BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Yaşamım boyunca pek çok kez kendime ‘acaba yanlış mı yapıyorum’ sorusunu sormuşumdur. Gazeteci olarak yıllarcadır yaptığım iş ‘yazmak’ olduğu için bu soru kalıbını, ‘acaba yanlış mı yazıyorum’ olarak okumanızda yarar görüyorum. Bunun bir de ‘gazete yazısı’ yani ‘hızlı yazarlık ürünü’ olduğu düşünülürse, bu soru kalıbının mana ve ehemmiyeti çok daha artmaktadır.
Yazdıklarımı kaç kişilere ulaştırıp da anlatmaya çalıştıklarımın ne kadar doğru anlaşılmasını sağladığımı ise bilemem. Elbette çok okunmanın, daha fazla, çok daha fazla okunmanın ve ötesi olumlu-olumsuz eleştiriler almanın da en çok arzu ettiğim okur-yazar ilişkisi olarak altını çizmeliyim. Ancak ne yazık ki toplum olarak eleştiri-özeleştiri mekanizmasına olan güvenimiz, olabilecek en düşük seviyede seyretmektedir ve dolayısıyla, genellikle haberiniz olmadan, ‘eksik-yanlış anlamalar’dan kaynaklanan ağır ya da hafif yaralanmalar, biz gazetecilerin en sık karşılaştıkları ‘iş kazası tipi’dir.
En büyük sorunlarımızın başında ise, kendinizce belirlediğiniz dert gündemine ilişkin hızlıca yazdıklarınızla, beyan ettiğiniz fikirlerinizle çevreye verdiğiniz rahatsızlıkların ne denli gerekli, ne kadar önemli bir işlevinin olduğunun yeterince, hatta hiç anlaşılmamasıdır.
Bir yere kadar, verdiğiniz ‘rahatsızlık’ gazeteciliğiniz adına başarı olarak görülüp kayda geçebilir ama bu ‘başarı alanı’ndan çok daha geniş bir alan vardır ki, yazdıklarınız ‘mesleki refleksler’ olarak görülmeyip ‘siyasi saikler’den kaynaklandığı varsayılır.
Gazeteciliğin, siyaset alanına rahatlıkla girip çıkabilen bir meslek olması nedeniyle bu risk hep vardır ve tarafımızca en başta göze alınmaktadır. Dolayısıyla bu yazdıklarımın bir tür ‘yakınma’ olarak görülmesini, değerlendirilmesini istemiyorum. Sadece, en genel anlamda gazetecilik pratiklerinden söz etmeye çalışıyorum.
Sonuçta ‘bağımsızlık benim karakterimdir’ diyerek verdiğiniz rahatsızlıkların yarattığı rahatsızlıklar da gazeteciliğin fıtratında vardır. Mesleğimizi onurla, gururla sürdürebilmek, bu anlamda kolay değildir.
İlçemizde son birkaç haftadır birinci sıraya yükselen Tuzla Sulak Alanı gündemine getirmek istiyorum sözü …
Birincisi, yazılarımın ‘Sulak Alanıma Dokunma!’ cephesinde olmasından zerrece pişmanlık duymuyorum.
Bunu, Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat’ın yaptığı son açıklamanın sonrasında bir kez daha vurgulamak istedim. Çünkü Sayın Başkan da; başka çıkış yolu, başka bir seçenek, bir kurtuluş çaresi bulamadıkları, kalmadığı için ‘Ruhsat Çıkmazı’na girdiklerini belirtmiş ve ötesi bu projeye ‘karşı’ olduğunu da sözlerine eklemiştir.
İkincisi, “ruhsatı biz vermeseydik bakanlıktan alacaklardı” denkleminde ‘sorumluluk sahipleri’ ve ‘sorumluluğu olmayanlar’ gibi ayrı ara başlıklar altında yer alıyormuş gibi görünsek de, yaşamın-kaderin garip cilvesi mi desek ne desek bilemedim ama, ‘çevreye karşı duyarlılık paydası üzerinde’ birlikte durduğumuza ilişkin bir durumu yaşıyoruz.
Elbette yaşam hep ‘siyah ve beyaz’ kadar net, farklı ‘iki seçenek’, ‘iki taraf’, ‘iki durum ya da duruş’tan ibaret olamıyor. Aralarında şaşırtıcı ayrıntılarda o kadar çok şey olabiliyor ki, yaşadıkça şaşırıyor insan, yaşadıkça öğreniyor.
Gelinen noktada, sulak alana yaslanmış projenin bir bölümü için verilen yapı ruhsatı nedeniyle Belediye yönetimine eleştirilerimi, Başkan Tokat’ın yaptığı açıklamaları da titizlik ve içtenlikle dikkate alarak, 29 Mart Salı günü yapılan basın açıklaması sonrasında dile getirmiş tek gazeteci olarak içim çok rahat. Bu tür karmaşık sorunların ‘kaotik-karmakarışık’ haller oluşturmaması için, her zaman yapılabilecek bir şeyler olduğu kesin. Aslolan, ‘ortak akıl’ için kullanılabilecek tüm mekanizmaların kesintisiz olarak devrede tutulabilmesi, çalıştırılabilmesidir. Milas Kent Konseyi genel kurulunun, Tuzla Sulak Alanı ile sınırlı bir gündemle toplantıya çağrılması yönündeki talebimi, tam da bu nedenle dile-gündeme getirdim.
Bunun yanında, Tuzla Sulak Alanı’nın korunması için canlı, hareketli, yaygın, örgütlü bir kitlesel gücün varlığı; kaynağını Anayasa’dan alan bir haklılık ve sorumluluğumuzdur ve Milas Belediyesi’nin de mevzuat sıkışıklığı yüzünden geldiği noktada beklemekte olduğu ‘ÇED olumlu kararının iptali’ için de en önemli umuttur. Verilen ruhsatın iptalinin de ancak bu yolla mümkün olabileceğini ve beklentimizin bu yönde olduğunu belirtmekten ve nihayet o noktada Sayın Başkan ile ayrı düşmediğimizi bilmekten ötürü mutluyum.
Ola ki ‘projenin yürümesi bu yolla durdurulamaz ise’ sonraki mücadele sürecinde ayrı düşmeme dileğimi de ekleyip noktayı koymalıyım.
Akbelen Ormanımız, Zeytinlerimiz ve Tuzla Sulak Alanımızın da içinde olduğu çevre duyarlılıkları ile mücadele eden herkesleri sevgiyle selamlıyor, kolaylıklar, başarılar diliyorum.
Mustafa Gül’e veda …
O hepimizin ‘Mustafa Amca’sıydı. Sakin, çalışkan, yetenekli, içtenlikli güzel insan: Mustafa Gül.
O’nu tanıdığımda Selimiye Belediye Başkanı idi. Yıl 1995. Bodrum Gündoğan Belediyesi’nde, merhum Hasan Yılankaya’nın Belediye Başkanlığı günleri. 1997 Haziranına dek yaklaşık iki yıl Belediye’nin Basın-Yayın Halkla İlişkiler Danışmanı olarak çalıştığım dönemde Başkan Yılankaya ile dört beş kez İzmir yönüne gidiş dönüşlerimizde Mustafa Gül’e mutlaka uğrar, çayını kahvesini içerdik.
Karşılaşmalarından itibaren Selimiye’den ayrılışımıza dek gözlerinin içi güle güle konuşurdu iki başkan. Bu tablo beni hep çok etkilemiş, hep çok mutlu etmiştir. Milas’ın Selimiye beldesi ile Bodrum’un Gündoğan beldesi arasında, belediye başkanlarının gözlerinin içine dek nakşolmuş yüksek sevgi-dostluğa dayalı coşkulu muhabbet tablosu gözlerimin önünde …
Sonraki yıllarda Selimiye denince önce Mustafa Amca gelir oldu yüreğime …
Selimiye’ye gidip de Mustafa Amca ile karşılaşıp sohbet ettiğimizde, ona hitaben hep çok saygıyla hep çok sevgiyle cümleler kurduğumu anımsıyorum. Kendisine saygımı, sevgimi yeterince ifade edebildiğim için yanından hep mutlulukla ayrıldığımı anımsıyorum …
Elbette insanın yaşamında böyle tanışıklıklarının olması güzel.
…
1977-1980 ve 1989-1999 yılları arasında Selimiye Belediye Başkanlığı yapan Mustafa Amca’nın ardından 1999-2004 yılları arasında Eczacı Süleyman Serin’in bir dönem başkanlığının sonrasında 2004-2014 yılları arasında iki dönem belediye başkanlığı yapan oğlu Mehmet Gül de tıpkı babası gibi sakin, çalışkan, yetenekli, içtenlikli güzel bir insan olarak kayıtlıdır yüreğimde …
Bu vesileyle Sayın Serin’i de sevgiyle anıp selamlamadan geçmemeliyim …
…
Geçen Pazar günü okunan selanın ardından ‘Mustafa Gül’ adını duyar duymaz arayıp başsağlığı ve sabır dileklerimi ileterek “Cenazeye katılabilir miyim bilemiyorum” dediğimde “Araman yeter abi!” sözünün tınısında hissettiğim içtenliktir benim, bizim, tanıyan herkeslerin Gül ailesine saygı duymamızın öncelikli nedeni …
Ailesine, sevenlerine başsağlığı ve sabır dileklerimle, anısı önünde saygıyla eğiliyorum …
Elbette Hasan Yılankaya’yı da bu saygı-sevgi duruşuma dahil ederek …