Stefan ZWEIG / Kısa Roman ya da Uzun Öykü / Olimpos Yayınları / İlk Basım 1997 / 192 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR –
Sefan Zweig, 1881’de Viyana’da varlıklı bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldi. Stefan çok küçük yaşlarda, özellikle edebiyat alanında eğitim almaya ve yeni diller öğrenmeye başladı. İngilizce, Yunanca, İtalyanca, Latince ve Fransızca öğrendi. Viyana ve Berlin üniversitelerinde Felsefe eğitimi aldı. Ardından uzun yolculuklara çıktı. 1914’te 1. Dünya Savaşı başlamıştı. Ülkeye ‘Naziler’ egemen olmaya başlamış, Yahudi asıllı olan Zweig kara listeye alınmıştı. 1933’te Naziler, ideolojileriyle bağdaşmayan kitapları meydanlarda törenlerle ateşe vermeye başladılar. Yakılan kitaplar arasında Stefan Zweig’in kitapları da vardı. Bir anda parmakla işaret edilen Yahudilerden biri olmuştu. 1934’te Gestapo, Stefan’ın villasına baskın düzenledi ve arama yaptı. Bunun üzerine Stefan ülkesini terk edip Londra’ya yerleşmek zorunda kaldı. Ülkesinden resmen sürülmüştü … 1937’de karısı ile boşandılar. Bir yıl sonra da sekreteri Lotte Altmann ile Portekiz’e gitti ve evlendiler …
Stefan Zweig’ın 1942’de ölümünden birkaç ay önce tamamladığı Avrupa kültürünün faşist nazi safsataları karşısındaki gerileyişine dikkat çeken ‘Satranç’, gerilimli kurgusu ve kahramanın ruhsal gelgitlerinin işlendiği dokusuyla, kısa ama her bakımdan etkileyici olağanüstü bir uzun öyküdür.
Bitirinceye kadar elinizden bırakamayacaksınız …
Kitap, iki arkadaşın New York’tan Buenos Aires’e giden bir gemiye binmesiyle başlar. Gemide gazeteciler de vardır, çünkü dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic de bir turnuva için Buenos Aires’e gitmektedir. Mirko Czentovic, Tuna Nehri’nde çalışan, ufak kayığı bir gece tahıl gemisinin altında kalan yoksul bir gemicinin oğludur. O zamanlar on iki yaşında olan Czentovic’i ücra bir köydeki rahip acıyarak yanına alır. Pek konuşkan olmayan bu çocuğun köy okulunda öğrenemediklerini evde verdiği derslerle öğrenmesini sağlamak için elinden geleni yapmış ama başarılı olamamıştır rahip. Kendisine belki yüz defa anlatılmış olan harflere boş gözlerle bakmaya devam eden Czentovic’in ağır çalışan beyni, en basit ders konularını bile hafızasında tutmaktan yoksundur. Rahip ve jandarma başçavuşu olan arkadaşının her akşam oynadığı üç el satranç müsabakalarını düzenli olarak izleyen sarı perçemli oğlan sessizce yanlarında oturup görünüşte uykulu ve umursamaz olan ağır göz kapaklarının ardından kareli satranç tahtasına bakar durur … Bir akşam babasının işi çıkıp da arkadaşıyla oynadığı satranç yarım kalınca, Mirko babasının yerine oyuna girerek o eli ve devamındaki iki eli daha kazanır. Babası buna çok şaşırır ve şehirdeki satranç kulübüne giderek yeteneğini herkese gösterirler. Böylece büyük bir şöhrete ulaşan Mirko Czentovic, en sonunda da dünya şampiyonu olarak şöhretini zirveye ulaştırır. Fakat satranç oyunu bitip de masadan kalkınca, çevresindekilere küçüklüğündeki aptal bakışlarla bakmakta ve gazetecilere saçma ve anlaşılmaz yanıtlar vermektedir. Bu nedenle gazetecilerle veya çevresindeki insanlarla satranç dışında hiç konuşmamaktadır.
Gün geçtikçe gemideki yolcular arasında bir satranç şampiyonu olduğu duyulmaya başlar. Bunu duyan milyoner petrol zengini olan Mc Connor, Czentovic’e para karşılığı bir el satranç oynamayı teklif eder. Czentovic ise bu teklifi seve seve kabul eder. Fakat Czentovic’e karşı o sırada orada bulunan tüm satranç meraklıları birlikte oynayacaktır. Hamle sırası rakiplerine geldiğinde Czentovic salonun alt başındaki masaya gidip oturur, hamle sırası kendisine geldiğinde ise ayakta bir saniye bile duraksamadan hamlesini yapar. Sonunda yalnızca kırk ikinci hamlede rakiplerini mat eder. Fakat yenilgiyi hazmedemeyen Mc Connor, Czentovic’e bir el daha teklif eder. Yeniden yenilgiye doğru giderlerken beklenmedik biri çıkagelir. Yapacakları hamlenin yanlış olduğunu, eğer bu hamleyi yaparlarsa birkaç hamle sonra yenileceklerini söyleyerek doğru hamleyi yapmalarını sağlar. Bu durum her hamlede böylece devam eder ve yaklaşık yedi hamlenin ardından Czentovic uzun bir süre düşünür ve başını kaldırarak “berabere” der. Buna oldukça şaşırır ve sevinirler. Czentovic umursamaz bir şekilde “beyler üçüncü bir parti daha ister mi?” diye sorar. Mc Connor adının Dr. B. olduğunu öğrendikleri dostlarına bir el tek başına Czentovic ile oynamasını, parasını kendisinin ödeyeceğini söyler. Fakat ne var ki Dr. B. oyun biter bitmez utangaç ve pişman bir hale bürünür. Bunun imkansız olduğunu, 25 yıldır hiç satranç oynamadığını söyleyerek oradan ayrılır. Dr. B.’nin Czentovic’i yenmesini isteyen Mc Connor ve diğerleri aralarından birini Dr. B’yi ikna etmek üzere güverteye gönderirler. Dr. B. de bunu yapamayacağını söyler ve hikayesini anlatmaya başlar:
Seneler önce babasıyla birlikte açtıkları avukatlık bürosunda aslında büyük manastırların mal varlığının ve imparatorluk ailesinin bazı üyelerinin fonlarının yönetimiyle ilgilendiklerini ve babasının ölümünden sonra da bu işe devam ettiğini anlatır. Daha sonra Almanya’da Hitler iktidara gelip de bu mal varlıklarını yağmalamaya başladığında hükümetten gizli işler yaptığı gerekçesiyle tutuklanır. Fakat hapse atılmak yerine, içinde yalnızca bir koltuk, bir dolap, bir leğen ve küçük parmaklıklı bir pencere olan küçük ve alçak tavanlı bir odada tutulur. Başlarda bir sıkıntı yaşamasa da zamanla saati ve zamanı bilemeyerek, yemeğini getirip götürmek dışında bir şey yapmayan ve kendisiyle tek kelime dahi konuşmayan bir gardiyanı görerek ve zamanını artık tüm ayrıntılarını ezberlediği pencereden görülen duvarı izleyerek tüm beyin fonksiyonlarını yitirmeye başlar. Zaman zaman sorguya götürülmektedir ve hiçbir iş görmediğinden gittikçe zayıflayan beyni ve düşünce gücü ile sorgu sırasında ağzından bir şey kaçırmamak için büyük bir çaba harcamaktadır.
Bir gün sorgu için beklediği odada askıda duran bir asker montunun içinde bir kitap görür ve onu çalar. Çok mutludur, zira geçen onca zamandan sonra ilk defa beynini çalıştıracak bir aktivitesi olmuştur. Hücresine geldiğinde kitabı açar ve onun bir ‘satranç oyunları kitabı’ olduğunu görür. Başta hayal kırıklığına uğrasa da, sonraları ekmek içinden yaptığı taşları ve satranç tahtası olarak kullandığı kareli yatak örtüsü ile kitaptaki tüm oyunları oynamaya başlar. Zamanla tahta ve taşlara da ihtiyaç duymadan zihninde satranç oynamaya başlar. Fakat bir süre sonra bu bir saplantı halini almaya başlar. Tüm zamanını -uyku dahil- satranç oynayarak geçirmeye ve kendi kendisiyle oynamaya başlar. Lakin bu kez de kendi kendiyle oynarken yenildiğinde kendine kızmaya başlar. Oynarken gereğinden fazla heyecanlanmaktadır. Bir seferinde yine kendine karşı kaybedince sinir krizi geçirir ve camı kırarak elini keser, sonra da hastaneye kaldırılır. Doktor onun soyadını tanır ve onu cezai ehliyeti olmayan biri olarak gösterir. Artık Gestapo için önemsiz biridir, onu serbest bırakmışlardır. Özgürdür, fakat bir daha satranç oynamamaya kararlıdır, ta ki gemideki karşılaşmaya dek …
Hikayenin sonunda, Czentovic ile bir el daha oynamayı kabul eder. Ertesi gün ilk elde Czentovic yenileceğini anlayınca pes eder ve Dr. B. bir el daha ister. Fakat Dr. B. yine gereğinden fazla heyecanlanmaya başlamıştır. En sonunda, sinir krizi tekrar nüksetmeye başlayınca elindeki derin cam kesiğine bakar, o güne döner, olanları hatırlar, kendine gelir ve oyunu bırakır. Masada, Czentovic’i satranç taşları ile baş başa bırakmıştır.
…
Stefan Zweig, bu kitabında, başlayınca bitirinceye kadar elinizden bırakamayacağınız uzun bir öyküyle baş başa bırakıyor bizleri. İyi okumalar…