Yılmaz Kaya AYLANÇ
Nüfus bir ülke için her şey midir, nüfusun niceliği kadar niteliği de önemli midir? Bu soruları çoğaltabilir, her konuda farklı yanıtlar verilebilir, şartlara göre de doğru veya yanlış olabilir. Yani ille şu doğru şu yanlış demek olmayabilir. Nereden baktığınız önemli.
Türkiye bir süredir nüfus konusunda, ülkeyi yönetenler tarafından konuya dikkat çekilmek istenmekte. Hepimiz biliyoruz ki, Sayın Erdoğan evliliklerine şahitlik ettiği çiftlere iki yetmez, üç olsun hatta dört olsun gibi çocuk sayısında tavsiyelerde bulunmakta. Peki nüfusumuz nereden nereye geldi, hep birlikte bakalım.
Yıl 1927, nüfusumuz 13 milyon 648 bin 270 kişi. 1950 yılına geldiğimizde 20 milyon 947 bin 188 kişi olmuşuz. 1975 yılında ise 40 milyon 347 bin 719 kişiye ulaşmışız. Hızlı bir yükseliş. 2000 yılı, milenyumda nüfusumuz 67 milyon 803 bin 927 olmuş. Buraya kadar yüzde 20’lere varan yıllar arası artış hızı bundan sonra artık yüzde 1’ler seviyesinde olacaktır. 2010 yılında 73 milyon 722 bin 988 olan nüfus 2020 yılında 83 milyon 614 bin 362 kişi olmuş. 2023 yılında ise 85 milyon 372 bin 377 kişi olmuşuz. 2022 den 2023’e nüfus artış hızı sadece yüzde 0,1 olmuş.
Evet, şurası kesin, nüfus artış hızımız yavaşlamış durumda. Hem de öyle böyle değil. TÜİK tarafından 2023 yılı doğurganlık oranı sadece yüzde 1,51. Bu oran nüfusun yenilenmesi için yeterli bir oran değil. Bu oranın 2003 yılında yüzde 2,38 olduğunu burada söylemem gerek. Yani bu iktidarın iş başına geldiğinden bu yana ülkemizde doğurganlık oranı sürekli düşmüş durumda. Oysa ki, tek yönetici, doğurun diye her fırsat da söylemlerde bulunurken, yetersiz de olsa doğumlar için çeşitli teşvikleri de vermekteyken. Ancak tüm bunlara karşın yurttaşlar çocuk yapmaktan kaçınıyorlar. Neden?
Buraya kadar bazı istatistiki verileri de ortaya koyarak bir durum tespiti yapmaya çalıştık.
Her zaman ve yerde genç nüfusu ile övünen ülkemiz ve yöneticileri bu anlamda geleceğe dair endişeleri görmüşler. Ancak, önlem almayı, nedenlerini araştırmayı değil söylemleri ile temennilerini ifade etmeyi yeğlemişlerdir.
Tabii ki eşyanın tabiatı olarak olması gerekenler yurttaşlar tarafından yapılarak çocuk konusundan önce evlilik konusunda endişeler çiftleri belli konularda karar vermeye zorlamıştır.
Evlilik konusunda dün, “yuva yapana Allah yardım eder” gibi her durumda yine de evlenilir ve bir yuva kurulur diye düşünülürken, şimdilerde evlenme konusunda gençlere bu konu sorulduğunda “nerede, evlenecek gelir mi var” mealinde sitem ve şikayetler bildiriyorlar.
Gerçekte de öyle değil mi sevgili okurlar. Eskiden “iki gönül bir olunca samanlık seyran olur” durumundan geldiğimiz noktaya bakın.
Ev kirası 20 bin, mobilyalar 100 bin, beyaz eşyalar 100 bin, düğün dernek, gelinlik damatlık derken orta halli bir evlilik başlangıcı 500 bin lira. Damat alır 17 bin, gelin alır 17 bin gel de çık işin içinden.
İşte o zamanda gençler “nasıl evleneceğiz” diye sitem etmekteler haklı olarak.
Diyelim ki aileler de yardımcı oldular ve evlendiler.
Aile olmak için çocuk da olacaksa işte tam da zurnanın zırt dediği yere geliyoruz.
Peki çocuk sahibi olmak kolay mı?
Ama daha önemlisi bu çocuk ileri yıllarda nasıl bir hayat yaşayacak, nasıl olanaklara sahip olacak, nasıl bir Türkiye’de yaşayacak.
İşte çocuk konusunda yanıt verilemeyen sorular bunlar.
Ülkeyi yönetenler ister kızsınlar, ister alınsınlar. Ülkenin en değerli kaynağı olan insan kaynağının gelecek projeksiyonunu belirleyen işte bu durum.
Durumu bir özetleyelim isterseniz.
Yurttaşlar geçinmek için çok ciddi bir mücadele içindeler. Eski durumu bilenler yeni durumun vahametini daha iyi değerlendirmekle birlikte, çok değil 3 yıl öncesine göre bile inanılmaz bir satın alma gücü düşüklüğü yaşanmakta. Öyle ki, kısa sürede orta direği yok eden iktidar, refahta değil açlık sınırında ülke nüfusunun çoğunluğunu birleştirdi.
Şimdi, günde milyon kazanan küçük bir azınlık, diğer yanda ancak karnını doyuran ve başını sokacak bir yer için günde 12 saat eşiyle birlikte çalışmak zorunda kalan büyük halk kitleleri. Bu denli çalışmaya karşın dışarıda yemek yiyemez, bir eğlenceye gidemez, çocuklarına iyi bir eğitim veremez, asla araba ve ev sahibi olamaz bir durum. Bu şartlarda siz olsanız evlenir misiniz? Hadi evlendiniz çocuk sahibi olur musunuz? Hadi bir tane yaptınız, 2 veya 3. çocuğu yapar mısınız?
Şimdi yöneticilere seslenmek isterim.
Hukukun üstünlüğü ve adil bir yargı olmadan,
Laik, demokratik ve bilimsel eğitim, eğitimde fırsat eşitliği olmadan,
Sadece paradan para kazanma ya da kayırılarak para kazanma yerine, üretenin ve hak edenin kazanacağı bir ekonomik yapı kurmadan,
İş olanaklarını halkın eşit şartlarda yarışabileceği ve liyakatı esas alan adil bir sisteme sahip olmadan,
Kendi yurttaşını pozitif ayrıma tabi tutmadan,
Cinsiyet ayrımcılığı yapmadan ve halkın yaşam biçimine müdahale etmeyen bir sistem yaratmadan ne nüfus artışı olur ne gençlerin yurt dışına gitmesi önlenir ne de yeniden kendi kendine yeten bir ülke olunur.
Tabii burada şu soruyu da sormadan geçemiyorum: Bir yurttaş, ülkesini yönetme yetkisi halk tarafından verilmiş olan bir yönetici ülkesine, halkına ve ülke geleceğine bütün bunları neden yapar?
Çünkü bu gidişin sonu belli, çok değil birkaç on yıl daha böyle gidersek Türkiye Cumhuriyeti’nin aynı Osmanlının Balta Limanı Antlaşmasını yaptığı yılları ve sonrasını yaşıyor olabileceğini göz ardı etmemeliyiz.
Bu hiç birimizin olmasını istemediği bir durum.
Ki bu ülke, Atatürk önderliğinde emperyalistler ile savaşarak, binlerce şehit kanı dökülerek bu topraklar vatan ve sonrasında bağımsız saygın bir devlet olmuştu. Bize düşen ise bu mirasa sahip çıkıp, yapabiliyorsak bu mirası daha değerli bir noktaya taşımak. Bunun için yapılaması gerekenler belli, izlenmesi gerek yol belli.
Yeni yollar aranmasına gerek yok!