Yılmaz Kaya AYLANÇ –
Yazıma başlamadan önce 6 Şubat depreminde yitirdiğimiz yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, sevenlerine sabırlar diliyoruz. Yaraların en kısa zamanda sarılması ve böyle acıların yaşanmaması en büyük dileğimiz.
Ülkemizin içinde bulunduğu durum (iktidarın yapıp etmeleri)hepimizin malumu, tabii bunda ben dahil hepimizin az çok sorumluluğu var. En çok da siyaset yapma talebi olup, fırsat bulup o kademeleri işgal edenlerin. Onlar içinde de –tabii ki iktidarın sorumluluklarının ardından- en çok sorumluluk muhalefetin dersem sanırım çok yanılmış olmam. Bunda mutabık isek, şimdiki duruma dair görüşlerimi paylaşmaya geçeceğim.
Ülkede onca ağır sorunlar varken, iktidar gelecek seçimlere kadar karşısındaki güçleri gerek tasfiye etmek, gerekse parçalamak, yok o da olmuyorsa zayıflatmak ve yıpratmak için elindeki yasal veya değil her olanağı kullanmakta kararlı.
Neden böyle diyoruz, en önemli silahı kanun gücü ve onu kullananlar değil mi? İşte o elle bazı muhalif kişileri savcılığa gerek davet, gerek kolluk gücü ile getirtip bazılarını denetimli, bazılarını denetimsiz serbest bırakırken, bazılarını da tutuklama yoluna gitmektedir.
Yine bazı muhalif belediyeleri SGK borçları nedeniyle mali krizlere sürükleyerek iş yapamaz hale sokarak cezalandırmakta ve güçlerini kırmaya çalışmakta.
İktidarın tutum ve davranışlarını bir parça özetledikten sonra, yazımızın asıl konusu olan bu süreçte muhalefet tarafında neler oluyor bakalım.
Neden muhalefet?
23 yıllık tek parti, tek adam iktidarı altında yaşanmakta bu ülkede. Halkın önemli çoğunluğu neredeyse yüzde sekseni yoksulluk ve açlık sınırları arasında ülke gelirinin neredeyse yüzde yirmisini paylaşmakta, kalan yüzde seksen geliri ise halkın yüzde yirmisi paylaşmakta. Adaletin hiçbir alanda olmadığı bu sürecin katlanılır, dayanılır tarafı kalmamışken artık muhalefetin hata yapma lüksü olmadığını hepimiz biliyoruz. Küçüklü büyüklü tüm muhalefetin sorumlu olduğu bu yapıdan çıkışta da yine tüm muhalefet ama öncelikle ana muhalefet sorumluluk almak zorundadır ve hata yapmamak zorundadır.
İşte tam da bu ortamda ana muhalefette Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi gündemi çıktı ortaya. Bu, bir ölçüde sorun olarak yaşanmakta veya yaşatılmak istenmektedir. Tabii buna en çok da iktidar sevinerek ellerini ovuşturarak seyretmektedir. Bu, iktidar tarafından böyle izlenebilir ancak milyonlar gelecek umudunun kararması veya kararacak olmasına tahammül edecek durumda değil.
Şimdi konuya gelin birlikte bakalım. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ne zaman?
Zamanında olacaksa 2028 yılı ilkbaharında. Erken olacağı konusunda geniş bir beklenti var, çünkü ancak erken seçim olursa mevcut Cumhurbaşkanı seçimlere katılabilir. Bugünkü yasal duruma göre.
Neden böyle diyorum, çünkü TBMM’de yapılacak bir Anayasa değişikliği ile neler olur şimdiden bilemeyiz. Meclisteki vekillerin 360 sayısını bularak referandum ile, 400 sayısını bularak direktyapılacak bir değişiklik ile bile pek çok şey değişebilir. O nedenle ille böyle olur diyemeyiz. Bu olasılıklar da mümkün.
Peki bu sayıları iktidar bulabilir mi? Bu ülkede her şey olur ve şaşırmayız. Ancak bu olasılıklar durumunu geçersek ve zamanında yapılacak bir seçim için 3 yıl öncesinden aday belirlemek doğru mu? Bana göre doğru değil.
Önce Allah sağlık afiyet versin, yarına çıkılacağından kimin garantisi var? Tabii bu olasılığa göre işleri planlayamayız. Ancak siz bu seçim için üye kayıtlarını açıyor ve halkı CHP’ye üye olmaya davet ederek “gelin partinin adayını siz belirleyin” diyerek bir kampanya açıyorsunuz. Bu yolla aday belirlenir belirlenmez kısmını bir yana bırakarak seçilen aday rahatsızlanır veya seçime giremeyecek durumda olursa ne olacak. Ayrıca, parti tüzüğünde Cumhurbaşkanı adayı veya adaylar nasıl belirlenir belli. Önseçimin kuralları var. Bunlardan biri de oy kullanacak üyenin üyelik süreleri. Buna göre şimdi üye olacaklar bu seçimde oy kullanamazlar. Diyelim temayül gibi düşünerek bir biçimde oy kullandırdınız. Ya trol dediğiniz ve arkalarında ciddi finans desteği olan milyon kişi partiye üye olup olmadık kişi için oy kullanırsa ne olacak? Hadi bütün bunları aştık, oylar kullanıldı ve sıralama çıktı. Bu konuda MYK, PM, TBMM Grubu ne olacak, orada mutabakat var mı diye düşünülüyor, oldu ki burada pürüz çıktı, yapılan seçim ve sıralama ne olacak. Ya da bu ön seçim veya temayülde sizin istediğiniz ve herkesçe bilinen aday ikinci olursa?
İstenilen aday çıktı ve parti içi kurullar da onayladı diyelim, zaten şimdiden çekimser davranan ve pek içine sinmeyen diğer aday, kendi dışındaki diğer partilerin de baskısıyla 100 bin imza toplanarak adaylığını koyarsa neler olur?
Yine bir an yapılan seçimde bir aday belirlediniz daha seçim ne zaman yapılacak bilmiyoruz. Bu adayın çeşitli şekillerde yıpratılması, seçimlere giremeyecek engellerin yaratılması veya siyasi yasaklı hale getirildi. Bunu da seçimlere beş kala yaptılar o zaman ne olacak?
Bir konu daha var ki onu da sizlerle paylaşmak isterim.
Şu anda hiçbir parti adayı tek başına Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde elliyi geçebilecek durumda değil. En güçlü aday olan CHP adayı da bu orana tek başına gidebilecek değil, ancak en yakın aday. Kesin seçilebilmesi için mutlaka diğer kesimlerdeki seçmenin oylarının da alınması gerekmekte. O nedenle, “bizim parti olarak belirlediğimiz adayı sizler de destekleyin” demekten daha güzeli, bu adayın belirlenmesinde,“bizim adayımız bu, ancak sizlerin de bu konuda söyleyecek şeyleri var mı” diyerek diğer muhalif kesimleri ziyaret ederek belirlenecek adayın ilanı öncesi onlar ile de görüşmek, yarın destek istemek için çok güzel bir hareket olmaz mı?
Ki ziyaret edilecek yerlerin arasında siyasi partilerden, sendikalardan, odalardan derneklere kadar pek çok demokratik kitle örgütlerinin yer alması bence gelecek demokrasi inşası için de güzel bir geleneği oluşturabilir.
Ben kişisel olarak bütün bu olasılıkları düşünerek bir konuya bakıyorsam 100 yıllık kurumsal hafızası olan bir parti böylesi kritik bir konuda çok daha dikkatli, tutarlı ve hesaplı bir yol haritasını ortaya koyar, koymalıdır diye düşünüyorum.
Adayın belirlenmesinde gözden kaçırılmayacak bir konu daha var.
Seçilen aday seçimi kazandığı takdirde belli süre sonra rejim değişikliğini geçekleştirmek durumunda olacak. Yani parlamenter demokrasiye geçilecek. Bunu gerçekleştirdiğinde de seçilen mevcut Cumhurbaşkanı, yetkileri sınırlanmış, artık icraatın başı olmayan ‘eskisi gibi sembolik’ bir makama sahip olacak. Ülke yönetimi, yapılacak genel seçim ile Başbakanın yönettiği bir rejime dönülecek. Bu aday Sayın İmamoğlu olursa bu durumu kabul eder mi sizce? Bence etmez!
Peki, şimdi seçilecek aday Sayın Yavaş olur, yardımcısı da Sayın İmamoğlu olur da parlamenter sisteme dönüldüğünde Sayın İmamoğlu icraatın başı olarak Başbakan olursa, belki de bu herkesi mutlu edeceği gibi yapılacak seçimde Cumhurbaşkanlığının daha kolay kazanılmasını da sağlayabilir mi?
Tüm bu sorular, olasılıklar parti üst yönetiminde yeteri kadar tartışılarak, ortak akıl ile en doğrusunun bulunması ve uygulanması şu an sıkıntı içinde olan tüm yurttaşların ortak dileği.Aceleye getirilerek, ayaküstünde biz dedik oldu şeklinde olmaması da ülkenin geleceği açısından bu çok çok önemli seçim öncesi genel halk kesimlerinin ortak isteği. Bu açıdan CHP yönetiminin ülkemizin geleceğini düşünerek kararlar almaları ve uygulamaları son derece önemli bir konu. Bizler sadece iyi dileklerimizle temennide bulunabiliriz.
Umarız her şey çok olmasa bile güzel olur. Buna çok ihtiyacı var ülkemizin.