Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Sabahın ilk ışıklarıyla kalktı, hava daha aydınlanmamıştı. Bir iktidar vardı ki, inat uğruna 6 yaşındaki çocukların, milyonlarca emekçinin gece karanlığında işe gidip gelmesine neden olan saat uygulamasından bir türlü vazgeçmiyordu … Neyse, karanlık ve soğuk bir sabahta evinden çıkmış havaalanına doğru gidiyordu.Oysa ilk karar verdiğinde ve süreci başlattığında ne kadar heyecanlıydı, hayallerini gerçekleştirmek için bir fırsat çıkmıştı. Kendine güveniyor, çevresinde sevildiğinden emin, partinin bütün kademelerinde çalışmış, başarılı işler yapmıştı. Aday olmasına olmuştu da, nasıl seçileceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Oysa eğitimi, yaptığı iş ve hayat deneyimleri ona bir konuda bir yarış varsa, ona ilişkin kurallarında olması gerektiğiydi. Ancak bu konuda hiçbir kural yoktu. Ön seçim mi? Temayül yoklaması mı?Örgüt kararı mı? Halka açık anketler mi?
Ne yapacak, kendisini nasıl anlatacak ve diğerleri yerine tercih edilip aday olması için ne olacaktı? Bilmiyordu ve bu düşünceler ile Ankara’ya doğru yola çıkmıştı! Çünkü tüm aday adaylarıoradaydı. Ne ile karşılaşacağını ve neler olacağını bilmeden düştüğü bu yolda, tüm bunları düşünür ve kurgular yaparken gelmişti. Doğruca kalacağı otele gidip yerleşti ve takım elbisesini giyerek son kere aynada saçına ve kravatına bakarak dışarı çıktı.
Şimdi önce TBMM’ne gidecek ve orada tanıdığı bir iki vekil ile görüşecekti. Önceden haberleşmiş ve kapıya ulaştığında randevu defterinde adı olduğu için giriş işlemlerini yapıp vekillerin kaldığı binaya giderek ilk kapıyı çaldı. Selamlaşmalar ve geleneklere uygun hal hatır sonrası sadede gelinmiş ve asıl amaç konusunda gönül okşayan sözleri duymuş, içtiği çayın kahvenin ardından dışarıda bekleyen başkaları da olduğundan müsaade isteyerek odadan çıkmıştı.
Çıktığında dışarıdaki kalabalık girdiğinden iki kat daha fazlaydı. Sekreter ile ayaküstü konuştuğunda sekreter: “Sormayın, yerel seçim dosyaları verildiğinden beri burası böyle, gelen-giden maşallah bittik öldük”.
Konuşma bitince oradan ayrıldı ve ikinci görüşme için diğer vekilin yolunu tuttu. Onun bir üst katta olduğunu öğrendi ve hızlı adımlar ile oraya doğru harekete geçti. Oda kapısına geldiğindegördü ki içerisi yeterli gelmediğinden içerdeki kadar bir kalabalık da koridordaydı. Sekretere geldiğini güç bela bildirip dışarıda sırada beklemeye başladı. Herkes aynı nedenle oradaydı. Hikayeler aşağı yukarı aynıydı. Durumdan memnun olunmasa da başka yol yoktu!
Odaya doğru kafasını içeri uzattığında vekilin sesini duydu,“Semra, arkadaşları üçer üçer alalım yoksa yetişemeyeceğiz”. O andan sonra üçer üçer içeri girmeye başladı misafirler.
Duruma hayret etmekle beraber düşündü, adam haklı kardeşim,bu kalabalık başka nasıl bitecek. Ama yine de aklına yatmamıştı. Bu işte bir terslik vardı. “Neyse!” diyerek sıranın kendisine gelmesini bekledi.
Sıra gelmiş, sekreter hanım içeri davet etmişti. Sıradayken sohbet ettiği Afyon ve Denizli ilçelerinden gelmiş belediye başkan aday adayları ile birlikte girdi.
Hemen ellerindeki hediyeleri bırakıp öpüştüler, hal hatır derken 15 dakika geçmişti bile. Herkesin neden geldiğini bildiğini söyleyen vekil işlemi otomatiğe bağlamıştı.
Adınız, soyadınız, hım, neresi evet, evet, tamam … Sizin …..
Böyle devam etti, hepimizi not aldığında “teşekkür ederim arkadaşlar, elimden geleni yapacağım. Ancak sadece benim istememle olmuyor biliyorsunuz, ama benim oyum sizinle” diyerek nazikçe bizi dışarı davet etti.
“O’nu da anlıyordum. Bir yandan Meclis çalışmaları, bir yandan parti çalışmaları, diğer yandan bizim gibi ülkenin her yerinden gelmiş aday adayları ile süren bu itici görüşmeler. İnsan dayanmaz buna” diyerek Meclis’ten ayrılmaya karar verdi. Şimdi doğru genel merkeze gidecekti.
Çok bilmediği Ankara’da, meclis güvenlikçilerine sormuş, en azından ne tarafa doğru gideceği bilgisini almıştı.
Cadde kenarına gelip ilk gelen taksiye elini kaldırarak şanslı günüm demeyi ihmal etmeden taksiye binip genel merkeze doğru giderken bir yandan camdan Ankara’yı izlemeyi sürdürdü, diğer yandan güzel hayaller kurmaya devam etti. Ya olursa!
Taksi durdu ve şoför “geldik abi” diyerek binayı gösterdi.Tanımıştı, çokça resim ve videolardan gördüğü genel merkez binası merdivenlerinden çıkarken heyecanı artmıştı. Elinde yine isimlerin olduğu kağıda baktı, ezberlemeye çalışırken resepsiyondaki kadın “ne istemiştiniz” dediğinde kendine geldi.
İsimleri söyledi ve aldığı kart ile gideceği yer için asansöre doğru yöneldiğinde “ne kadar kalabalık” diye düşündü ve kendinin de bu kalabalığı yaratanlardan biri olduğunu hatırladı ve gülümsedi.
İlk ziyaret edeceği odaya geldiğini düşündü ancak girmek ne mümkün insan doluydu. Bir iki omuzlayıp yol açmaya çalışsa da olmadı. Burası TBMM’den farklıydı. Daha kalabalık ve sesler daha yüksek çıkıyordu.
Neyse, önündekiyle konuşarak doğru adreste olduğunu teyit ettirdi ve beklemeye başladı.
Birden, gelen ses ile irkilerek herkes gibi içeriye kulak kabarttı, “Ben bunca yıldır bu parti için emek, para ve harcanacak ne varsa harcadım kardeşim, nedir bu?” diyen birinin sinirli şekilde bekleyenleri iterek dışarı geldiğini gördü. Bir an, “Ne oldu arkadaşım” diyecek oldu ama sonra kafasını sallayarak boş verdi.
Beklerken yapılan sıradan sohbetlerin sonrası bekleme uzadıkça sinirler bozuluyor, güç azalıyor ve canlar sıkılıyordu. Ama yapacak bir şey yok, düzen böyle!
Sıra kendisine geldiğinde öğleden sonra olmuştu, açlıktan midesinin kazındığını hissetti bir an. Ama onca saat sonra sıra kendisine gelmişti. Şimdi mideyi düşünecek zaman yoktu. İçeri son kere üzerini düzelterek girdi ve sarıldı, sonrası malûm,anlatabildiği kadar anlattı, anlattı, anlattı.
Neden kendi olmalıydı! Başka seçeneği yoktu çünkü. O anlattıkça karşısındaki kişi kafayı onay anlamında sallıyor, ara sıra da “tabii, anlıyorum, haklısın” gibi tek kelimelik tepkiler veriyordu.
Sonunda, söyleyebileceği her şeyi söylediğini düşündü ve arkasına yaslanarak bir nefes arası verdi.
Bunu fırsat bilen yetkili, “Seni çok iyi anladım, zaten adayım sensin, elimden geleni yapacağım” dedikten sonra, nerede kaldığını sordu? Akşam haberleşelim yemek yiyelim demesinin kendinde yarattığı zafer sarhoşluğu ile odadan çıktı.
Çıktığında herkese gülümsüyor, diğer yandan yumruğunu sıkarak arkadaşına “tamam bu iş” demeyi de ihmal etmiyordu, tabii vücut diliyle. Oysa giren adayların çoğu aynı mutluluk ile çıkıyordu içerden. İçerdekiler bu işi iyi biliyorlardı. Onların bu kadar insanla uğraştıklarını ve zahmet çektiklerini, sıkıntı yaşadıklarını düşünmeyin. Sakın, sakın. Onlar bu düzeni bilerek, isteyerek böyle kurguluyor ve bundan derin bir haz alıyorlar sanırım. Yoksa bu rasyonel olmayan yaklaşım neden sürdürülürsün? Neden onca insan buralara gelip bu görüşmeleri yapmak zorunda kalsın.
Neden, onca insan evlerinden uzakta, bir yandan para harcasın, diğer yandan enerji kaybetsin.
Neden seçim bölgesinde çalışacağına, insanlara dokunacağına hiç alakası olmayan bir yerde, alakasız ve bir o kadar da insanı küçük düşürecek bu hareketleri yapıyor olsun:
Bu savunulacak bir yaklaşım olabilir mi? Bu doğru bir yol ve yöntem midir? Peki neden bu sistem sürdürülmek istenir?
Eğer kapınızın önünde onca kariyer sahibi, işi gücü olan, değerli partili insanın beklemesi, bekleyen insanların sizin önünüzde hafif eğilerek, “abi, beyefendi, başkanım” gibi sıfatlar ile size en sempatik halleri ile yaklaşmalarını isteyen biriyseniz bu durum hoşunuza gider ve bunun sürmesini istersiniz. Siz bu nedenle önemli biri olursunuz. Siz aranan ve her konuda danışılmak durumunda olacak biri olursunuz. Siz onca değerli insan adına karar veren kişi olursunuz. Siz ‘herşey’sinizdir. O nedenle de bu düzenin sürmesini istersiniz.
Ama ülke! Ama Parti, iktidar! Ama insan! Onlar ne olacak, ezilenler, sömürülenler, evsizler, karnını doyuramayanlar, doğru dürüst eğitim alamayanlar, emekçiler, emekliler, engelliler, kadınlar, çocuklar, azınlıklar, farklılar ve daha pek çok yurttaş ve hatta komşu ülkeler ve belki dünya. Sanırım bunlara sıra gelmiyor.
Senin adamın, benim adamım, oraya şunu, buraya şunu, tamam ben seninkine oy vereyim sen de şurada benimkine oy ver.
Peki kariyer, parti çalışmaları, eğitim, çevre değerleri ve kişiye dair pek çok veri. Boş ver! Adamım mı değil mi? Asıl sorun bu olduğu sürece bu düzen devam edecektir. Ve bu düzenden nemalananlar bunun sürmesi için savaşacaklardır. Oysa ne kadar basitçe bütün bu hengameye son verilebilir. Bugün her konuda bir işe biri yerleştirilecekse; önce kişinin kriterleri belirlenir.
Yapılacak işe göre örneğin; Motor Sanat Mezunu, Hukuk Fakültesi Mezunu, Adalet Yüksek Okulu Mezunu, İlkokul Mezunu gibi.
Sonra: Deneyim, bazen hiç deneyim aranmaz. Ben şirketlerde yönetici olarak çalıştığımda mutlaka bir kişi okuldan yeni mezun iken istihdam ederdim. Bu standart uygulamamdı, yoksa o gençler nasıl deneyim kazanacaktı.
Peki burada en az 6 yıldır oturup yaşıyor mu? Neden 6? Çünkü bir seçim dönemi olan 5’ten fazla olması için. Neden önemli? Çünkü bazı adayların partinin yerini bulabilmek için ilçe başkanına “bana konum atar mısınız” dememesi için. Halkın kendi adayı olması için.
Peki eğitim ve deneyim tamam, işin özelliği nedeniyle istenecek olanlar örneğin; bütçe yapmış olmak veya şu şu marka motorlarda deneyim sahibi gibi.
Peki bir kenti 5 yıllığına emanet edeceğimiz kişiler için böyle bir kriter dizisi var mı? Yok…
Burayı geçtim, madem kriter önemli değil seçme nasıl olacak?
Ben aynı zamanda ölçme ve değerlendirme dersleri de aldığımdan, bir bilginin okunduğunda o konuda ne kadar bilgi ortaya konduğunu anlamak ve onu ölçmenin ayrı bir bilimsel tarafı olduğunu biliyorum.
Yani şimdi yerel seçimler olacağı için belediye başkanları ve meclis üyeleri için yapılacak seçme nasıl olacak?
Yukarıda anlattığım biraz da mizahi yönden ele almaya çalıştığım gibi mi, yoksa bilimi ve bilimsel teknikleri de ortaya koyacak benim de savunduğum ve önerdiğim rasyonel yol ve yöntemler ile mi seçim yapılacak?
Yani adayları her seçim çevresinde;
Çarşaf listeye alsak,
O listedekileri nitelikli üyeye tanıtıp sandıkta ön seçim yapsak,
Oy kullanacaklar arasında belediyeye sahipsek orada çalışanlara oy kullandırmasak,
Seçilecekleri sadece 2 dönem iş başında tutup sonra başkasının olmasını sağlasak.
Nasıl olur? Üye kendini iyi hisseder mi? O üye kendi belirlediği aday için tüm gücü ile çalışır mı? Üye değerli olunca diğer dostlarını da üye yapar ve partiye katkısı çoğalır mı? Seçilen adayı herkesin kabullenmesi daha çabuk olur mu? Kırgınlık ve küskünlükler ortadan kalkar mı? Adayın gereksiz zaman ve para harcaması önlenir mi? Parti yönetimi ile üye ve halk arasındaki bu bağlantıyı kesenler yok olur mu? Şaibeler ortadan kalkar mı? Parti yönetimleri de asıl işleri olan politikalar üretme konusunda daha fazla zaman ve eylem içinde olur mu?
İşte yeni bir yerel seçim sathı maili içinde durumun vaziyeti bu dostlar.
‘Bu düzen sürsün ben önemli insan olmaya devam edeyim’diyenler bir tarafta. Diğer tarafta çağdaş, ilerici, demokratik yol ve yöntemleri ortaya koymaya çalışan ancak değişim diyenlerin de halâ aynı düzeni sürdürdüğünü görüp kahrolanlar bir yanda.
Bazen bakıp “acaba ne farkları var” dedirtecek bir zamanı yaşıyoruz.
Umarım değişir ve olması gerekenleri de yaşayacağımız bir zamanı yakalarız.
Tüm aday adaylarına başarılar diliyorum… (18.01.2024)