belirgindir ki, onların beyinlerinde serotonin azalır. Serotonin, insanın ruh hâlini yöneten hücrelerin kimyasalıdır. Kişilerde bu madde azalırsa, ortaya depresif bir eğilim çıkar. Yalnız kalan annelerde lohusalık psikozu, “Çocuğuma bakamayacağım!” korkusu oluşur. Bu sebeple bizim geleneklerimizde lohusa kadın 40 gün yalnız bırakılmaz.
Bu sonuca, deneyerek ulaşılmıştır. Özellikle ilk çocuklarda anne, “Çocuğa bakamayacağım, ona iyi annelik yapamayacağım; çocuğun nefesi durursa?…” gibi korkular taşır. Hatta bu korkular yüzünden, uyuması gerektiği hâlde uyuyamaz. Ama yanında birisi olursa, “Çocuğuma bakan biri var” diye düşünerek rahatça uyuyabilir.
Uyumama hâlinde beyindeki serotonin daha da eksilir ve kişi kendini güvende hissedemez. Anneler bu dönemlerinde yavrusu için kolayca tehlikeye atılabilir. Bu duygunun, beyindeki genetik programın harekete geçmesiyle ilgili olduğu düşünülebilir.
Kadın psikolojisini genel anlamda insan psikolojisinden net sınırlarla ayırmak mümkün olmamakla birlikte; beynin çalışma kuralları, toplumsal ve aile içindeki roller, annelik, cinsellik açısından değerlendirmelerin farklı bakış açısı gerektirdiğini söy-lememiz yerinde olacaktır.
Sevgiyle kalın.
KAYNAKLAR –
l. Andreasen, N. C. / Cesur Yeni Beyin (Çev. Yıldırım B. Doğan), Okuyan Us Yayın, İSTANBUL. 2003.
2. Baker, C. Silwı, P. / TheRelatiomhipBenı/ceoMoleScxuelDysfıınctionandBlicf in Zihclgerd’sMydıs. World BehaviorT-lıcmyCongress 5-10 Eept. 1988, Edinburgh.
3. Bireda, M. R. Aşk Bağımlılığı (Çev. Meltem Erkmen), Epsülon Yay, iSTANBUL, 2001.
4. Cooper, CL. / Stres, MedicineamdHealth, Handbook CRP Press, lnc. 1996, Boca Foton, New York, London, Tokyo.
5. Cıenslıaw, Tl, GoldbergIp, SexualAspectsofNeuroclıcmistıy, Ctenshowl’l, Goldberglp (Ed.) SemelPharmacology, Newyork W.W:Noı1en, Comp. l996.
6. Damasio A. R. / Unity of Knowledge, the Convergence of Natural and Human Science.
7. Tarhan, N. / Kadın Psikolojisi, Timaş Yayınevi 2002, İstanbul.