Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Bazen merak ederim, insan bir şey yaparken, akıl ve vicdan gibi iki kontrol aşamasından geçer/geçmelidir. Bu sayede yaptıklarını bilinçli ve isteyerek yaptığını kabul ederim. Tabii bazen yanlışlık ve hata dediğimiz durumlar da söz konusu olabilir ve kabul edilebilir. Ancak bu sürekli tekrarlanıyorsa, buna hata veya yanlışlık denilebilir mi?
Uzun bir süredir ülkemizde bazı şeyler farklı şekilde ve tekrarlanarak sürmekte. Bu da bana, ‘bunlar hata ile oluyor olamaz’ dedirtmekte. Veya daha cesurca “bilerek ve isteyerek” yapılıyor düşüncesini üretmeme neden oldu.
Bu düşünce ise tüylerimi diken diken yaptığı gibi, ne oluyor ve neden sorularını sormaya yöneltti.
Neydi bu konulardan bazıları;
En son Çanakkale köprüsü açılışında Sayın Cumhurbaşkanı halka hitap ederken “devletin kasasından bir kuruş bile çıkmıyor” demenin birkaç dakika sonrası “verilen garanti gerçekleşmez ise hazineden karşılanacaktır” demeyi çok rahat bir şekilde ifade etti. Geçiş ücretini ise ifade ederken “cık” eki ile geçiş ücretini küçümseyen veya önemsiz bulan bir yaklaşım sergiledi.
Oysa iktidarın, “cebimizden bir kuruş çıkmadan yapıyoruz” dediği YAP-İŞLET-DEVRET projeleri devlete, dolayısı ile halkın sırtına Cumhuriyet tarihinin en büyük yükünü yükledi. Üstelik onlarca yıl sürecek ve yabancı para cinsinden. Bu süreyi üç kuşak diye ifade edersem yükün süresini daha iyi anlatmış olurum. Üstelik bu projeler, halka yüklenilen maliyetin kimi onda birine, kimi onda üçüne yapılabilecekken! Kimi ise hiç gerek yokken!
Peki neden böyle yapılarak ülkeye zarar verilir? Üstelik bu bir değil, iki değil onlarca işlerde yapılır? Neden?
Ülkenin ekonomisini bozmak, kendilerine ne gibi bir fayda sağlamış olabilir? Kime fayda sağlamış olabilir?
Her ilde üniversite açacağız iddiası ile ne yapmaya çalıştılar dersiniz? Plansız o kadar çok üniversite ve bölüm açtılar ki, buralara sadece öğretim üyesi bulmakta zorluk yaşamadılar, öğrenci de bulup bölümleri dolduramadılar. Öğretim üyesi açığını, nitelikleri ve alınış yöntemleri sorgulanacak şekilde doldurmaya çalıştılar. Öğretim görevlisi sağlamak için kanunla alımlarda basitleştirme de yaptılar. Öyle bir noktaya geldiler ki sırf bölümleri doldurabilmek için sınavdaki barajı bile kaldırdılar!
Peki Almanya’dan daha fazla üniversitemiz olması veya daha fazla üniversite öğrencimiz olması bizi daha üst lige mi taşıdı? Akademik yayında artış mı oldu? Bilimsel platformda daha fazla buluş mu yapıldı? Ülkemize ne faydası oldu?
Neden?
Ülke eğitimini bozmak iktidara veya ülkeye ne gibi bir fayda sağlamış olabilir? Kime, kimlere fayda sağlamış olabilirler?
‘Adalet mülkün temeli’, her şeyi özetleyen çok güzel bir ifade. Varlığın temel taşı. Olmadığında varlığından bahsedemeyeceğin bu denli önemli ve hayati bir konuda her yurttaşın kayıtsız şartsız kararlarına saygı duyacağı veya uyacağı bir yapıdan bu hale nasıl geldi bu iktidar? Tarihimizde zaman zaman çalkantılar olsa da hiç bu kadar siyasallaşmış bir adalet yaşanmamıştı. Peki nereden anlıyoruz bunu? Ülkeyi yöneten iktidar sahipleri/sahibi “ben bu kararı tanımıyorum” derse, gerisini konuşmanın bir yararı var mı? Birinci derece mahkeme Anayasa Mahkemesi kararına uymaz olur biter.
Olan budur!
“Ben buradayken rahibi kimse alamaz” deyip, tarihimizde hiç bu kadar aşağılanmamıştık diyeceğimiz bir mektup sonrası rahibin bırakılması. Son örneğin de beş müteahhite yaptırılan işlerin tahkime gitmesi gerektiğinde ilgili mahkemenin Londra’da olması! İşte söylediğimiz mülk-varlık burada kendisini buluyor.
Neden?
Ülkenin adalet sistemini sadece kendi dediğini yapar hale getirmenin ülke genelinde ve kendinden sonrayı da düşünürsek kime faydası var? Bundan ülke bir fayda görebilir mi?
Yirmi yıldır yönettikleri, son üç yılı ise tek başlarına yönettikleri ülkede halâ, şunları yapacağız bunları düzelteceğiz gibi açıklamalar karşısında insan sormadan edemiyor. Peki neden yirmi yıldır yapmadınız? Kim engel oldu size?
Hiçbir denetim olmadan her istediğinizi istediğiniz gibi yapmadınız mı? Yoksa yapamadınız mı?
Milyonlarca insan işsizlik içinde hayatlarını devam ettirebilmek için ne fedakarlıklar yapabilirken sizler liyakatı tam olarak bilinemeyen kişilere, devletin-halkın cebinden yüz binlerce liralık maaşlar verdiniz ve vermeye devam etmektesiniz. Bir yanda 19 temizlik işçisi alınacak yere 17 bin müracaat olurken ve bunun 2 bini üniversite mezunuyken bu kabul edilebilir bir iş mi? Bu adalet mi?
Neden?
Halkın bir kısmı dost, bir kısmı değilmiş gibi yaşanmak zorunda kalınıyor? Bunun ülkeye bir faydası var mı? Bu durum bizi nasıl bir geleceğe götürecektir/götürmektedir?
“Faiz sebep, enflasyon netice” diyerek gelinen nokta tam bir felakete dönüşmüş durumda. İktidarın dayattığı bu enteresan ekonomi politikasıyla 85 milyon insanımızın çok daha fakir bir duruma düşmüş olması, enflasyonun çift hanelere gelmiş olması, dövizin geçen yılın iki katına çıkmış olması ve açlık sınırının 4 bin lirayı geçmiş olması gibi sonuçlar ne yazık ki “ben ekonomistim” diyen sayın Erdoğan’ı durduramamakta. Ülke hızla fakirleşirken, uğradığı ekonomik kayıp bugüne dek yaşamadığı hasarlara neden olmakta.
Cumhuriyetin kuruluş ve takip eden zamanlarında yapılan tesislerinin satılmasını, limanların, tarlaların, arsaların, suların satışı izledi. Satılmadık bir şey bırakmayan iktidar ülke geleceğini de satmaktan çekinmediğini göstermiştir. Öyle bir Hazine ve Maliye Bakanı olacaksınız ki, “milli paramız en değersiz seviyede, daha değersiz olamaz” diyecek ve bu genel durumu da gözlerinizdeki ışıltı ile açıklayacaksınız.
Gün geçmiyor ki zamsız bir gün geçsin. İktidar, şimdilerde zamlanan her ürün için üreticiyi, aracıyı veya bir başkasını suçlamakta. Her gün akaryakıta gelen zam için, elektrik, haberleşme, internet ve pek çok devlet hizmeti neden zamlanmakta. Dış piyasa koşulları demeyin, Avrupa’da akaryakıt ve enerjiye yüzde 20-35 arasında zam yapılmışken bizdeki zam yüzde 100’ler seviyelerinde olmakta.
Günümüzde en yüksek faiz ile borçlanan iktidar bütün bu yanlışları neden yapar? Yarını yok mu saymaktadır?
Neden?
Ülke ekonomisinin dönülmez noktada iflasa gitmesinin iktidara ve ülkeye nasıl bir faydası olabilir?
Ülkesini seven, onun geleceğini daha iyi yapmak için uğraşan bu yapılanları yapabilir mi?
Bütün bu yanlış diyebildiğimiz işler, bilmeden, yanlışlıkla yapılabilir mi?
İşte çokça üzerinde düşündüğüm bu, bu yapılanlar yanlışlıkla, hata ile yapılmış olabilir mi?
Sonuç alınamadığı, işlerin iyi gitmediği görüldüğü halde yapılan yanlış ve/veya hatalarda ısrar etmek neden?
İktidar sahiplerinin içinde bulundukları ruh hali ve halktan ne kadar kopuk oldukları o kadar belli ki.
İşte size iki örnek:
Sayın Cumhurbaşkanı, “manda yoğurdu, kestane ballı” tarifi yaparken halkın ucuz ekmek kuyruklarında olduğunu görmüyor mu? Oğlu ne diyor, “gençler, gezin dünyayı”, oysa gençler kent merkezine gidecek otobüs bilet parası bulmakta zorlanıyor.
Bu yazımı da iki önemli şahsiyetin sözleriyle bitireyim.
“Hayatta yapılacak o kadar yanlış varken, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok.” (Jean Paul Sartre)
“Yüzde ısrar etme, doksan da olur. İnsan dediğinde, noksan da olur. Sakın büyüklenme, elde neler var. Bir ben varım deme, yoksan da olur.” (Hz. Mevlana)