Ya da “Zamanın hızına yenilmeden: ‘Buca Belediyesi Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’, Dönemeç Dergisi, Aydın Kitabevi ile ilgili birkaç not …”
Geçen hafta “Kuşkusuz Cumhuriyet!” başlıklı yazıma ‘Kuşku, endişe …’ diye başlayınca aklıma hemen Ali Rıza Ertan gelmişti … O’nun “Kuşku girdi araya” başlıklı şiirine ‘Google marifeti’yle arayıp ulaşamayınca kütüphanemize daldım … Nerdeydi, şurdaydı burdaydı derken derken, Etki Yayınları arasında çıkan ve Ertan’ın tüm şiirlerinin Sedat Şanver tarafından bir araya toplandığı “Düşkırımı” adlı kitabı buldum … Ve o kitabın 119’uncu sayfasından aktardım o şiiri … Aktardım aktarmasına da içimde bir ‘yetersizlik hissi’ … Ertan’ı anımsamışken, siz sevgili okur yazarlarımla onunla ilgili biraz daha bir şeyler bir şeyler paylaşma, bu vesileyle 2019 bitmeden bir güzel anma isteği … Ve böylece ortaya bu haftaki yazım çıkmış oldu … Çok da iyi oldu.
…
Bazı insanları tanımaktan memnun oluruz gerçekten. Böyle böyle öyle çok tanışıklığım var ki … Kendimi hep şanslı sayarım bu nedenle …
Yeni tanıştığımız insanlara bir tür kalıplaşmış veda sözümüzdür: “Tanıştığımıza memnun oldum” deriz … Bir tür ‘kibarlık’tır bu ve dolayısıyla, ‘tanıştığınız herkesle, tanıştığınıza ölene dek memnun kalmanız mümkün olamaz’ … Bazılarıyla ilgili sonradan sonradan, tanıştığınıza hiç memnun olmayacağınız öyle şeyler yaşarsınız ki, bildik bir deyişle, ‘tanıştığınız güne lanet’ edersiniz!
Başka bir yerden bakarsak:
Kimileriyle de ‘tanışma şansı’ bulamazsınız. “Tanışmayı çok isterdim” dersiniz ama en kötüsü olmuş, aramızdan uçup gitmişlerdir … Tanışmayı çok istediğim insanlardan biridir Ali Rıza Ertan …
Kendisine, şöyle ağız dolusu “Tanıştığımıza memnun oldum” demek iterdim, en içten gelen saygılarım ve kibarlığımla …
Bu konuda ciddi bir boşluk yaşanıyor olduğunu üzülerek farkettiğim için hemen sormak istiyorum:
Hiç karşılaşmadığım, o anlamda ‘tanışmadığım’ halde O’nun adını ne olmuş da tutup getirip Buca Belediyesi tarafından neredeyse çeyrek yüzyıldır verilen bir ‘Şiir Ödülü’ne taşımışım? …
Dönemeç dergisinden gelen bir tanışıklık desem, belli belirsiz…
Söz ‘Dönemeç’e gelince, Hidayet abiyi (Karakuş) arıyorum uzun bir aradan sonra, “Tam Konya’ya vardığımızda çaldı telefonun” diyor ve her zamanki kibarlığıyla “Ayşegül hanım nasıl” diye soruyor.
Sevgili Karakuş’a, yaza yaza Ali Rıza Ertan’a varışımı özetledikten sonra, O’nun aramızdan ayrılmasına neden olan ‘taze fasülye yemeği’nden yola çıkıp yıllar önce Dr. Alparslan Berktay ile yaptığım ‘Girit ve Giritliler’le ilgili röportaja uçuruyorum sözü …
“Bir insanın ölüm nedeninin ‘taze fasülye’ olması ne kadar kötü!” diye başlayıp “Girit’ten gelmiş teyzelerinden küçük olanını (‘Biz ona Mini Tete derdik’ demişti Berktay) bahçede gözleri dalmış öylece bakar halde görüp ‘Mini Tete ne yapıyorsun?’ diye sorduklarında teyzesinin ‘Şu taze fasülyelerin güzelliğine bakın’ karşılığını verdiğini anlatmıştı Dr. Alparslan Berktay” diyorum Karakuş’a …
‘Taze fasülye’ dediğin, olsa olsa, doğup büyüdüğü Girit’ten koparılmış bir insanın oralara hasretini anlatabileceği bir güzellik olabilirdi ama … Ne yazık!
…

Tam bu noktada biraz daha ayrıntı gerekiyor:
10 Haziran 1944 Aydın doğumlu olan Ali Rıza Ertan, Çine’de Halasını ziyarete gidiyor. Niyeti el öpüp hal hatır somak. Ama halası, ısrar üstüne ısrar onu ‘ille yemek de yiyeceksin’ diye bırakmıyor bir türlü … “Hala tokum ben, daha yeni yediydim tokum halâ” diyor Ertan … Öyle diyor böyle diyor ama bir türlü kabul ettiremiyor ve sonunda kabul ediyor yemek teklifini …
Ve son başlar: Halasının, ev yapımı konserveden yaptığı taze fasulye gelir sofraya, Ali Rıza Ertan, o yemeği tamamen kibarlıktan yer ve zehirlenir … Ertan’ın 12 Şubat 1979 tarihinde aramızdan ayrılıvermesi işte bu denli ‘kibarlıktan’dır … Yanlış anımsamıyorsam, “Ali Rıza Ertan kibarlıktan öldü’ başlıklı bir de yazı yayınlanmıştı Dönemeç’te …
Hidayet abiyle, 40 yıl önce ‘taze fasülye yüzünden’ yaşamını yitiren Ali Rıza Ertan’ı anıyoruz hüzünle …
…
İzmir’le birlikte büyüdüğüm yıllarda Yaşar Aksoy, Hüseyin Yurttaş, Kadri Sümer, Hidayet Karakuş, Ahmet Günbaş, Eftal Sevinçli ile değişik vesilelerle kesişen yollarımızda karşılaşa buluşa gelişen tanışıklıklarımla adımlaya adımlaya farketmişim herhalde Ali Rıza Ertan’ın değerini …
1979 yılında, o zamanki adıyla Buca Eğitim Enstitüsü’nde Öğretim Görevlisi iken ve henüz 35 yaşında yaşamını yitirmiş olan Ali Rıza Ertan’ın adına bir ‘Şiir Ödülü’ verme fikrine başka nerelerden nerelerden gidilebilir? …
Belki biraz da şu nedenle, yani: Kısacık yaşamının sonuna doğru yolu-adı Buca ile özdeşleşen kurumlar arasında en önde gelenlerden Buca Lisesi ve ille de Eğitim Enstitüsü ile kesiştiği için …
Elbette, ülkemizde ilerici-devrimci yurtsever öğretmen örgütlenmesinin kilometre taşlarından TÖS ve TÖB-DER’in onurlu-başarılı mücadelesindeki duruşunu da not etmeliyim …
…
Şuracıkta, ‘Dönemeç’le ilgili bir paylaşımda bulunarak, Hidayet Karakuş’un, “Türkçem Adresimdir” kitabından Dönemeç’li günlere ilişkin kısa bir aktarmayla sürdürmek istiyorum:
“… 1978’de İzmir’e, Buca’ya atandığımda oğlum Gönen Kansu 10 günlüktü. Şiirlerimi, İzmir’de çıkmaya başlayan, Hüseyin Yurttaş ve arkadaşlarının yayımladığı Dönemeç dergisine göndermeye başladım. Dönemeç dergisi, benim yazarlık yaşamımda, şairliğimde önemli bir okul oldu. Kendimi, derginin merkezinde, yazı kadrosunda buldum. Çünkü Dönemeç’e artık her ay bir şiir vermek, bir yazı yazmak gibi bir yükümlülüğü kendimde görmeye başladım. Dergi, bizim arkadaşlık bağlarımızı da çok sıkılaştırdı. Daha Manisa’dayken bile eşimle aynı okulda çalışan İnci Aral, ben, İclal, savcı Cahit Yahşi, Dönemeç’in İzmir İkiçeşmelik’teki yönetim yerine gitmiştik. Anısı güzel Ali Rıza Ertan’ı, Hüseyin Yurttaş’ı, M. Kadri Sümer’i orada görmüştük.

Dönemeç’e gelip giderken uğradığımız Kemeraltı’nda Aydın Kitabevi bizim buluşma yerimizdi. Aydın Kitabevi’nin sahibi Aydın Öztürk, gerçekten aydın bir arkadaştı. Kitabevi, Şan Sineması’nın pasajındaydı. Eğitim Enstitüsü’ndeki öğrencilerimize her arkadaşımız bol kitap öneriyordu, onlar da bunları çoğunlukla Aydın Kitabevi’nden sağlıyorlardı. Biz de derslerden sonra Buca’dan Konak’a inince, doğruca Aydın Kitabevi’ne gidiyorduk. Orası, kültür sanat merkezi olmuştu âdeta …”
Aydın Abi (Öztürk) … Tam da Sevgili Karakuş’un yazdığı gibi, o yıllarda mutlaka uğranılacak adresler arasındaydı benim için de … Aydın Kitabevi’nin kıyı-kenar dip-bucak yerlerinden bulup bulup çıkardığım kitapları görünce, yüzü hep sahici bir gülümsemeyle süslü, aynı zamanda Voleybol Hakemi de olan Aydın Abi gözümün önünde …
İşte bütün bu yaşanmışlıklar var ‘Buca Belediyesi Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’nün perde arkasında …
…
Şimdilerde, ulaşılabilen metinlerde ‘Buca Belediyesi Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’yle ilgili olarak sadece ‘geleneksel’ deniyor, hepsi o … Ne zaman başlamış, nasıl başlamış, kimler kimler varmış ve neler neler olmuş bilinmiyor … Hiçbir yerde yok bu bilgi! Buca Belediyesi’nin arşivinde bile …
Kişilerin bellekleri zayıf, merakları az, ilgileri yetersiz olabilir, bu durum bir yerden öte kabul edilebilir ama ya kurumlarımızınkiler?
Bilinmiyor olmasından ötürü de bir eksiklik yaşanmamasına şaşıyorum doğrusu. O denli ilgisiziz demek ki ve dolayısıyla çok daha büyük bir sorunumuz çıkıyor böylece ortaya: Sormuyor-soruşturmuyoruz … Ne kadar varsa, verilmişse o kadarını kabul edip geçiyor, geçiştiriyoruz …
‘Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’ nasıl çıkmış ortaya? Bu soruyu yanıtlamak isteyecek pek çok isim tanıyorum …
…
Bir vesile, 1979 yılında henüz 35 yaşında iken hayatını kaybeden Şair – Edebiyat Öğretmeni Ali Rıza Ertan anısına 1990’lı yılların ilk yarısında Buca Belediyesi Kültür-Sosyal İşler ve Basın Halkla İlişkiler Koordinatörü olarak çalıştığım dönemde, dönemin Belediye Başkanı Sevgili Ertan Erdek’in oluruyla başlattığımız ‘Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’nün tarih sahnesine çıkışına dikkat çekmek istedim … (Aslına bakarsanız, iktidardakilerin yaptıkları, yapmak istedikleri ile ilgili ‘yüksek kuşku’ duygularımı not etmek isterken kendimi bir anda buralarda buluverdim … 2019’u da geride bırakırken fena da olmadı hani …)
Belediye’de o dönem birlikte çalıştığımız Sevgili Hakan Dündar’la birlikte, o dönem İzmir Devlet Opera Balesi Dekor-Kostüm bölümünde Terzi olarak çalışan eşi Nurhan Hanım ile buluşup konuşmuştuk … “Buca Belediyesi olarak eşiniz Ali Rıza Ertan adına bir Şiir Yarışması düzenlemek istiyoruz, Dönemeç Dergisi’nden arkadaşlarının da desteğiyle …” dediğimde “Olur tabii, mutlu edersiniz bizi …” deyişini hiç unutmam. Bir de ‘yorgun halini …
Eşini kaybedeli 13 yıl olmuş, çocukları Özgür ve Utku büyümüşler … Büyümüşler ama ne zorluklar ne zorluklar kim bilir … Çok sakin halinden yüzüne yansıyan aynı sakinlikte çok güzel bir gülümseyiş hatırlıyorum … Sonraki karşılaşmalarımızda da hep süren … “Tanıdığın insan yüzleri içinde umudun kendini en iyi gösterdiği yüz hangisidir” diye sorsanız: “Nurhan hanımınki” derim hiç ikirciklenmeksizin …
Kendisine ve Özgür ile Utku’ya selam ve sevgilerle …
Siz sevgili okur-yazarlarıma da ‘iyi bir yıl’ dileklerimle …
Sevgili Ali Rıza
İsmail UYAROĞLU –
Ve Doğan Hızlan’ın, İsmail Uyaroğlu ile ilgili 15 Kasım 2008 tarihli “Asla kapanmayacak yaraların şairi” başlıklı yazısındaki sunumuyla Uyaroğlu’nun Ali Rıza Ertan’a seslenişini de paylaşmak istiyorum:
“Şairler nerede karşılaşır? En çok antolojilerde.
Ali Rıza Ertan’a adadığı şiirde böyle söylüyor İsmail Uyaroğlu:
Sevgili Ali Rıza

Bir merhabamız bile yok seninle
Belki ilerde selâmlaşırız sessizce
Karşılaşırsak bir antolojide …