GÖRDÜKÇE… / Eczacı Bengi MERGEN (E.)
14 Mart Tıp Bayramı… Ülkemizde 18. Asrın başlarında başlayan tıp eğitimi ve öğretimi uzun yıllar Fransa tıbbının etkisinde devam etmiş, daha sonraki dönemlerde Alman ekolü revaçta olmuş ve Hitler’in 2. Dünya savaşı esnasındaki baskısına dayanamayıp Atamız tarafından davet edilen Alman Bilim İnsanlarının gelmesiyle Türkiye Cumhuriyetimizin bilim ve üniversiteler programı şekillenmiştir.
Bizdeki Hekimlik’te teorik bilgilerin pratikle desteklenmesi suretiyle, laboratuvar ve görüntüleme teknolojilerinin gelişmesiyle semptomdan (belirti, sıkıntı, problem) muayene ile teşhise doğru çok isabetli tanılar koyabilen yetenekli, bilgili, donanımlı bir hekim ordusu yetişmiştir.
Bugün bizdeki cerrahi ve tedavi ABD’den hiç de geri değildir.
Klasik lise öğretiminin üzerine 6 yıl Tıp Fakülte (iki yılı kliniklerde rotasyon) üzerine 4 ila 6 yıl daha uzmanlık çalışma süreci, yaklaşık 1,5 yıl askerlik görevi, hem fakülte sonrası klinik çalışma, hem de dünyadaki en zor sınav kabul edilen TUS’u (tıpta uzmanlık sınavı) kazanarak, uzmanlık sonrası mecburi hizmet… Hiç dönem kaybetmezse 31-32 yaşında bir uzman doktor… Üstelik Türkiye’mizde devlete en pahalıya mal olan, hayatımızı, bedenimizi, sağlığımızı teslim ettiğimiz doktorlarımız…
Bu, doktorlarımızın ömürleri boyunca devam etme mecburiyeti olan eğitim… Bütün somut bilimlerde olduğu gibi dünyada da çok hızlı değişimlere uğrayan, daha doğrusu gelişen bilim ve teknolojiyi kaçırmama zorunluluğu…
Demeye çalıştığım o ki: Hekim, devlete de kendisine de pahalıya patlayan, insanlarımız için çok gerekli ve faydalı, saygı duyulması gereken insandır. İnsandır dedim, o da her insan gibi sıkıntılı bir anında olabilir, asık suratlı davranabilir, hatta hata da yapabilir.
Hastanede yatmakta olan hastasındaki olumsuz bir seyir sebebiyle çağırılıp giden bir doktora “Benim hastama bakmadan nereye gidiyorsun?” diyerek saldırmak, şiddet uygulamak çok rastlanır olaylardan oldu son günlerde…
50 küsur sene bu çarkın içinde bulunan bir kişi olarak, çok üzülüyorum. 1960’lı 70’li yıllarda doktorla muhatap olmak bile heyecan duyulan bir olaydı. Hasta sahibi hemen doktorun çantasını elinden alarak taşır ve derdini anlatırdı bir yandan.
Eczaneye bile girerken, ceketini ilikler, ayaklarının tozunu çamurunu silkeler öyle girerdi…
Şimdi “HOCAM” değişi moda… Tek saygı ifadesi bu kaldı doktorlarımıza…
Bu derece değerli, ulvi, ilahi bir işlevi olan doktorlarımızın Kovit-19 salgınının çok ağır geçtiği günlerde nöbet sonrası ayakkabısının içinden su akar gibi, ter akıtan hallerini gördük. Koridorlarda yatıp kalan sağlık personelini gördük… Bu derece zorlu ve ulvi bir mesleğe sahip insanları asgari ücretin altında bir gelir ile çalıştırmak, revayı hak mıdır?
Bu insanların sıkıntılarını anlamak, ümitsiz, karamsar bir psikolojiye mahkum etmek doğru mudur?
60’lı yıllarda insan gücünün yetersizliğini giderdiğimiz Almanya’nın şimdi de doktor eksiğini giderecek durumlar oluştu. Yukarıda bahsettiğim sebeple, genç enerjik doktorlarımız ilk fırsatta Almanya’ya kapağı atma hesabındalar. Yetkililer de “Varsın gitsinler” diyebiliyor, umursuzca.
Hayır gitmesinler… Ülkemiz nelerin üstesinden geldi… 10-12 milyon parasız, pulsuz, giysisiz yarı açlıktaki insanla dünyanın büyüklerini darmadağın etmiş, koca bir devlet, koca bir cumhuriyet kurmuş bir toplumuz biz…
İtalya’da korona süresi içindeki çalışmalarına teşekkür babından fotoğrafta gördüğümüz metal para basılmış…
Biz de koronadan kaybettiğimiz doktorlarımızı saygı ve rahmetle anıyoruz. Kuru kuru da olsa 14 Mart Tıp Bayramınızı kutluyoruz. Gerçek bayram gibi kutlayacağımız 14 Martların özlemiyle…
Doktor Git!!
Prof. Alper Demirbaş…
Organ nakli profesörü.
Geçen hafta şu tweeti attı.
“58 yaşında organ nakli cerrahisi profesörüyüm. Yaptığım işi yapabilmek için tam 19 yıl eğitim aldım. Hala gece gündüz çalışıyorum. Cumhurbaşkanı’nın dünkü beyanından sonra ABD’den gelen iki teklifi ciddiye alarak görüşmelere başladım. Maruzatım budur.”
★★★
Amerika’dan adlığı tekliflerden birinde küçük bir sorun vardı.
Amerikalılar Alper Hoca’nın yaptığı ameliyat sayısına inanamamışlar.
6000 böbrek nakli.
Yüzde 99 başarı.
Karaciğer nakilleri hariç…
Bir doktor nasıl yapar diye hayrete düştüler.
Bu sayı doğru mu diye ameliyat notlarını istediler.
İngilizce’ye çevirttirip bir daha kontrol ettiler.
★★★
Erdoğan “giderseniz gidin” demişti.
Alper Hoca valizini hazırlıyor.
Gidecek.
★★★
Bir ülke, yetişmiş insan gücüne bu kadar hoyrat olur mu?
Bir ülke parlak beyinlerine… Yüksek eğitimli insanına… Bilim adamına bu kadar acımasız yaklaşır mı?
Hadi çekip gittiler diyelim… Onlar giderse yerine ne koyacaksınız?
Yetişmiş kadronuz hazır mı?
Yurt dışından gelmek isteyenler dediğiniz kim?
Suriye’den Afganistan’dan gelen genç asistanlar mı?
Onlarla mı dolduracağız boşluğu…
Hangi tecrübeleri hangi eğitimleriyle bizi ileriye taşıyacaklar?
Hangi makaleleri uluslararası kabul görecek?
★★★
Dünya’da Tıp denince lider ülke Amerika’dır.
Peki ya ardından?
Almanya ve biz geliriz.
Evet… Şaka değil… Ne İngiltere, ne Fransa, ne Rusya…
Klinik deneyim olarak Türk hekimleri dünyada en fazla tercih edilen doktorlardır.
Plastik cerrahide… Organ naklinde… Göz ameliyatlarında… Türkiye’ye akın akın hasta gelmesinin sebebi sağlam bir tıp ekolüne dayanmış olmamızdır.
Almanlarla aynı ekole aitiz.
(O yüzden Türkiye’deki çalışma koşullarından bunalan doktorlarımız başka ülkeye değil Almanya’ya gidiyor. Almanca öğrenmeleri yeterli. Aynı çalışma metoduyla direk göreve başlayabiliyorlar.)
★★★
Peki Alman ekolünü nasıl transfer ettik.
Tıpkı bugünlerdeki gibi…
Savaş korkusunun yayıldığı günlerde…
Atatürk Nazi Almanya’sında sıkışmış dahi profesörleri Türkiye’ye davet etti.
Onlar da geldiler.
★★★
Wilhem Leipmann.
Dünya’da Jinekolojiyi ana dal olarak kuran doktor oydu.
Aynı zamanda ünlü fizikçi Einstein’in da yakın arkadaşıydı.
Hamile kadınların doğum öncesinde muhakkak egzersiz yapmaları gerektiği tezini öne sürmüştü. 1920’lerde oldukça devrimci sayılan bu tezin yanı sıra kadın hastalıkları ve doğum konusunda pek çok yeniliğe imza attı.
1933’de geldiği İstanbul’da 6 yıl çalışabildi.
Ardında bir Jinekoloji anabilim dalı ve yüzlerce iyi yetişmiş öğrenci bırakarak 1939’da İstanbul’da öldü.
Türk mezarlığına gömüldü.
★★★
Dr. Alfred Erich Frank…
Bugün her hastalığa yakalandığımızda ağzımıza leblebi gibi attığımız antibiyotikler var ya…
Hah… İşte o ilaç sınıfını ilk keşfeden bilim insanı Dr. Frank idi.
1933’de Hitler Almanya’sında sıkışmıştı.
Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye kaçtı.
İstanbul’a geldiğinde bizim Dahiliye branşımız mevcuttu ama Dr. Frank ile tam bir değişim fırtınası yaşandı.
Cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı.
Vasiyeti üzerine Aşiyan mezarlığına gömüldü.
İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki talebeleri mezar taşına şunu yazdırdılar.
“Huzur içinde uyu! Türk tıbbı sana minnettardır.”
★★★
Dr. Frank’ın bir asistan hakkı vardı.
O İstanbul Tıp Fakültesi’ne şöyle bir teklifte bulundu.
“Tek maaşı ikiye bölün. Ben iki asistan getirteceğim.”
Dr. Steinitz ve Dr.Bruck…
Bu iki genç doktor da hocalarının izinden giderek Dünya bilimine inanılmaz katkılar yaptılar.
Mesela Dr. Steinitz Türkiye’de ilk kez konserve kan nakli alt yapısını kurdu. Yani bugünkü kan bankasının ilk temellerini attı.
Dr. Bruck ise İstanbul Tıp Fakültesi’ne tahlillerin yapılacağı ‘İç Hastalıkları Klinik Labortuvarını’ hayata geçirdi.
Kısıtlı maaşlarıyla tutumlu bir hayat yaşadılar. Sadece bilim yapmayı düşündüler.
Yıllar sonra Dr. Steinitz İsrail’e göç etti. Orada Dünyada ilk yapay böbrek naklini gerçekleştirerek tarihe geçti.
★★★
Peki ya cerrahi?
Dr. Rudolf Nissen…
Pnömonektomi yani akciğerin bir bütün olarak çıkarılması ameliyatını dünyada yapan ilk kişiydi.
O da Atatürk’ün davetiyle İstanbul Tıp Fakültesi’ne gelmişti.
Modern manada ilk anestezi aygıtını Türkiye’ye Prof. Nissen getirdi.
Onlarca yeni teknik geliştirdi.
Reflü hastalığında yapılan ameliyatın adı halen onun adıyla anılıyor.
“Nissen ameliyatı”
Nissen Hoca yüzlerce Türk öğrenci yetiştirdi.
★★★
Pediatri’ye geçelim mi?
Dr. Albert Eckstein…!
Türkiye’nin dört bir köşesinde bir dizi klinik kurarak çocuk hastalıklarının tedavisine çok önemli katkılarda bulundu.
Karısı ise Türkiye gelen “göçmen şifacıların” içinde kamu sağlığıyla en fazla ilgili olandı.
Dr. Erna Eckstein…
Bayan Eckstein istatistik toplamak için ülkenin dört bir yanını karış karış gezdi. Özellikle Anadolu’daki köyleri tek tek taradı.
Hangi bölgede hangi çocuk hastalığı çok görülüyor? Sebepleri neler…? Tek tek araştırdı, onlarca bilimsel makale kaleme aldı.
Mesela beslenme bozukluğu olan çocuklarda görülen Noma hastalığının kökü bu karı koca sayesinde kazındı.
★★★
Dr. İgersheimer…
Belki İstanbul Göz Kliniği’ni o kurmadı… Ama çok başka yerlere taşıdı.
İlk kornea ameliyatını Türkiye’de o yaptı.
Yıl. 1935.
★★★
Diş Hekimliği’nde Prof. Dr. Kantorowicz… Kardiyoloji’de Prof. Dr. Hellmann… Dermatoloji’de Prof. Dr. Marchionini… Patoloji’de Prof. Dr. Schwartz….
Daha saymayayım.
★★★
Mesele…. Kendi parlak beyinlerini koruyup, tıbba öncülük eden yabancı bilim insanlarını ülkemize getirebilmektir.
Yoksa… Göz bebeğimiz Türk doktorlarımızı kovalayıp, Suriye’den Afganistan’dan hayata tutunmaya çalışan genç asistan almak başarı değildir.
★★★
Sonra…
Aradan 15-20 yıl geçtiğinde…
Bilimsel makale liginde küme üstüne küme düşünce…
Clevland da fellik fellik doktor aramaya başlayınca…
Ağlamayalım…
Dış güçler mış güçler diye…
★★★
Gürkan Hacır.