
BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Sonucu ne olursa olsun, 23 Haziran Pazar günü ‘tekrar’ yapılacak olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi, sadece ülkemizin değil tüm dünyanın siyaset ve hukuk tarihinde bir hayli geniş bir yer edinecektir kendine. Şöyle bir düşünsenize, ne çok şey yaşandı … Bazıları akla hayale gelmeyecek ne çok şey … Bunları siyaset ve hukuk tarihimize layığıyla not düşmemek olur mu hiç!
…
Ülkemizde siyaset-siyasetçi ile ilgili bir dolu olumsuz duygu ve düşüncenin yaygın olarak ifade edilmesi alışılmış-sıradan bir durumdur. Bu alanda birçok ‘kalıp sözümüz-değerlendirmemiz’ de vardır. Onları her fırsatta ballandıra ballandıra yineler dururuz.
Pek çoğu oldukça ‘aşağılayıcı’ da olan bu kalıp söz-değerlendirmelere rağmen siyaset-siyasetçi karşısında teslimiyet düzeyinde bir “el etek öpücülüğümüz” de vardır. Bunu da not etmiş olayım …
…
Ülkemizde yıllarcadır, siyaset yapmanın en rahatsız edici biçimlerine tanık olduğumuz pek çok seçim yaşadık, yaşıyoruz. En basit ifadeyle: “Verilen sözlerin yerine getirilmemesi” diye özetleyebiliriz bu ‘sinir bozucu’ durumu … Bu tablo içinde özellikle son yirmi yılda, iktidarda kalabilmek için neler neler yapılabileceğine, söylenebileceğine ilişkin, “bu kadar da olmaz” dedirten, akla zarar her yol-yöntem denenmiştir, denenmektedir diyebilirim rahatlıkla …
Öte yanda da, muhalefet (muhalif siyaset) yapmanın hep çok zor olduğu bu siyaset zemininde, daha çok muhalefet eleştirisi olarak kullandığımız: “Un var, ocak var, şeker var, su var, hatta çam fıstığı bile var; öyleyse neden helva yapılamıyor” diye bir kalıbımız var ya, bunu söyleyiverdiğinde ‘muhalefet sorunumuz’u fazlasıyla açıkladığını düşünenler o kadar çok ki!..
‘İktidar mücadelesi’ eksenli ‘muhalefet etme’yi ‘un helvası yapmak’ gibi bir şey sanarak, dolayısıyla ‘başka bir Türkiye, başka bir dünya” için yapılmak istenen ‘başka bir siyaset’in zorluklarından habersiz yaşayıp gidiyoruz. Buna ‘yaşamak’ değil de ‘yuvarlanmak’ demek en doğrusu: ‘Yuvarlanıp gidiyoruz’ yani …
Bu koşullarda da kimi siyasetçiler, gözümüzün içine baka baka söyleyip yaptıklarıyla, adeta bizimle (‘aklımızla’) dalga geçercesine iktidarlarını sürdürebiliyorlar. O kadar ki, yıllardır siyaset-siyasetçiyi olumsuzlamak için yineleyip durduğumuz tanımlara (örnekse, “siyasetçinin sözüne güven olmaz!”) tıpatıp uyan ve adeta “Evet, ben sizin hiç hoşlanmadığınız o siyaset kültürünü savunuyor, temsil ediyorum ve dolayısıyla yıllardır hoşlanmadığınızı söylediğiniz bir siyasetçiyim!” diyen siyaset erbaplarını ‘baş tacı’ yapabiliyoruz.
Bu siyaset erbaplarından biri örneğin milletvekili, bakan, başbakan ve hatta TBMM Başkanı olabilmekte … Şimdilerde de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı …
Elbette olduklarının yanı sıra olamadıkları da var … Daha önce İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olmak istemiş ama olamamıştı örneğin … 31 Mart’ta da seçimi kaybetti ama hukuk dışı (ve muhtemelen kendisinin de şaşırdığı) bir kararla 23 Haziran’da yinelenecek seçime aday olarak giriyor yine …
Cumhur İttifakı’nın AK Partili Adayı Binali Yıldırım’dan söz ettiğimi anlamayan yoktur umarım …
Ve yazıyı bağlamak istiyorum artık …
Binali Yıldırım’ın 1 Aralık 2016 tarihinde TÜSİAD’ın bir toplantısında yaptığı konuşmadaki şu sözlerine bakın Allah aşkına:
“Seçim kampanyalarında söylenenle, sorumluluk omuzlarınıza yüklenince söylemleriniz hiçbir zaman aynı olmaz. Hiçbir ülkede de aynı olmaz. Bu siyasetin gereğidir, siyasetle hakikat her zaman birbiriyle örtüşmez.”
Şimdi siz bunları söyleyen bir siyasetçinin herhangi bir vaadine, yani samimiyetine nasıl inanırsınız!
Elbette inanılmaz! Kesinlikle inanılmaz! Bu kadar net!
(Son günlerde, 31 Mart seçimlerinin YSK tarafından neden iptal edildiğine ilişkin “Oy çaldılar! Hırsızlık yapıldı!” sözlerini; “YSK’nın karar gerekçesinde böyle bir şey yok” şeklindeki haklı karşı çıkışlar üzerine: “Siyaseten söyledik, söylüyoruz” diye savunuyorlar bir de … Oh ne güzel! Olmadık şeyleri söyle söyle, ondan sonra milletin karşısına geç ve “Söylediklerim hukuki değil siyasi” de olsun bitsin … Siyasetçinin söyledikleri, hukuka, bilime, ahlaka, kısacası gerçekliğe uygun olmalıdır, o kadar!)
…
Bu sözler bir tür ‘siyaset kültürü’nün ürünü ve tüm sevgili yurttaşlarımın yıllardır kendilerine yaşatılanlardan kazandığı tecrübelerle sabit şekilde hiç mi hiç hazetmediklerinden emin olduğum bir ‘siyaset kültürü’dür bu!
Oysa ki ‘başka bir siyaset kültürü’ vardır ve Millet İttifakı’nın CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu, söylemleri ve 18 günlük başkanlık pratiğiyle o ‘başka siyaset kültürü’nün temsilcisi olduğu yönünde güçlü işaretler vermektedir.
Sevgili İstanbullu seçmen yurttaşlarımın gereğini yapacaklarına inanıyor ve o güzel sloganı bir kez daha keyifle yineliyorum: Her şey çok güzel olacak …
Her şey çok güzel olacak!
Bir bu eksikti!
23 Haziran Pazar günü yapılacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi için iktidar partisi sözcüleri gözlerini karartarak her yolu deniyor ve her türlü söylemi kullanıyorlar. Bunlara bir yenisi daha eklendi ve hem AK Parti Genel Başkanı hem de Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan, tuttu Ekrem İmamoğlu’nu Mısır’ın darbeci generali Sisi’ye benzetti.
Sözlerinin içine, “Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesine en çok sevinenler arasında Yunanlıların da olduğu” şeklindeki kısmen eski nakaratlarını da katan Erdoğan, “Pazar günü inşallah bu işi tersine çevireceğiz. Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı diyeceğiz” diyebildi ve hatta: “Ülkemizi ve İstanbul’u halk düşmanı bu faşist zihniyete pazar günü teslim etmeyeceğiz” bile dedi …

“Halk düşmanı faşist zihniyet”!
Arada sırada aklımıza gelen; Erdoğan’ın, televizyon ekranlarında muhalefet liderleri ile birlikte program tekliflerine tümden kapalı tavrının bu ‘siyasi söylem tercihi’ ile doğrudan ilişkisi olduğu kabak gibi ortada! Böyle bir söyleme elbette herhangi bir ‘liderler buluşması’nda tahammül edilemez! Bu tür sözler, sadece tv ekranlarında değil ülke sathında oluşturulmak istenen ‘tüm demokratik platformlar’ için ‘tahrip edici’ bir büyük sorundur!
Bu vesileyle değinmek istediğim bir konu daha var:
Tam da, 17 yıl aradan sonra geçen Pazar günü İmamoğlu ile Yıldırım’ın tv ekranında buluşmasının, siyaset kültürümüz ve demokrasimiz bakımından taşıdığı mana ve ehemmiyet üzerine değerlendirmeler yaparken, kendimizi bir anda “İmamoğlu-Küçükkaya görüşmesi”ni tartışırken buluverdik.
Erdoğan bu tartışmayı da, siyaset tarzına ve söylem tercihlerine uygun şekilde, “İstanbul’da otelde moderatörle CHP’nin adayı bir araya geliyor. Orada soruları konuşuyorlar. Hangi soruları soracak, nasıl cevaplar verecek? Böyle bir şey olabilir mi? Bu ne densizliktir, bu ne ahlaksızlıktır? Moderatörlük yapacaksın, bir televizyon programına çıkacaksınız ve bu televizyon programından önce soruları kalkıyorsun CHP’nin adayına veriyorsun” dedi.
Böyle bir şey, yani soruların CHP adayına verilmesi gibi bir şey var mı? Kanaatim o ki: ‘Kesinlikle yok’!
Bu kanaatimin oluşturucusu da, üç beş gün sonra, “o ifadelerimiz siyasiydi” diyebilecek olan iktidar partisi sözcülerinin bizzat kendileridir.
Kendileri söyleyip kendileri yargılıyor ve akabinde “densizlik, ahlaksızlık” diyerek infaz ediyorlar, oldu bitti!
Bütün bunların nedeni ise ‘seçim kazanmak’! Olur şey değil! Zaten olmaz, olmayacak!
Bir kez daha yinelemeliyim: Her şey çok güzel olacak!
İstanbul’u dinliyorum

Orhan Veli KANIK –
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor,
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda.
Uzaklarda çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları,
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlardan,
Bir kadının suya değiyor ayakları,
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa,
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları,
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Başımda eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
Dinmiş lodosların uğultusu içinde,
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Bir yosma geçiyor kaldırımdan,
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere,
Bir gül olmalı …
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı,
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde,
Alnın sıcak mı değil mi bilmiyorum,
Dudakların ıslak mı değil mi bilmiyorum,
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından,
Kalbinin vuruşundan anlıyorum,
İstanbul’u dinliyorum …