Hüseyin Yeter ŞAKAR / Otobiyografi / Bodrum Deniz Müzesi Yayınları / 1. Baskı 2021 / 168 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR –
“Bodrum Bodrum ..
İki dükkan bir furun,
Peynir ekmek yiye yiye,
Ne ağız galdı ne burun.”
Hüseyin Yeter Şakar; Bodrum’un ilk pansiyoncularından, kaptan, terzi ve turizmci…
23 Mayıs 1936 tarihinde, Klavura lakaplı Girit kökenli bir ailenin altıncı ve son çocuğu olarak Bodrum Kumbahçe Mahallesi’nde doğdu. Terzilik mesleğinde karar kıldı ve hayatının on yılını terzilik mesleğine verdi. Ardından eşiyle birlikte Almanya’ya çalışmaya gitti. Yedi yıl kaldığı gurbetten sonra Bodrum’da Barbaros Pansiyon’u işletti. Derviş isimli, on bir metre boyunda, bot tipi bir tekneyle de deniz turizmine katkıda bulundu.
Gençlik yıllarında sosyal faaliyetler içinde olup Bodrum folklorunun tanıtılmasıyla ilgili ve çaldığı bağlama enstrümanıyla birçok etkinlikte bulundu. 1959 yazında, Yapı Kredi Bankası’nın Türkiye çapında düzenlediği ve İstanbul Açık Hava Tiyatrosu’nda Üçüncü Halk Oyunları Bayramı’na, Bodrum Folklor Ekibi’yle katıldı.
Ekip arkadaşlarından Rüştü Gür ve Kavalcı Ali Dayı’yla TRT İstanbul Radyosu’nda yayınlanan Yurttan Sesler programında o güne kadar tanınmayan Bodrum‘un yöresel türkülerinin radyoda çalınmasına ve Türkiye çapında tanınmasına vesile oldu.
Ankara TRT Televizyonu’nda seri olarak yayınlanan “Öyküleriyle Türküler” programı için yapılacak çekimde, Bodrum’un meşhur türküsü Çökertme’nin hikâyesinde bizzat türkünün kahramanı Halil’i oynayarak Bodrum’un tanınmasına katkıda bulundu. 2009 Eylül’ünde, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla, Bodrum Giritlileriyle ilgili bir belgeselde oynamak üzere yapımcının davetiyle Girit’e gitti, orada ata toprağıyla tanışarak belgesele katkıda bulundu.
2019 yılının Mart ayında, “Mazimdeki Bodrum ve Bodrumlular”, Aralık 2021’de ise Bodrum Deniz Müzesi Yayınlarından “Meltemin Anatoli’ye Savurdukları” eseri yayımlanmıştır. Şakar, eşi Zehra Hanım, oğlu Derviş, kızı Nursu, torunları Kaan, İrem, Asra ve Sahra’yla sağlıklı ve mutlu bir hayat sürdürmektedir.
“Bodrum’un hafızası”
Bodrumluların “Bodrum’un hafızası” dediği Hüseyin Yeter Şakar, 2019 yılının Eylül ayında ilk defa Girit’in Spinalonga adasını ziyaret ediyor. Ata toprağı hakkında edindiği bilgilerle babasından, aile büyüklerinden dinlediği hikâyeleri birleştiriyor ve Spinalonga’dan Bodrum’a uzanan bu göç hikâyesini yazmaya karar veriyor.
Yirminci Yüzyıl’ın hemen başında adada Rum ve Müslüman Türkler arasında huzursuzlukların başlamasıyla, Şakar ailesi kendi yelkenlileri ile Girit’ten Kos’a, ardından Bodrum’a göç ediyor.
Hüseyin Yeter Şakar, kitabı hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
“Giritli atam, dedem Klavura İbrahim Reis’in hayatını ve babam Derviş’in on yaşında ailesiyle birlikte yaşadığı ata topraklarından kaçmalarına sebep olan acı olayların hikâyesini, babamın bizzat kendi ağzından canlı tarih olarak defalarca işittiğim şekliyle evlatlarıma ve gelecek olan nesillerime bir şekilde aktarmak arzusunu yıllarca içimde saklı tutmuştum. Sonunda doğan bir fırsat neticesinde gittiğim ata toprağım Girit’i görüp tanıdıktan sonra hikâyemi kaleme alma arzusu bende önü alınamaz bir tutku halini almıştı. Her neslin bir atası vardır. O ata, o ailenin büyük dedesidir. Dedelerimizin hayat hikâyelerini, babamızdan duyduğumuz şekliyle evlatlarımıza ve gelecek nesillerimize canlı tarih olarak aktarmak her babanın görevidir. Şahsen ben bunu kendime şiar edinmişimdir. ‘Geçmişini merak edip öğrenmeyen nesiller, gelecek kuşaklarına, geçmiş nesilleriyle ilgili aktaracakları hiçbir bilgiye sahip olamazlar’ düsturuyla yola çıkıp ‘Meltemin Anatoli’ye Savurdukları, Dedem Klavura İbrahim’in Girit’ten Göçü’ ismiyle naçizane kaleme aldığım bu kitabımı çocuklarıma ve gelecek olan kuşaklarıma armağan ediyorum…”
Meltemin Anatoli’ye Savurdukları Kaçış
O yıl katliamların, vahşetin doruk yaptığı bir yılmış.
…
Dedem ortalığın gidişatının aleyhlerine dönmekte olduğunu görüyor, başlarına bir şey gelmeden buralardan kaçmayı ciddi ciddi düşünüyormuş. Yunan hükümeti de buralara gönderdiği bazı bildirgelerle artık Türk olanların Girit’te kalmalarının mümkün olmadığını, kalmaları halinde başlarına gelebilecek şeylerden mesul olmayacakları telkininde bulunuyormuş. Yani dedelerimizi kaderlerine terk etmişler. Yunan Hükümeti de Spinalonga Adası’nda halklar arasındaki dostluk ve toleransı da göz önüne alarak Türklerin adayı terk etmeyi pek düşünmediklerini görmüş ve duruma çare aramaya başlamış.
Nihayet bir gün adaya gelen bir Yunan heyeti ada halkını geniş bir alanda toplayarak hükümetlerinin aldığı bir kararı onlara tebliğ etmiş. Tebliğde, bu adanın tamamen boşaltılacağı ve Yunanistan’ın değişik yörelerinde yaşayan cüzzamlıların toplanarak bu adada tecrit edilecekleri yazıyormuş. Bu haber gerek Türkler, gerekse Yunanlılar arasında büyük infial uyandırmış. Herkes sesini yükseltip isyan ediyormuş. Ayrıca tebliğde burayı terk eden Yunanlılara hükümetçe sahip çıkılacağı yazıyormuş. Türklerin ise Girit’i terk etmeleri isteniyormuş.
Bu tebliğ Türkler için adeta idam fermanıdır. Zira, eğer buradan çıkarılırlarsa nereye gidebilir veya kime sığınabilirlerdi? Artık sonun başlangıcı görülmeye başlamıştı.
Doğumum
Babam bu müjdeyi aldığı günlerde, yani annem bana hamile kaldığında, son çocukları Belkıs ablam tam 10 yaşında ve en büyük kızı Fatma’nın üçüncü çocuğu bir buçuk yaşındaymış. Annem o yıl kırk üç, babamsa elli yaşındadır. O yıllar o yaşta bir kadının, üstelik üç torunu olduğu halde hamile kalması, halk arasında biraz tuhaf karşılanabiliyormuş. Nitekim annem, utancından sokağa çıkamaz ve eniştemiz Kahveci Mustafa’nın yüzüne bakamaz olmuş.
…
Çok geçmeden 23 Mayıs 1936’da ben doğmuşum. Evde sevinç, dostlar ve komşular arasında büyük coşku varmış. Babam yine sevdiği kadim Cevat Bey’e (Halikarnas Balıkçısı) gitmiş ve ona hiçbir şey söylemeden eve davet etmiş. Eve gelince hiçbir şey söylenmeden kollarına verilen çocuğa ilk önce anlam veremeden bakmış. Sonra da, ne oluyor, dercesine babama dönmüş. Beni babamın torunlarından biri sanmış. Bunun üzerine babam çocuğun kendi oğlu olduğunu söylemiş ve ona isim vermesini rica etmiş. Büyük şaşkınlık yaşayan Cevat Bey haykırırcasına, “Bre Derviş! Halâ mı?” demiş ve müthiş kahkahasını atmış. “Yeter bre Derviş, yeter! Bu son olsun! Adı da Yeter olsun!” deyip kulağıma duasıyla birlikte adımı söylemiş. Ancak rahmetli annem, babasının adını murat ettiği için Cevat Bey onu da kırmayıp, “O zaman oğlumuzun adı Hüseyin Yeter olsun” diyerek son noktayı koymuş. O günden sonra da kendimi bildiğim yıllar boyunca Cevat Baba’nın evinde, evimizde ve mahallemizde bana, hep böyle hitap edilmiştir.
…
Sonundaki Beyitlerle (Mantinadesler) ve her biri çeşitli anıları tazeleyen fotoğraflarla oluşturulan Albüm ile bir solukta okunan bir kitap olmuş.
Büyük bir zevkle bir solukta okuduğum bu kitabı yazdığı için Hüseyin Yeter Şakar’a teşekkür ederim …