Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Öyle bir iktidar (tek adam) tarafından yönetiliyoruz ki, akıllara zarar. Herhalde yıllar sonra, bu halk bu yönetime nasıl bunca yıl katlandı diye doktora tezlerine konu olacaktır.
Pek çok aklı başında insan akıl sağlığını kaybedebilir, biraz kafayı takarsa.
Bu iktidar ile ilgili pek çok konuyu yazdık bugüne kadar. Bu yazımızda da dış politikada içerde ne yapıyoruz, dışarıda ne söylüyoruz konusuna değineceğiz kısaca.
Tabii bunu yaparken aklımızı koruyarak!
Sayın Cumhurbaşkanı, iktidarının ilk yıllarında parlamenter sistemin de etkisi ile bazı kurulları kullanmak, etrafında partiyi birlikte kurduğu kişileri dinlemekten dolayı daha normal diyebileceğimiz adımlar atıyordu diyebiliriz.
Ben aynı kanaatte olmasam da birçok aydın dahi bu nedenle destek vermişti.
Ancak rahmetli Erbakan’ın da dediği gibi “gömleği değiştirdik” diyenler pek çok konuda yola beraber çıktılarını dahi şaşırtmaktan geri durmadılar.
Ancak özellikle pek çok aklı başında insanın “ucube sistem” dedikleri tek adam sisteminden sonra ipin ucu her konuda kaçtı.
Şimdi ise ekonomi dahil hiçbir konuda kontrol edilemeyen bir Türkiye mevcut.
Bu konulardan biri de dış politikamız.
Gün geçmiyor ki birçok konuda tek adam yabancı devlet başkanlarına, başbakanlarına esip gürlemesin, siyasi nezaket sınırlarını aştığı da olduğu pek çok sözü söylemesin. Sanırsınız ki bu sefer ciddi!
Ancak kısa süre sonra dediklerinin tam tersini yaptığına şahit olursunuz.
Son günlerde özellikle Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle Rusya sınırlarındaki ülkelerin NATO’ya üyelikleri gündeme geldi. Rusya kendine göre bir açıklama yaparak “Üye olabilirler, ancak silahlı güçler konusu kabul edilemez” diyerek tavrını ortaya koydu.
Türkiye Cumhurbaşkanı, Finlandiya ve İsveç için ilk açıklamalarını bir Cuma namazı çıkışında yapmıştı, anımsayalım.
“İsveç ve Finlandiya ile ilgili gelişmeleri takip ediyoruz. Yunanistan’ın NATO’ya dönüşündeki hatayı yapmayacağız. İskandinav ülkeleri terör örgütlerinin adeta misafirhanesi gibi. Biden ne gibi açıklamalar yapacak bilmiyorum. Biden’ın açıklamalarını gördükten sonra tavrımızı ortaya koyarız” dedi ve ekledi: “Dost ülkelere söylüyoruz, adımlarınızı doğru atın”.
Bu açıklamadan üç gün sonra Millet Kütüphanesi’nde gençlerle buluşmasında, “Bu İsveç ve Finlandiya bizdeki terör odaklarını kendi ülkelerinde barındıranlar. İsveç tam bir terör odağıdır, terör yuvasıdır. Kararlı bir şekilde bu politikamızı sürdüreceğiz. NATO’ya Finlandiya ve İsveç’in girmesine ‘Hayır’ diyeceğimizi söyledik ve yolumuza böyle devam edeceğiz” sözlerini sarf etti.
Bu açıklamalar sonrası Cumhurbaşkanı, NATO toplantısı için Madrid’e gitti. Burada dörtlü zirve sonrası NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasının yolunu açan bir anlaşmaya vardığımızı duyurmaktan mutluluk duyuyorum” açıklamasını yaptı.
Bildiri, “Türkiye, NATO’nun açık kapı politikasına desteğini teyit eder ve 2022 Madrid Zirvesi’nde Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine davet edilmesine destek vermeyi kabul eder” maddesiyle sonlanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu iki ülkenin teröristleri iade etmesini, terör yasalarını değiştirmeleri sözünü aldığını ifade ederek, “Bu sözlerin tutulup tutulmayacağına bakacağız” dedi.
Peki son örneğini yaşadığımız dış politikada, ülke sınırları içinde esip gürleyen Sayın Erdoğan’ın dışarıda tam tersi davrandığına ilişkin neden böyle düşünüyoruz?
‘Şimdiye kadar yaşadıklarımız bize bunu düşündürmekte’ derken hemen anımsayalım:
Rahip Brunson için ne demişti: “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız”!
Sonra ne oldu?
Devreye Başkan Trump girdi ve sonunda rahip Amerika’ya döndü.
Alman Die Welt gazetesinin Türkiye Temsilcisi Deniz Yücel’in Almanya’ya iadesi için ne demişti Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece, asla” demiş ve eklemişti, “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist”.
Sonra ne oldu?
Merkel ve Alman Dışişleri Bakanı görüşmelerinden sonra Yücel, 4 – 32 yıl hapis cezası istenirken tahliye edildi. İddia o ki, 2 şart öne sürülmüş gayri resmi olarak: “Derhal ve Sessizce ülkeden çıkması”. Ve Almanya’ya döndü.
Fransız gazeteci Loup Bureau, Suriye’de ypg üyesi şüphesiyle tutuklandı ve 51 gün cezaevinde kaldı. Macron iki kez Cumhurbaşkanı’nı aradı ve sonunda Fransa Dışişleri Bakanı’nın Ankara ziyaretinden üç gün sonra Bureau, birdenbire “mahkeme” tarafından serbest bırakıldı.
Libya, yıl 2011. Zamanın Başbakanı Erdoğan, “NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez” dedi.
Sonra ne oldu?
Türkiye 5 gemi, 1 denizaltı ile NATO operasyonuna katıldı.
Mısır’da Mursi’ye yaptığı darbe sonrası Sisi’ye “tiran, zalim” ve benzeri tanımlamalar yapan Sayın Erdoğan iki ülke arasındaki resmi ilişkileri en alt seviyeye indirmişti. Oysa şimdi Mısır ile ilişki kurmak ve üst seviyeye getirmek için her çabayı gösteriyor.
Gerek Sisi’ye verdiği destek, Katar’a izolasyon ve 2015 darbe girişimi (“finanse ettiler” dediği) sırasında bozulan Türkiye BAE ilişkileri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti ile yeni döneme girdi.
Oysa dün, FETÖ finansörü dediği Velihat Prense bugün, “kardeşim” diyerek, ziyaretinde BAE için,” Körfez bölgesindeki en önemli iş ortağımızdır” ifadesini kullandı.
Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda katledilmesi üzerine Sayın Erdoğan, “Unutulmamalıdır ki bu cinayet Türkiye toprakları içinde gerçekleşti. Kimse bu meselenin kapatılacağını aklından geçirmesin” demişti.
Sonra ne oldu?
2018’den bu yana kesik olan Türkiye Suudi Arabistan ilişkileri Türkiye’nin girdiği ağır ekonomik kriz sonrası, dün eleştirdiklerini bugün kucaklar duruma gelmiştir. Cinayet azmettiricisi olan Suudi Veliaht Prens de bugünlerde “kardeşim” denilerek kucaklanmış, gelişinde 21 pare top atışı yapılmış, giderken de uçağa kadar geçirilmiştir.
Hep birlikte anımsayalım, Rus uçağı düşürüldüğünde iktidar temsilcileri neler demişlerdi? Ben yaptım, ben yaptım dercesine bu olayı sahiplenmeye çalışmışlardı.
Sonra ne oldu?
Bedeli gencecik çocuklarımızın canları ile ödenip Kuzey Suriye’de Rusya’dan izin almadan uçamaz, yürüyemez olunmuş, Sayın Erdoğan Rusya Devlet Başkanı ile görüşmeye gitmiş ve görüşme salonu kapısında heyeti ile birlikte dakikalarca bekletilmiş, görüntüler de Rus televizyonu tarafından dünyaya servis edilmişti. Milyonlarca vatandaşı bu sahneler yaralamıştı.
4 Temmuz 2003 tarihinde Şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu 18 askerimiz Irak Süleymaniye’de Türkmen köyünü korurken Amerikan askerleri tarafından karargahımız basılıp elleri kelepçelenip maalesef başlarına çuval geçirilmişti.
Sonra ne oldu?
Amerika’ya nota mı verdik? Muhalefetin eleştirilerine, zamanın Başbakanı Sayın Erdoğan: “Müzik notası mı?” demişti.
Yukarıda ki olaylar, iktidarın yirmi yıllık iktidarı sürecinde yaşadığımız Türkiye için acı hatıralar olarak kayıtlara geçti.
Oysa iktidar yöneticileri her fırsatta kendilerinden önceki ülke yöneticilerini küçümsemişler ve önemsizleştirerek her konuda eleştirmişlerdir.
Bu eleştiriler Kıbrıs ve afyon ekiminde Amerika’ya kafa tutan Merhum Sayın Ecevit için de, İncirlik üssünü kapatma kararı veren Merhum Sayın Demirel için de olmuştur.
Bununla da yetinmeyen iktidar, Cumhuriyetimizi borçlu olduğumuz iki insana “iki ayyaş” diyecek kadar bu konuda son noktaya gelebilmiştir.
Burada her ülke yöneticisi şunu bilmelidir ki; ülkemizi kuran kurucu ve ebedi liderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e saygı göstermek ve onun gösterdiği hedefe, ilkelere sadık kalarak ülkeyi refaha ve saygın bir yere taşıma iradesi gösterilmeli, yurttaşları hiçbir ayrıma tabi tutmadan her vatandaşın mutluluğu çabası içinde olunmalıdır.
İlkemiz “yurtta sulh, cihanda sulh”tur!
Tarih, her yöneticiyi layık olduğu yere koyacaktır.